Acaba hiç kabil / mümkün müdür ki, insan hilâfet ve emânetle (yeryüzünün halîfesi olmak ve semâvât / gökler, arz / yer ve dağların korktukları bir emâneti yüklenmekle) mükerrem olsun / şereflensin; âlemlerin Rabbi olan Allah’ın bütün icrâatlarına şâhit olarak, sebepler âleminde İlahî vahdâniyetin / Allah’ın birliğinin dellâllığını îlan etmekle, ekser mevcûdâtın / çoğu varlıkların tesbîh ve ibâdetlerine müdahâle edip kumandanlık ve müşâhitlik derecesine çıksın da, sonra kabre gidip rahatla yatsın ve uyandırılmasın? Küçük büyük her amel ve yaptıklarından sual edilmesin, sorguya çekilmesin? Mahşer / Haşir meydanına gidip, Mahkeme-i Kübrâ’yı / Büyük Mahkeme’yi görmesin, o Mahkeme’ye çıkarılmasın? Hayır ve asla!
Herşey Bulunur, Herkes Göremez
Bir kavle / bir görüşe göre, Kitâb-ı Mübîn / İlahî emirleri içinde bulunduran Ana Kitap; Kur’ândan ibârettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, âyet beyan ediyor. Evet herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde göremez. Çünkü çeşitli derecelerde bulunur. Bazen çekirdekleri, bazen nüveleri / asıl ve menbaları, bazen icmâl ve özleri, bazen düstur ve prensipleri, bazen alâmetleri; ya sarâhaten / açıkça, ya işareten, ya remzen / daha zayıf bir işaretle, ya ibhâmen / kapalı bırakarak, ya ihtâr / hatırlatma tarzında bulunurlar.
Zevâle Mahkûm, Güzel Olamaz
Güzel değil batmakla gâib ve kayıp olan bir mahbûb / sevgili! Çünkü zevâle / ayrılığa mahkûm olan, hakîkî güzel olamaz. Öylesine sözde güzel olan sevgili; aşk-ı ebedî / ölümsüz bir aşk için yaratılan ve herşeyin kendisine muhtaç olduğu, fakat kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı, yani Samed olan Allah’ın aynası sayılan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli. Bir matlûb / talep edilen şey ki, batmakla kaybolmaya mahkûmdur; kalbin alâkasına, fikrin merakına değmez. Emellere kaynak olamaz. Arkasından gam ve kederle teessüf edilip üzülmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki, kalb onu çok sevsin ve ona bağlansın kalsın. Maksat olan bir şey ki, fenada / yoklukta mahvoluyor; o maksat istenmez. Çünkü insan, madem ki fânidir, fâni olanı istememeli. Sözde mabûd / ibadet edilen ki, zevalde defnedilip gömülüyor! O çağırılmamalı! O’na iltica edilip sığınılmamalı! Çünkü insan son derece muhtaç ve âcizdir. Öyle ise, kendisi gibi âciz olan; insanın pek büyük dertlerine deva bulamaz. Ebedî yaralarına, asla merhem olamaz.
İlâhî Maksatların Fermanı
Hiç imkânı var mı ki, bu kâinatın Sânii / Sanatla Yaratanı, yüz bin diller ile mahlûkâtını / yarattıklarını birbiriyle konuştursun ve onların konuşmalarını işitsin ve bilsin de; kendisi konuşmasın. Hâşâ! Hem hiç akıl kabul eder mi ki, kâinattaki İlâhî maksatlarını bir ferman ile bildirmesin! Muamma ve sırrını açacak ve “Mahlûkât nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar? Ne için böyle kafile kafile arkasında buraya gelip, bir süre durup gidiyorlar?” diye üç dehşetli umumî suale / herkesi ilgilendiren sorulara hakîkî cevap verecek Kur’ân gibi bir kitabı göndermesin. Hâşâ, bu asla olacak şey değil.
Şeylerin Allah’tan Bağları Kesilirse
Tohum olacak bir habbe / tanedeki veya bir çekirdekteki garîb, acîb, muntazam / düzgün vaziyete / duruma bakınız ki; o habbe, o tohum olacak cismin; bütün parçaları ile münasebetdar / alâkalı olduğu gibi, nev’iyle yani aynı cinsten olanlarla da ve bütün mevcûdât / varlıklar ile de münasebetleri vardır. Onlara karşı o münasebetleri nisbetinde vazîfe ve görevleri vardır. Eğer o tohumcuk habbenin; Kadîr-i Mutlak / sonsuz kudret sahibi olan Allah’tan nisbeti / bağı kesilip kendi nefsine isnâd edilir / dayandırılırsa, yani kendi kendine olmuştur denilirse, her bir tohumda, herşeyi görecek bir gözün ve herşeyi kuşatıcı bir ilmin bulunduğuna inanmak lâzım gelir.