Semanın / göğün sükûtu / sessizliği, durgunluk ve düzenliliği, intizamlı hareketi, genişliği
Ve nuraniyeti / nurlu oluşu gösterir ki: İçinde yaşayanları, yerdeki yaşayanlar gibi değiller.
Belki içindeki bütün varlıklar itaatli olup, birbirleriyle uyum içindedirler.
Ne emrolunsa onu, hemen yerine getirirler.
Birbirlerine engel olacak bir durum arzetmezler.
Çünkü gök geniş; göktekilerin yaratılışları temiz, kendileri mâsum, makamları sâbit.
Yerde ise, zıtlar toplanmış; şer ve kötü olanlar iyilere karışmış!
İçlerinde münakaşa ve tartışmalar olageliyor!
Bu yüzden, aralarına ihtilâf ve ızdıraplar düşmüş.
Bundan da imtihan, müsabaka ve yarışlar kendini gösteriyor!
Böylece yükseliş ve düşüşler ortaya çıkmakta.
Bütün bunların hikmeti, yâni vermek istediği fikir şudur:
İnsan, yaratılış ağacının en son parçası olan meyvesidir.
Bilinen bir husustur ki, bir şeyin meyvesi;
En uzak, çok yönlü ve çok nâzik, en önemli kısmıdır.
İşte bunun içindir ki, âlemin meyvesi olan insan;
Çok kabiliyetli, sözünde mâhir, yine de en âciz, en zayıf ve en lâtif / hoş bir kudret mucizesidir.
Nitekim insanın; beşiği ve meskeni hükmünde olan yer;
Göğe göre maddeten küçüklüğüyle beraber;
Mânen ve san’atça bütün kâinatın kalbi, merkezi,
Bütün san’at mucizelerinin sergisi,
Allah’ın bütün isimlerinin; tecellî ettiği, aksettiği ve görüntülerinin mazharı / zuhur ettiği alan.
Aynı zamanda yer; mihrak / hareket noktası,
Sonsuz Rabbanî faaliyetin haşir neşir olduğu, yansıdığı mahşer ve mekân.
Hadsiz İlahî Yaratıcılığın, özellikle bitkilerin ve hayvanların
Özellikle çeşitli, küçücük nev’lerinde; cömertçe icadın yer aldığı çarşısı;
Pek geniş âhiret âlemlerindeki san’atlı yaratıkların,
Küçük mikyasta örneklerinin bulunduğu yer.
Ebedî dokumaların sür’atle işliyen tezgâhı.
Sermedî / ebedî manzaraların hızlıca değişen taklit yeri.
Daimî bostanların tohumcuklarının,
Sür’atle sünbüllenen dar ve geçici tarlası ve terbiyegâhı.
Arzın bu mânevî azamet ve büyüklüğünden
Ve san’atlı oluşunun önemindendir ki, Kur’an-ı Hakîm;
Göklere nisbeten, büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan arzı / yeri;
Uçsuz bucaksız göklere denk tutuyor.
Onu bir kefeye, gökleri ise, diğer kefeye koyuyor.
Tekrar tekrar: “Rabbü’s-semâvâti ve’l-ardı” / “Yer ve Göklerin Rabbi.” diyor.
Hem yerin; şu zikredilen hikmetlerden doğan sür’atli değişimi
Ve devamlı başkalaşması gerektirir ki,
Üzerinde yaşayanlar da ona göre değişime uğrasınlar.
Hem şu sınırlı arz; hadsiz kudret mucizelerine mazhar olduğundandır ki,
En önemli sâkinleri olan insan ve cinlerin kuvvetlerine,
Sâir canlılar gibi fıtrî bir had ve yaratılıştan bir kayıd konulmadığı için,
Nihayetsiz ilerleme ve yükselişe ve sonsuz düşüşe maruz kalmaktadırlar.
Enbiyadan, Evliyadan tut, tâ Nemrudlara, tâ Şeytanlara kadar
Uzun bir imtihan meydanları meydana çıkmıştır.
Madem öyledir, elbette fir’avunlaşmış Şeytanlar;
Hadsiz kıvılcımlarıyla göklere ve ehline taş atacaklar.