Bilhassa geçmiş tarihimiz konusunda maalesef ifrat ve tefritten yakamızı kurtaramıyoruz! Geçmişe ve şahıslara aşırı sevgimizden dolayı hata ve yanlışları; ya hiç görmüyor veya aşırı nefretimizden ötürü her şeyi ve herkesi yerin dibine batırıyoruz!
Meselelere ya kuyu dibinden bakıyor veya minare tepesinden müşahede ediyor; tabiatıyla hükümlerimiz de birer ucube olup çıkıyor.
Bir de hadise ve olayları siyasete alet ediyor; yine ifrat ve tefrite düşüyor yani ya aşırı ileri gidiyor ya da aşırı geri kalıyoruz!
Böylece hakikat nazarımızda garip bir hal olup çıkıyor.
X
Olayları ele alırken, her iki taraf da belgeler ileri sürerek hükümlerine dayanak arıyor; muhatabı da susturmuş olacağını sanıyor.
Bilelim ki belge çok şeydir. Ama aynı zamanda hiçbir şey!
Belge / Vesika kutuplardaki Aysberglere benzer. Deniz yüzeyinde görünen kadarı çok küçük. Su altında kalan görünmeyen kütlesi ise olağanüstü büyük mü büyüktür.
Aysberg’i görünenden ibaret sanmak çok yanıltıcıdır.
İşte belge de gerçeğin bir yönüdür. Ama hakikatin tümünü ifade etmez. Belge elbette hesaba katılacak. Ama her şeyi ona yüklemek; hakikatin onun altında ezilmesine sebep olur. Bu haliyle hakikat; kullanılmaz bir hal alır.
X
Olayları tenkit edip irdelerken “Es-Sebebü ke’l-fail.” / “Sebep olan yapan gibidir.” sırrını asla gözden ırak tutmamak da gerekir. Hani: “Ölende mi kabahat yoksa öldürende mi?” diye bir halk deyimi vardır ya, hiç de yabana atılacak cinsten değil.
X
Mesela Yunan askerinin geride bıraktıklarının başına gelenleri görerek, dul kalan eşleri, yetim kalan çocukları düşünerek; perişan olan aile efradını göz önüne getirerek; Türk Ordusu, Yunan Ordusu’nu hezimet ve yenilgiye uğrattığı için, Yunan Askerleri Türk erleri tarafından öldürüldüğünden dolayı, bu perişan ve acınacak durum meydana geldi mülahazasıyla; Türk Ordusu suçlanıp, Milli Mücadele olmasaydı; bütün bunlar olmazdı diyerek; Türk İstiklal Savaşı kötülenebilir mi?
Oysa bu neticeler; istenmeyen, yürek burkan sonuçlardır. Bunların asıl sorumlusu “Sebep olan yapan gibidir.” hükmünce Anadolu’yu istilaya kalkanlar ve kalkıştıranlardır. Geride kalanlar mazlum ve masum olup onların işi Allah’a kalmıştır. O ise Erhamü’r-Rahimin ve Ahkemü’l-Hakimin’dir.
Hadiselerin bu yönüne bakarak ahkam ve hüküm yürütenler; asıl gerçeği örtmüş ve ayaklar altına almış oluyor!
Kaldı ki, küçük şer ve kötülükler meydana gelecek diye, büyük hayırlardan vazgeçmek; istenmeyen şeyler olmasın diye, sırf hayır olan fiil ve eylemlerden geri durmaktır. İşte asıl şer ve zarar bu olup, böyle düşünmek ve böyle hareket etmektir.
Bu, tıpkı yağmur yağınca ıslanmamak için, bağ ve bahçeleri yararlandıracak olan yağmurun yağmasını istememek gibi bir şey!
Vatanın tehlikeye düşmesi; yılanın ısırması ve sonuçta zehirleyip öldürmesi gibi bir durum karşısında; sineklerin ısırmasına haydi haydi razı olmak lazımdır. Bunu mesele etmemek gerekir.
İşte ifrat ve tefrite başka bir misal: Ya her şey dış güçlere yükleniyor veya dış güçler hiç gündeme gelmiyor!
Unutulmasın ki, Şeytan’ın ilk işi; kendisini unutturmak ve kendisini hiç akla getirtmemektir!
3569
X
Bu toprakların netameli oluşu unutuluyor!
Dünyanın gözü bu topraklarda!
Herkesin gözü üstümüzde!
Herkesin eli cebimizde!
Rahat bırakılmadığımız için rahat olamıyoruz!
X
Adeta yer demir gök bakır şeklinde bir durum
Bunlar arasında yaşamaya olmuşuz mahkum
İşin doğrusu denmeli yalnız doğruya doğru
Eğriye eğri deyip söylenmeli yaş ve kuru
His ve duyguları bırakarak bir kenara hemen diyelim
Hakim olmalı gerçeklere başka değil ancak aklı selim