“Yeni Osmanlıcılar” İle Türk Milliyetçilerinin Perspektifinden Osmanlı

89

 

Osmanlı İmparatorluğu, beş bin yıllık Türk tarihinin  en önemli dönemidir. Kuruluşundan çöküşüne kadar her safhası kahramanlık ve gurur tablolarıyla doludur. Başarıları, zaafları ve hezimetleriyle bizimdir. Türk milliyetçileri 623 yıllık şerefli bir geçmişe sahip olan Osmanlı İmparatorluğu ile gurur duyar ve onu mazisinin aziz bir hatırası olarak görür.

Son yıllarda özellikle siyasi iktidarın benimsediği ve topluma yaymaya çalıştığı “Yeni Osmanlıcılık” anlayışı  var. Bu anlayışın sayılamayacak kadar  yanlışı  bulunmaktadır. Türk milliyetçilerinin görüşleri bir çok yönden bu anlayış sahipleri ile çelişmektedir. Şöyle ki;

1.      Bu anlayış, ayrıştırıcı ve ötekileştiricidir. Buanlayışa  göre,  Osmanlı İmparatorluğunun dışındaki tarihimizin pek önemi yoktur. Buna göre, Türk tarihi neredeyse 1071’de Türklerin Anadolu’ya  girişiyle başlar, dolayısıyla Türk tarihi bin yıllık bir tarihtir. Türk milliyetçileri ise Türk tarihini bir bütün olarak görürler ve tamamını benimserler. Onlar için Osmanlı neyse, Selçuklu, Karahanlı, Gazneli, Göktürk  ve Hunlar aynıdır. Hepsiyle gurur duyarlar.

2.      Bu anlayışa göre, Osmanlı’nın her şeyi doğru ve güzeldir. Osmanlı padişahlarının hepsi İslam şeriatı üzerine yaşamıştır. Hepsi kutsal ve mübarektir. Hiçbir hata yapmamışlardır, her yönleriyle örnek alınmaya layıktırlar. Ama unutmamak gerekir ki, onlar da birer fanidirler. Meziyetleri kadar zaafları da vardır. İçlerinden  kahramanlar, şairler ve sanatkarlar da çıkmıştır, korkak, deli ve aciz olanlar da. At sırtında savaştan savaşa koşan cengaverler de vardır, zevk u safa içinde saraylarından çıkmayanlar da… Türk milliyetçileri, Osmanlı Padişahlarını hatası ve sevabıyla kabul ederler ve onlarla gurur duyarlar.

3.      Bu anlayışa göre Osmanlı döneminin yaşantısı, gelenekleri, giyimi, kuşamı, davranışları mükemmeldir, İslamidir. Cumhuriyet’le başlayan modern hayatın  giyim ve kuşamıİslami değildir, Batıcıdır, hristiyanidir. Ama son zamanlarda İslami sermayenin temsilcisi olan ailelerin bireyleri, Batının tanınmış giyim markalarını kullanmakta hiçbir beis görmüyorlar. Türk milliyetçileri, Türk tarihinin her dönemindeki yaşantıyı, gelenekleri, giyimi, kuşamı geçmişin bir hatırası ve kültürümüzün bir parçası olarak kabul ederler. Türklüğü veMüslümanlığı unutmadan ve abartmadan modern giyim ve kuşama uyum sağlarlar.

4.      Bu anlayışa göre,  Osmanlı döneminde yapılan bütün eserler şaheserdir, muhteşemdir, kutsaldır. Bu nedenle son on yılda bütün Osmanlı eserlerinin ihyasına önem verilmiş, hepsi restore ettirilmiştir. Milli sanata ve kültüre büyük önem veren Türk milliyetçileri, bundan mutluluk duyarlar.  Ama bu hassasiyetin tarihimizin diğer dönemlerindeki eserlere de gösterilmesini isterler.

5.      Son on yılda yapılan eserlere, mevcut Cumhurbaşkanı ve Başbakanla birlikte Osmanlı Padişahlarının   ve o dönemin devlet adamları ve sanatçılarının isimlerini  verme modası da göze çarpıyor. Eğer Osmanlıyı kutsamanın gerekçesi, Müslüman Türk devleti olması  ise, Karahanlılar ve Seçuklular da Müslüman Türk devleti değiller  miydi?  Niye o dönemin  devlet adamları ve sanatçılarının isimleri verilmiyor. Türk milliyetçileri,  yeni eserlere tarihten isim seçilecekse, Türk  tarihinin her döneminden  seçilmesini isterler. Bir de bu isimlendirme faaliyeti yürütülürken, belli etmeden Atatürk’ün adını taşıyan eserler çeşitli bahanelerle devre dışı bırakılıyor. Cumhuriyet döneminde özellikle Atatürk’ünöncülüğünde  yaptırılan bütün sanayi kuruluşları ve bankalar “özelleştirme” adı altında  tamamen satılmıştır. Ben bu faaliyetleri, “Osmanlıyı ihya, Cumhuriyeti etkisizleştirme ” çabalarının bir parçası olarak görüyorum. Birçok il ve ilçede Atatürk heykel ve büstlerinin çeşitli bahanelerle kaldırılması veya yerlerinin değiştirilmesi de bu çabanın bir parçasıdır.

6.        “Yeni Osmanlıcı” anlayışın  sahipleri,  Osmanlı’nın İslâmı dünyaya yayma misyonuna sahip olduğunu söylerler. Türk tarihinin diğer dönemlerini  kuru  cengaverlik dönemleri olarak görürler. Halbuki Türk milleti tarih boyunca bir misyona sahipolmuştur. İslâmdan önce bu misyon, “Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi” idi.Türkler, bu mefkûre ile Avrupa’nın içlerine, hatta Atilla’nın ordularıyla Vatikan’a kadar gitmişlerdir. İslâmla müşerref olduktan sonra ise, “cihan hâkimiyeti mefkûresi”nin  muhtevasını, “ilâ-yıkelimetullah” ve “nizâm-ı âlem” ülküsü ile zenginleştirmişlerdir.   Türkler Müslüman olduktan sonra hâkim oldukları dünyaya İslâmı ve onun nizamını benimsetmek ve buralarda Allah’ın adını  yükseltmek ve yüceltmek  amacına hizmet etmişlerdir. “Türklük”le  “İslâmiyet”i  birbiriyle o derece özdeşleştirmişlerdir ki, yüzyıllarca Avrupa’da hıristiyanken  müslüman  olanlara “Türk oldu” denilmiştir.   Bu, tarihi sürecin bir sonucudur.Türk milliyetçileri, “ilâ-yı kelimetullah”  ve “nizâm-ı âlem” ülküsünü,  “Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi” ni bütünleyen milli ülkülerimiz olarak görürler. “Yeni Osmanlıcılar” gibi, “Türklük”le  “İslâmiyet”i  birbirinden  ayırt etmezler, etle tırnak, ruhla beden gibi bir bütün görürler. Bu birlikteliğe “Türk- İslam Ülküsü”  adını verirler.

7.      “Yeni Osmanlıcılık” anlayışını  benimseyenlerin  Türkiye dışındaki Türk devletlerine ve topluluklarına  bakışları da, Türk milliyetçilerinden farklıdır. Onlar, daha çok  Osmanlı coğrafyasında yer alan ülkelerle  ve İslâm ekseninde ilgilidirler. Oralardaki Türk toplulukları ile fazla ilgilenmezler. Bunun en canlı örneği Irak ve Suriye’deki Türkmenlerdir. Buralarda Araplara ve Kürtlere gösterdikleri ilgiyi, Türkmenlere göstermezler.Ayrıca anayurdumuz Orta Asya ve Kafkasya’daki Türk devletlerine ilgileri, Osmanlı   coğrafyasında yer alan ülkelere gösterdikleri kadar değildir.   Türk milliyetçileri ise, öncelikle Türk devletleri ve Türk toplulukları ile ilgilenirler. Bunu, insanları tanışsınlar, yardımlaşsınlar diye kavim kavim yaratan Allah’ın bir buyruğu olarak görürler. Din kardeşimiz olan Müslümanlarla da ilgilenmeyi, dinimizin bir gereği olarak yerine getirirler. “Yeni Osmanlıcı” anlayışın, “sıfır sorun”  sloganıyla yola çıkan dış politikası, son zamanlarda tamamen iflas etmiştir. Özellikle Osmanlı coğrafyasında yer alan   Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki İslâm ülkeleriyle sorunumuz olmayan ülke kalmamıştır. Hatta çok samimi ilişkiler içinde bulunduğumuz Suudi Arabistan, Katar  ve Birleşik Arap Emirlikleri ile bile yolumuz ayrılmıştır.

8.       “Yeni Osmanlıcı” anlayışı benimseyenlerin eğitim konusundaki politikaları da,Türk milliyetçilerinden farklıdır. Osmanlıya ait her şeyi ihya etmeye çalışan bu anlayış, son dönemlerinde  tamamen dini ağırlıklı eğitim yapan ve yozlaşan Osmanlının klasik eğitim kurumu  medreseleri yüceltirler ve onları  ihya etmeyi düşünürler. Hatta tekkeleri ve zaviyeleri  bile. 2012-2013 Öğretim yılında alelacele hayata geçirilen ve ne olduğu eğitimciler tarafındanbile  anlaşılmayan “4+4+4”  eğitim sisteminde bile bu özlemin işaretleri bulunmaktadır.”İmam Hatip Ortaokulları ve Liseleri”nin ihtiyaçtan fazla açılması ve Ortaokuldan itibaren  bütün eğitim kurumlarına seçmeli olarak Arapça derslerinin konulması bunun bir göstergesidir.  Türk milliyetçileri,    “İmam Hatip Ortaokulları ve Liseleri”ne kesinlikle karşı değillerdir, buralarda okuyan gençlerimizi de diğer okullardaki evlatlarımızdan kesinlikle ayırt etmezler. Fakat,  eğitim  üzerinde bu kadar politik hesap yapılmasına ve bu alanda  dinin istismarına tamamen karşıdırlar, eğitimi partilerüstü bir alan olarak görürler.Dinimizin en doğru biçimde öğrenilmesine önem verirler. Dilimizi, dinimizi, tarihimizi ve kültürümüzü ihmal etmeyen, aklı ve bilimi rehber kabul eden, çağdaşeğitim kurumlarından yanadırlar. Bir eğitim kurumumuzu, diğerine tercih etmezler, hepsini bir bütün olarak görürler.

9.      Atatürk’ün tabulaştırılmasından ve putlaştırılmasından rahatsız olan “Yeni Osmanlıcı” anlayış, böyle yapanlara  “Atatürk yobazı” diyorlar . Buna karşılık   Osmanlıyı ve Padişahlarıise olabildiğince ilahileştiriyor ve kutsallaştırıyorlar.  O zaman Atatürk yobazlarından ne farkları kalıyor? Kendileri de “Osmanlı yobazı” olmuyorlar mı? Türk milliyetçileri, her iki yobazlığa da karşıdırlar. Onlar, Atatürk’ü en büyük Türk milliyetçilerinden ve devlet adamlarından biri görür, onun insan olduğunu bilerek hatası ve sevabıyla kabul ederler. Osmanlı padişahlarına bakış açılarıda öyledir. Türk tarihini bir bütün olarak görürler, bir dönemini diğerine tercih etmezler. Türk büyükleri arasında da ayırım yapmazlar.

10.   Türk milliyetçileri, “Yeni Osmanlıcılar”ın  Cumhuriyet’ten ve Atatürk’ten  rövanş alma biçimindeki gizlenemeyen söylemlerinden ve eylemlerinden  son derece rahatsızdırlar.Çünkü, onlar  tarihin akışının geri döndürülemeyeceğini bilirler. Osmanlı İmparatorluğu tarihimizin gurur duyulacak bir dönemidir, hatası ve sevabıyla mazide kalmıştır. Devletler, canlı organizmalardır, insanlar gibi doğar, gelişir ve devirlerini tamamlayınca tarih sahnesinden çekilirler.  Osmanlı da tarihteki yerini almıştır, onu yeniden ihyaya  çalışmak, her şeyden önce tarihin mantığına aykırıdır. Türk milleti 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti ile dünyada seçkin ve yeni bir kimlik kazanmıştır.Bize düşen elbirliğiyle bu son Türkdevletine sahip çıkmak ve onu yüceltmeye çalışmaktır.Çünkü, bu devletin mensupları da, çok gurur duyduğumuz Osmanlının torunlarıdır.

Türk milliyetçileri, mazideki değerlerini severler ve korurlar, bugünü en verimli bir şekilde yaşamak isterler ve daha güçlü bir mazi inşa etmenin planlarını yaparlar.Çünkü, Türk milliyetçiliği, dinamik bir düşüncedir, akla ve bilime dayanır ve yönü daima ileriyedir. “Yeni Osmancılar”a tavsiyemiz, bir an önce tarihimizi bölücü ve ötekileştirici bu yanlış tutumdan  vazgeçerek, Türk tarihinin bütünüyle, Atatürk’le ve Cumhuriyet’le  barışmalarıdır. Tabii Atatürkçü,  Cumhuriyetçi ve Ulusalcı  geçinenlerin de Osmanlıyla ve dini değerlerle  barışmaları gerekir. Türk milleti; dinî, millî ve çağdaş değerlerin sentezini hayatına geçirdiği gün,büyük Atatürk’ün  dediği gibi “muasır medeniyet ufkunda bir güneş  gibidoğacaktır.”

 

 

Önceki İçerikRamazan Bayramı 2013
Sonraki İçerikSiyaset Kime Güvensin?
Avatar photo
Bulgaristan göçmeni bir ailenin oğlu Sâkin Öner 05.10.1947 tarihinde Denizli ilinin o zaman Çal ilçesine bağlı bulunan Dedeköy bucağında doğdu. Bugün Dedeköy 'Baklan' adıyla Denizli'ye bağlı bir ilçedir. Babası Emniyet Komiseri merhum Celalettin Öner, (1922-16.12.1970) annesi Denizli'nin Honaz ilçesinden ev hanımı merhume Ulviye Öner (Akkuş)'dir. Annesi 1951yılında vefat etmiştir. Babası 1953 yılında Polis Memuru olarak görev yaptığı Aydın ilinin Nazilli ilçesinde Zarife Öner (Meriçoğlu) ile ikinci evliliğini yapmıştır. Sakin Öner 1951-1953 yılları arasında Dedeköy (Baklan)'da dedesinin ve babaannesinin yanında kalmıştır. İki yıl köy ortamında kalan Öner, burada kırsal kesimdeki Türk insanının yaşantısını, gelenek ve göreneklerini, zengin halk kültürünü tanıma imkânını bulmuş ve bu döneme ait izler şiirlerine ve yazılarına yansımıştır. ÖĞRENİM HAYATI Babasının memuriyeti sebebiyle 1954-1955 der yılında Manisa'nın Kırkağaç ilçesinde başladığı İlkokul hayatı; Manisa'nın merkezinde devam edip Afyon'un Sandıklı ilçesinde tamamlandı. 1959-1960 Öğretim yılında Sandıklı Ortaokulu'nda başlayan ortaokul tahsili, Bandırma'da devam edip Van'da tamamlandı. Lise'ye Van'da başlayıp Yozgat'ta tamamladı. 1965 Haziranında girdiği Üniversite Giriş sınavı sonunda birinci tercihi olan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni kazandı. Burada öğretimini sürdürürken Babıâli'de Sabah Gazetesi'ne muhabir olarak çalıştı. 1966 yılında Bugün Gazetesi'ne teknik sekreter olarak transfer oldu. Bu arada Hukuk Fakültesi'nden ayrıldı. 1967'de yeniden girdiği Üniversite Giriş İmtihanı'nı kazanarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne kayıt oldu. 1967-1972 yılları arasında bu bölümde okudu. Bu süre içinde dergicilik, kitapçılık ve yayıncılık yaptı. 1972 yılı Şubat ayında diploma aldı. Babasının vefatı sebebiyle Denizli iline tâyinini istedi ve aile fertlerinin sorumluluğunu üstlendi. 1981 yılında doktora çalışmalarını başlatan Öner, 1987 yılında doktora yeterlik sınavını verdi. Ancak, idarî görevleri sebebiyle doktora çalışmalarına uzun süre ara vermek mecburiyetinde kaldığından, 2003 yılında Türk Dili ve Edebiyatı Doktoru oldu. MEMURİYET HAYATI Denizli Lisesi Edebiyat Öğretmeni olarak memuriyet hayatına başladı. 17.02.1973 tarihinde Denizli ilinin Acıpayam ilçesi Darıveren bucağında Fidan Oymak ile evlendi. 1975 yılı Temmuz-Ekim ayları arasında İzmir-Bornova'daki Topçu Taburu'nda kısa süreli askerlik görevini yaptı ve Topçu Asteğmen olarak terhis oldu. Memuriyet hayatı; İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü'ne Müdür Yardımcısı ve Edebiyat Öğretmeni, Tahakkuk Müdür Yardımcısı ve Türkçe Bölümü Öğretim Görevlisi, Sinop Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olarak devam etti. Çalışma şartlarının uygun olmaması ve ailesinin İstanbul'da kalması sebebiyle, çok sevdiği meslek hayatına Mayıs 1977 tarihinde istifa ederek İstanbul'daki günlük Hergün Gazetesi'nde önce Haber Müdürü sonra da Yazı İşleri Müdürü oldu. 01 Ocak 1980 tarihinde yeniden öğretmenlik mesleğine dönek için başvurdu. Görev emri gelinceye kadar büyük düşünür ve yazar S. Ahmet Arvasi'nin kurduğu Türk Gençlik Vakfı'nın müdürlüğünü yaptı ve bu vakfın yayın faaliyetlerini yürüttü. 23.03.1970 tarihinde İstanbul Kız Lisesi'ne tâyini çıktı. 07.04.1980 tarihinde İstanbul Şehremini Lisesi'ne Edebiyat Öğretmeni ve müdür yardımcısı oldu. 13.12.1982'de İstanbul Pertevniyal Lisesi'ne Edebiyat öğretmeni olarak nakledildi. Bu okulda 23.08.1983'te Müdür Başyardımcısı oldu. 05.12.1984'te de İstanbul Behçet Kemal Çağlar Lisesi'nde Müdür olarak vazifelendirildi. 27.06.1987 tarihinde İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü'ne Müdür Yardımcısı olarak görevlendirildi. 16.10.1992 tarihinde Vefa Lisesi Müdürlüğü'ne. 29 Haziran 1995 tarihinde ikinci defa İstanbul Millî Eğitim Müdür Yardımcılığına, 01.07.1998 tarihinde Vefa Lisesi camiasının umumi isteği üzerine ikinci defa Vefa Lisesi Müdürlüğüne, 18.08.2010 tarihinde İstanbul lisesi Müdürlüğü'ne kâyin edildi. Mart 2012'de yaş haddinden emekliye ayrıldı. EDEBİYATTA 50 YIL Sâkin Öner'in edebiyatla ilgisi, 1957 yılında şiir yazmakla başladı. Merakı gelişerek, dosya kâğıdından dergiler yaptı. İlk şiirini 1957 yılında, ilkokul dördüncü sınıfta iken yazdı. "Gurbet" başlıklı bu şiir aynen şöyleydi: Gurbetteyim bugünlerde Geziyorum sahillerde Oturup ağlıyorum Hicran dolu bahçelerde Sızlar gizli yaralar Gönlümde hatıralar Günler geçer de sonra Yaşlar gönlüme dolar Ayrı düştüm sıladan Kan damlıyor yaradan Gurbet ayırma beni Yurttan, eşten ve dosttan. Ortaokul 2. sınıfa Bandırma'daki dayılarının yanında okurken ilk şiiri, Bandırma Ufuk Gazetesi'nde yayınlandı. Öğretmeni Münevver Yardımsever her dersine, Sâkin Öner'e bir şiir okutarak başlardı. Böylece şiir okuma sanatını öğrendi. Şiir okuma görevi Van Lisesi'nde de devam etti. Millî bayramlar ve törenlerin değişmez elemanı idi, okul adına günün anlamına uygun şiiri o okuyordu. Şiirleri Van'da çıkan gazetelerde yayınlandı. Şiir yarışmalarına katılıp dereceler aldı. Ortaokul 3. sınıfta okul idaresinden izin alarak şahsı adına 'Doğuş' adıyla bir duvar gazetesi çıkardı. Bu gazetedeki bütün yazı ve şiirler kendisine aitti. Lise 1. sınıfa geçtiğinde Okul Müdürlüğü, okulun Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanlığına Öner'i getirdi. Okulun camekânlı büyük bir duvar gazetesi vardı. Artık onu o çıkarıyordu. Gazetede makale, deneme, röportaj, hikâye, şiir, haber, karikatür, bulmaca ve spor olmak üzere çok çeşitli türlere ve konulara yer veriliyordu. 15 günde bir değişen bu gazetede kendisine çeşitli haberler ve spor haberlerinde Cafer İpek, karikatür ve bulmacada da Metin Haldenbilen isimli bir arkadaşı yardım ediyordu. 1962 yazında Ağrı'da bulunan teyzesinin yanına gittiğinde orada yayınlanan günlük Mesuliyet Gazetesi ile temasa geçti. Bu gazetede de 'GÜN-KİN' isimli şiiri yayımlandı. Lise 1. sınıfta iken 1963 yılında Sakin Öner Yeşil Van gazetesinde 'Bahçemin Çiçekleri' başlıklı bir sütunda 'Bülbül' mahlasıyla günlük fıkralar yazmaya başladı. Mahlas kullanmasının sebebi, ailesinin bu tür çalışmalara, derslerini aksatacağı gerekçesiyle karşı olmalarındandı. İçindeki yazma aşkını frenleyemeyen Öner, takma isimle de olsa yazmayı sürdürüyordu. Artık yazma işini, gazetelerdeki kendisinden yaşça büyük ve deneyimli köşe yazarlarıyla polemiğe girmeye kadar götürmüştü. Bu arada Yeşil Van ve diğer gazetelerde sık sık şiirleri yayımlanıyordu. Bu arada Serhat Postası isimli gazetenin açtığı şiir yazma yarışmasında üçüncü oldu. Bir gün, yeni taşındıkları evin sahibiyle girdiği polemiği içeren 'Ev, ev, yine ev...' başlıklı bir yazıya rastlayan babası, 'Bülbül' mahlaslı yazıları onun yazdığını anladı. Fakat hayret ki, hem fazla yüzgöz olmadı, hem de kızmadı. Belki de gizli gizli gurur duydu. Bu süreç, Van'dan Yozgat'a tayin oldukları 1964 yazına kadar devam etti. Babasının 1964 yazında Yozgat'a tâyin olması üzerine Öner, Lise 3. sınıfı Yozgat Lisesi'nde okudu ve buradan mezun oldu. En yakın sınıf arkadaşı Cemil Çiçek'ti. Sakin Öner, ailesinden, Van ve Yozgat'taki arkadaşlarından aldığı etkilerle milliyetçi ve maneviyatçı duyguları ağır basan, fikrî ve siyasî hareketlerle ilgilenen, şiir ve nesir alanında epey deneyim kazanmış bir genç olarak İstanbul'a gelince Yine şiir, edebiyat dergi yayıncılığı ile ilgilendi. Gazetelerde, muhabir, sayfa sorumlusu ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Yayınevi kurdu, kitap yayınladı, kitaplar yazdı. Üçdal Neşriyat'ta sekreter ve musahhih olarak çalıştı. Bu arada, 1 Kasım 1966 tarihinde Ali Muammer Işın ve Ahmet Karabacak tarafından Millî Hareket adıyla Alparslan Türkeş'in lideri olduğu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)'ni destekleyen milliyetçi düşünceyi temsil eden 15 günde çıkan dergi yayımlanmıştı. Bu derginin 15 Aralık 1966 tarihli 4. sayısında Öner'n 'Bekamız İçin Birleşmeliyiz' başlıklı ilk yazısı yayımlandı. Ali Muammer Işın'ın ayrılması üzerine 8. sayıdan itibaren derginin sahibi Ahmet B. Karabacak oldu. Bu sayıdan itibaren Öner de, derginin Teknik Sekreteri, 48. sayıdan itibaren derginin Genel Yayın Müdürü oldu. Dergi, Eylül 1970'de yayımlanan 50. sayısı ile kapandı. 1969 yılında kurulan Ülkü Ocakları Birliği'nin de Genel Sekreteri olan Öner, bu dönemde, Birlik tarafından düzenlenen konferansı kitap hâline getirerek bastırdı. Erol Kılıç'ın başkanlığı döneminde de Birlik adına 'Ergenekon' adıyla bir dergi yayımladı. Bu arada, Cavit Ersin'in 'Millî Ekonomi ve Ziraat', Mustafa Eşmen'in 'Türk Köyü' ve Öncüler Dergisi'nde fikrî yazıları yayımlandı. Millî Hareket Yayınevi, 1970 yılında Cağaloğlu'na taşınınca Beyazsaray 41 numarada Öner, Ergenekon adıyla bir yayınevini kurdu ve Alparslan Türkeş'in Genişletilmiş Dokuz Işık kitabını yayımladı. 1972 yılı başında Ömer Seyfettin'in 'Millî Tecrübelerinden çıkarılmış Ameli Siyaset' isimli eserini Osmanlıca'dan yeni yazıya çevirerek sadeleştirdi. Bu çalışması Göktuğ Yayınevi tarafından 'Amelî Siyaset' adıyla bastırıldı. Bu, Öner'in basılan ilk kitabıdır. 1972 Mayıs'ında Denizli Lisesi'nde öğretmenliğe tâyin edilince Ergenekon Yayınevi'ni gençlere bıraktı. Denizli Lisesi'ndeki görevi sırasında sınıf ve okul gazetelerinin çıkarılmasına öncülük etti, Mevlana ve Âşık Veysel'le ilgili yazdığı senaryoları sahneye koydu, önemli şairlerimizin anma günlerini yaptı. Okula edebî ve kültürel faaliyetler yönünden bir hareket getirdi. Orada iken yazdığı Abdülhak Hâmit Tarhan isimli biyografi çalışması, 1974'te Toker Yayınları'nca basıldı. Ömer Seyfettin'in 'Türklük Mefkûresi' isimli eserini de Osmanlıca'dan yeni yazıya çevirerek 'Türklük Ülküsü' adıyla 1975'te Türk Kültür Yayınları arasında yayımlattı. 1975 Kasımında İstanbul'a Atatürk Eğitim Enstitüsü Müdür Yardımcısı ve Öğretim Görevlisi olarak döndükten sonra, bir taraftan anarşinin at koşturduğu okulda düzeni sağlamaya ve derslere girmeye çalışırken, bir taraftan da edebî çalışmalarına devam etti. Burada görev yaptığı üç yıl içinde 'Ülkücü Şehitlere Şiirler' (1975), 'Ülkücü Hareket'in Şiirleri ve Marşları' (1976) isimli antolojileri, 'Ârif Nihat Asya' (1978) isimli biyografi kitabını, Müslim Ergül ve Osman Nuri Ekiz'le birlikte Eğitim Enstitüleri Türkçe Bölümü 2. sınıf Yeni Türk Edebiyatı (Servet-i Fünûn'dan Cumhuriyet'e kadar) isimli ders kitabını hazırladı ve yayımlattı. Ortadoğu gazetesinde de bazı edebî makaleleri yayınlandı. Bu arada, aralarında S. Ahmet Arvasi'nin de yer aldığı bu okulda görev yapan yirmi arkadaşıyla 'Dokuz Işık' adıyla bir yayınevi kurdu ve bu yayınevi iki yılda on kitap yayımladı. Öner, şimdi geriye dönüp baktığında, her gün anarşik olayların yaşandığı arada öğretmenlerin ve öğrencilerin dövüldüğü ve yaralandığı hatta öldürüldüğü saat 08.00'den 24.00'e kadar devam eden bir mesai sırasınca bu kadar çalışmanın nasıl yapılabildiğine şaşırmakta, bunu gençliğine, dâvâsına olan inancına ve heyecanına bağlamaktadır. 1978 yılı ortalarında, Sinop'a tâyin olduğu ve orada anarşi nedeniyle güvenli bir çalışma ortamı bulamadığından çok sevdiği mesleğinden istifa etmek mecburiyetinde kaldı. Bu yıl içinde mezuniyet tezi olan Yusuf Akçura'nın Türk Yılı (1928)'nda yer alan 'Türkçülük' isimli 128 sahifelik uzun makalesini Osmanlıca'dan yeni yazıya çevrilmesini, sadeleştirmesini, önemli kişi, kurum ve kavramlarla ilgili notları içeren çalışmasını Türkçülük adıyla Türk Kültürü Yayınları arasında yayımlattı. Bu arada, hayatının üçüncü gazetecilik dönemi olan Hergün Gazetesinde Haber Müdürü olarak göreve başladı. Gazetede, bir taraftan bu görevi yürütürken, bir taraftan da haftada üç gün 'Ülkücünün Gündemi' isimli köşede güncel siyasî konularda fıkralar ve önemli olaylarda 1. sahifede imzasız yorumlar yazıyordu. 'Öz Yurdumda Garibim' başlıklı yurtlardan atılan milliyetçi öğrencilerin dramını anlatan röportajı ile 1978 yılında Ülkücü Gazeteciler Cemiyeti'ne 'En İyi Röportaj Yazarı' seçildi. 1979 yılında yine bu gazetede çalışmasını sürdürürken Toker Yayınları'ndan 'Nihal Atsız' isimli biyografik çalışmasını, Su Yayınları'ndan 'Köy Enstitülerinden Eğitim Enstitülerine' isimli araştırma kitabını yayımlattı. 1979 yılı başlarında gazetenin boşalan Yazı İşleri Müdürlüğü'ne getirildi. Dokuz ay bu görevi sürdürdükten sonra yıl sonunda öğretmenlik görevine dönmek için Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurdu. 1980 yılı Mart'ında İstanbul Kız Lisesi'nde depo öğretmeni olarak göreve döndükten sonra Nisan ayına da Şehremini Lisesi'ne tâyin edildi. Sakin Öner 12 Eylül 1980 İhtilâli'den sonra, Şehremini Lisesi'nde Müdür Yardımcısı olarak yeniden idarecilik görevine başladı. Burada okulun Kültür ve Edebiyat Kolu çalışmalarını yürüttü. Doğa isimli bir okul dergisinin yayınlanmasına öncülük etti. Bu arada Eğitim Enstitüsü'nde iken hazırlamaya başladığı Kompozisyon Sanatı (Düzenli Konuşma ve Yazma Sanatı) isimli kitabı tamamladı. Bu kitap, 1981 yılında Veli Yayınları tarafından yayımlandı. Ortaöğretim ve Yüksek Öğretim kurumlarında ders kitabı olarak okutulan bu kitap, Öner tarafından ancak 2005 yılında güncelleştirildi ve genişletildi. Okulun Tiyatro Kolu Başkanlığı'nı da yürüten Öner, 1981 yılında 'Gün Işığı' isimli oyunla Millî Eğitim Vakfı 1. Tiyatro Yarışması'na katıldı ve başarı kazanıldı. Aynı yıl Veli Yayınları'ndan İmla-Noktalama ve Cümle Bilgisi, Örnek Açıklamalarla Atasözleri ve Özdeyişler isimli kitabını yayımlattı. 1992 yılında Prof. İskender Pala ve Rekin Ertem'le birlikte Ortaokul 1., 2. ve 3. sınıflar için Türkçe ve Dil Bilgisi kitaplarını hazırladı. Bu altı kitap Deniz Yayınları tarafından yayımlandı. Beş yıl süre ile okutulan bu kitaplar eğitim camiasında büyük ilgi gördü. 'Millî Eğitimin İçinden' adıyla bir kurum içi halkla ilişkiler dergisi çıkardı. 1997 yılında Vefa Lisesi'nin 100. kuruluş yılı anısına bir anı kitabı hazırladı. Bu kitap Vefa Eğitim Vakfı yayını olarak 'Vefa Lisesi 125. Yıl Anısına' adıyla yayımlandı. 1997 yılı sonlarında seçtiği öğretmenlerle Milli Eğitim Bakanlığı'nın talimatıyla Lise 9., 10. ve 11. sınıfların Edebiyat, Kompozisyon ve Türk Dili kitaplarının yazımını sağladı ve editörlüğünü yapı. 2005 yılında da yeni öğretim programları ve tekniklerine göre hazırlan Lise 9. sınıf Türk Edebiyatı kitabının da editörlüğünü yaptı. Özlü Sözler isimli kitabı da1998 yılında Yuva Yayınları tarafından basıldı. 1998 yılı ortalarında yeniden Vefa Lisesi Müdürlüğü'ne dönen Öner, Kırk yılı aşkın bir süredir yazdığı şiirlerini topladı. Değerli Şairlerimiz Mehmet Zeki Akdağ, Ayhan İnal, Bestami Yazgan ve Yusuf Dursun'un beğenisi üzerine ilk şiir kitabını 2002 yılında 'İlk Dersimiz Sevgi' adıyla yayımladı. Sakin Öner, son olarak Vefa Lisesi'nin 13. kuruş yıldönümü münasebetiyle Edebiyat Öğretmenleri Hayri Ataş ve Hatice Gülcan Topkaya ile birlikte 'Vefa Lisesi 135. Yıl Anısına' isimli kitabı hazırladı. Bu arada 2001 yılından bu yana Yeşil-Beyaz isimli okul dergisinin yayınlanmasına öncülük etti ve bu derginin her sayısında bir yazısı yer aldı. 12 Eylül 1980'den sonraki dönemde başta Güneysu, Türk Edebiyatı, Dil ve Edebiyat olmak üzere çeşitli dergilerde yazıları ve şiirleri yayımlandı.