Ortadoğu’nun yeniden tasarımındaki önemli aktörler, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ve İsrail Başbakanı Netanyahu’nun son açıklamaları dikkat çekici.
ABD Büyükelçisi Tom Barrack Yunan gazetesi Kathimerini’ye verdiği röportajda şunları söylüyor:
“Eskiden Baharat ve İpek Yolları, Doğu’yu Batı’ya üç veya dört farklı güzergâhtan bağlıyordu. Ve bu refah yolu boyunca medeniyetler harmanlandı. Bu tekrar yaşanabilir ancak 1919’dan beri ulus devletler tarafından engelleniyoruz. Her devletin farklı bir hükümet türü tarafından yönetilmesi fikri pek iyi işlemedi.”
Açıkça bu şahıs; Ulus devlet yapılanmalarını kaldırmaktan, sınırları ve siyasal engelleri kaldırıp, enerji ve ticaret hatları temelli, bölgede yeni bir yapı kurmaktan söz ediyor. “Her bir ulus devleti ikna etmek zor oluyor. ABD’nin kontrolünde üniter ve milli olmayan bir devlet kurmamız lazım” anlamında konuşuyor.
Sözün içindeki “1919’dan başlayan” ibaresi önemli. Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter milli devlet yapısından hoşnutsuzluğunun ve “1916’da İngiliz ve Fransızların Sykes–Picot ile çizdiği düz çizgilerden ibaret devletleri” istemediğinin ifadesi.
Barrack daha önce “İsrail bölgede güçlü ulus devlet istemiyor” demişti. Şimdi ABD’nin de istemediğini açıklamış oldu.
ABD Büyükelçisi, Kıbrıs konusunda, “Sağlıklı bir vücudun ortasında apse olamaz. Vücudun her bir parçasının iyileştirilmesi gerekir” cümlesiyle KKTC için apse (irin) benzetmesi yaptı.
Barrack’ın birkaç ay önceki şu sözleriyle birlikte düşünelim: “Türkiye, İsrail, Körfez, Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün, kuzeye çıkın Azerbaycan, Ermenistan… Bunları birleştirdiğinizde dünyanın en güçlü bölgesi ortaya çıkar.”
Kanaatimce, ABD Planının bölgesel hedefi İran’a karşı Türkiye-İsrail cephesi inşa etmektir. Küresel boyutu ile de Çin’i karadan ve denizden Avrupa, Güney Asya ve Afrika’ya bağlayacak “Kuşak ve Yol projesini” işlevsiz bırakmaktır.
*********************************
Barrack- Netanyahu- Öcalan Aynı Senaryoyu Seslendiriyor
İsrail’in soykırımcı Başbakanı Netanyahu’nun “Ortadoğu’nun haritasını değiştiriyoruz, değiştireceğiz” ifadeleri ile ABD Büyükelçisinin sözleri nasıl da uyumlu değil mi?
Şimdi de İmralı’daki teröristbaşı Öcalan’ın kendisini ziyarete gelen MHP’li Feti Yıldız, AKP’li Hüseyin Yayman ve DEM’li Gülistan Koçyiğit’e söylediklerine bakalım. (Öcalan’ın söyledikleri gizleniyor ama DEM’li üye Koçyiğit’in Mezopotamya Haber Ajansı’na yaptığı açıklamalar sayesinde bilgi sahibi olduk.)
Öcalan’ın, “Ulus-devlet aşılmıştır, demokratik konfederal düzen kaçınılmazdır” mesajları, Barrack/ Netanyahu söylemleriyle aynı zeminde buluşuyor.
Aktörler farklı da olsa aynı senaryoyu okuyorlar.
Hepsinin ortak noktası şu: “Mevcut sınırlar, ulus devlet yapıları ve mevcut düzen sürdürülemez. Yerine daha esnek, ulus-devlet dışı bir Ortadoğu düzeni kurulmalıdır.”
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de “istenen değişimi” görmüş olmalıydı ki, Mayıs 2023’te yani “Terörsüz Türkiye” sürecini başlatmadan önce, “Önümüzdeki günlerde çok şey değişecektir, inşallah Türkiye değişmez” demişti.
Şimdi Bahçeli TBMM heyetini ve Genel Başkan Yardımcısını -“PKK’nın kurucu önderi” diye anmaya başladığı- Öcalan’ın ayağına gönderdi. Teröristbaşının Lozan’ı tanımayan, üniter milli yapımızı yıkma taleplerini tartışmaya açtırarak sinir uçlarımızla oynuyor. Bu, Cumhur İttifakı seçmeni açısından da açıklanması zor bir dönüşüm.
*********************************
Proje Eski Ama Türkiye İçin Risk Şimdi Daha Büyük
Başbakan Süleyman Demirel, Özel Kalem Müdürü Necdet Topçuoğlu ve birkaç genç bürokrata, tarihi bir olayı şöyle anlatır: (Bu anısını Necdet Topçuoğlu nokta TV’de benim hazırlayıp sunduğum Geniş Açı programında anlattı.)
ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in davetiyle, 1970’lerde İstanbul’da, Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’le birlikte, Kissinger ile bir görüşme yaptık.
Görüşmede Kissinger Türkiye’ye “hiç savaşmadan toprak kazandırma” teklifinde bulundu: “Süleymaniye, Kerkük, Ermenistan, Gürcistan, Kıbrıs, Batı Trakya ve adaların birleşeceği büyük bir federatif yapı” önerdi. “Tüm bunların sorumluluğunu size veriyoruz. Büyütülmüş devletin yönetimini siz sağlayacaksınız. Bu ekonomik büyüklükteki yeni yapılanma bölgenin çok güçlü devleti olacaktır” dedi.
Demirel devam ediyor: “Sayın Dışişleri Bakanı, bu bizimle birleştirdiğiniz parçalar yarın bir gün ayrılıp giderken, bizden ne kadar toprak götürürler?” diye sordum, bunun üzerine Kissinger sinirlenerek görüşmeyi sonlandırdı.
Demirel genç bürokratlarına şu uyarıyı yapar: “Bir gün önünüze federasyon veya konfederasyon getirirlerse asla kabul etmeyin.”
“Ulus devletler çöktü”, “Ortadoğu ümmet esasına göre yönetilmeli” sözleri, aynı projenin 50 yıl sonra tekrar ısıtılıp önümüze konulduğunu gösteriyor.
*********************************
Risk Neden Şimdi Daha Büyük?
Süleyman Demirel Cumhuriyet değerlerini benimsemiş bir Türk devlet adamı idi. Kissinger’in teklifine “Atatürk’ün dış politika ilkeleri çerçevesinde” cevap vermekte tereddüt etmedi.
Turgut Özal ekonomik alanda liberal olsa da siyasal İslamcıların yetiştiği MSP/RP geleneğinden gelen biri idi. Körfez Savaşı’nda ABD yanında Saddam’a karşı birlikte savaşmaya ikna edilmişti.
Özal’ın Körfez Savaşı’na “bir koyup üç alırız” mantığıyla girme hevesinden vazgeçmesi, “Federasyonu bile tartışalım” deyip sonra geri adım atması o zamanki kurumların güçlü olması sayesinde mümkün oldu. Başta Genelkurmay Başkanı, TBMM Başkanı ve diğer kurumlar itiraz etti, Genelkurmay Başkanı bu sebeple istifa etti. Bugün aynı fren mekanizmaları çalışmıyor.
Erdoğan Özal’dan daha İslamcı bir yapıdadır. Partisi AKP içinde siyasal İslamcı geniş bir grup var. Bugünkü iktidar çevresinin önemli bir kısmında, Osmanlı nostaljisi ve ümmetçi zihniyet, Lozan’ı “pranga / dayatma” gören söylem, Ortadoğu’daki Sünni siyasi oluşumlarla (Müslüman Kardeşler, bazı cihatçı gruplar dahil) doğal ideolojik yakınlık, “Yeni Osmanlıcılık – bölgesel lider Türkiye” hayali zaten güçlüydü.
Bu zemin, dışarıdan gelen “Ulus-devlet kalıbını aşalım, Sykes-Picot sınırlarını çöpe atalım, Türkiye merkezli, ümmetçi/Sünnî eksenli yeni bir bölgesel yapı kuralım” türü tekliflere psikolojik olarak çok açıktır.
Bir de buna “Erdoğan’a tekrar Cumhurbaşkanı seçilme imkânı sağlanmasını” ekleyince, ikna edilmeleri kolay olabilir. Erdoğan ikna olunca karşı çıkabilecek devlet kurumları da kalmadı.
Bu da Türkiye’nin en büyük riskidir.


