Anayasalar ulaşılamaz, değiştirilemez ilahi kanunlar değildir. İhtiyaç duyuldukça mutlaka değiştirilebilir.
21. yüzyılda gönül ister ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti anayasa meselesini halletmiş bir devlet olmalıydı. Ne var ki 150 yıldır bu memleket hep anayasa ve hukuk tartışması ile meşgul edilmiş ve bu güne kadar da bir netice alınamamıştır.
1808 senedi ittifak, 1839 Gülhane hattı Hümayunu, 1876 Kanunuesasîsi, 1921 ve 1924 teşkilatı esasiye kanunları 1961 ve 1982 Anayasaları bu Anayasalarda da zaman zaman büyük değişiklikler yapılarak yamalı bohçaya dönüştürülmüştür.
150 sene içerisinde ABD tek anayasa ile yönetilmiş İngilizlerin ise hiç yazılı anayasaları olmamıştır. Batı demokrasileri şu veya bu şekilde anayasa problemlerini halletmiş durumdadırlar. Acaba bizim bu sorunu halledemeyişimizin sebebi nedir? Bize göre temelde bir yanlışlık vardır. Bu yanlışlığı hep birlikte bulmak zorundayız. Anayasalarımız halktan gelen bir hareketle değil yukarıdan gelen bir zorlama ile oluşturulmuştur.
1961 ve 1982 Anayasaları millet iradesi dışında yapılmıştır. Gerçi her iki anayasanın başlangıç kısmında ” Milletin çağrısıyla ” ihtilal yapıldığı yazılı ise de böyle bir çağrı duymadık. Madem millet çağırmış neden gündüz ışığında değil de gecenin zifiri karanlığında gelmiştir.
12 Mart 1971 öncesi Sayın Demirel 1961 Anayasası için “Bu anayasa ile devlet yönetilemez” diyordu. 12 Mart 1971 ara rejimi Başbakanı Nihat Erim 1961 Anayasası için “Bu anayasa LÜKS” deyimini kullanmıştır.
1982 Anayasası için dönemin Yargıtay 1. Başkanı ” Bu anayasa imalat hatalarıyla doludur. Türkiye 21. yüzyıla bu anayasa ile girmemelidir” demiştir.
Şu halde bu milletin bedenine uygun bir elbiseyi yapacak onun ölçülerini iyi bilen bir terziye ihtiyacı vardır.
Gerek 1961 Anayasası gerek 1982 Anayasası ölçü alınmadan dikilmiş, sonra vatandaşa giydirilmiş bir elbisedir. Elbisenin bünyeye uyup uymadığına bakılmamış. Ancak elbise giydirildikten sonra vatandaşa sorulmuştur. 1982 Anayasasını halk yüzde 92 oyla kabul etmiştir. Ancak tartışmasız hatta aleyhte konuşmanın suç teşkil ettiği bir ortamda oylama yapılmış ve Cumhurbaşkanlığı seçimi de bu oylama içine alınmıştır. Çünkü Sayın Evren ayrı bir oylama yapılmasını istememiştir. Böyle bir ortamda elbette ki sağlıklı bir sonuç alınamazdı.
1961 Anayasası için bol elbise içinde oynamaya başladık yakıştırması yapılırken, 1982 Anayasası için de dar elbise içinde kıpırdayamaz olduk deniyordu.
Öyleyse yeni bir Anayasa hazırlanırken yeni Anayasanın hazırlanma şartları, kimler tarafından hazırlanması gerektiği, bütün sivil toplum kuruluşlarının görüşlerinin alınıp alınmayacağı ve yeni Anayasanın özelliklerinin neler olması gerektiği, Anayasada bulunması gereken ve bulunmaması gereken konular ve hükümlerin neler olduğu, ideal bir Anayasanın genel hatlarının nasıl olması gerektiği ortaya konmalıdır.
Mesela; Cumhurbaşkanlığı, YÖK, RTÜK, Özgürlükler, Devletin bölünmez bütünlüğü, terör, Türk Bayrağı, Türk Dili, Sendikalar, Yargı bağımsızlığı, Kuvvetler ayrılığı gibi önemli konular yeni Anayasada nasıl düzenlenecek bunları Milli Mutabakatlar ışığında düşünmek gerekmektedir.
Yolsuzluğun, çetelerin, kanunsuzlukların, adalet dağıtımının gecikmesinin hatta adaletin bağımsız olmadığının sık sık konuşulduğu ülkemizde yargının tüm yaptıklarını işe yaramaz hale getirmek olarak algılanabilecek bu tablo akla şu soruyu getiriyor. Yaptığı her şey yasamanın siyasal omurgalı müdahaleleriyle yıkılan veya ters yüz edilen bir yargı, hangi şevk ve azimle iş yapacak sonuç üretecektir?
Tarihten şunu öğreniyoruz ki ekonomik ve siyasi gelişmelerini hızlı, dengeli ve sağlıklı biçimde yapamayan toplumlarda siyasi rejim ve demokrasi sık sık kesintiye uğramaktadır. Hazırlanacak Anayasanın toplumun hemen hemen bütün kesimlerinin geniş bir mutabakatı alındıktan sonra ortaya çıkartılması düşünülmelidir.
Ayrıntıya inmemeli, birinci sınıf bir demokrasinin çerçevesini kurmalı, temel hak ve özgürlükler güvence altına alınmalı, ancak bu özgürlüklerin devletin bölünmez bütünlüğüne zarar verecek şekilde kullanılması da kesinlikle önlenmelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilkelerinden ve üniter yapısından taviz verilmemelidir.
88 yıldır çağdaş uygarlığın peşinde koşuyoruz, ama yakalayamadık. Acaba neden yakalayamadık? Kesinlikle kovalamıyoruz buna iyi bakmak lazım. 88 yıl az bir zaman değil ama çağdaş uygarlığa ne kadar yaklaştık? Bu zaman içerisinde ekonomik imkânları ve şartları ne kadar doğru kullandık, ne kadar israf ettik?
Politika kartları doğru oynamayı gerektirir. Ülkenin coğrafyasını değiştirmeye çalışanlar var. Ülkenin doğal kaynaklarının doğru kullanılması gerekir.
Yeteri kadar iyi yetişmiş insanı olmayan mevcut yetişmiş insanını da değerlendirmesini bilmeyen bir ülkenin dışarı da düşman aramasına gerek yoktur.