Yazmayı seven birisinin elinde kalem tıpkı hayat gibi acımazsızdır. Bazen kağıda batırır kalemi, bazen kalbine…Kağıda batırdığı zamanlar yarı kabullendiği acının üzerini örterek yazar. Kalbine batırarak yazdığı zamanlar tam kabullendiği acının üzerini asla örtemez. Yazmak bir avaza ve çığlığa benzer. Gider sesiniz dağlara, yankısı vurur taş duvarlara. Yazmak bir türküye benzer, bazen bir ağıt olur, bazen hoyrat. Hani bir dağ başında çobanın azık çıkınından çıkan acı güneyik gibi ağzınızda hem acı hem alışkın olduğunuz bir tat bırakır….
Yazmak diğer bir anlamda insanın içini dökmektir.
Acılarınızı, hayallerinizi, umutlarınızı, kayıplarınızı dile getirirsiniz.
Üstesinden gelemediğimiz hayatın en kolay sığınma yeri kalemdir. Kulaktan şifa görmeyen tek organ kalptir. Yazmanın ve okumanın insana kattığı değer kelimelerle ifade bile edilemez.
Yazmaya başladığımdan beri şu soruyla hep karşılaşıyorum:
“Neden yazıyorsun, bu kadar kelimeleri bir araya getirince ne anlıyorsun?” Bazen bu soruya kızdığımda oluyorsa da cevap vermek boynumun borcu oluyor ve diyorum ki…”yazmak acının hızını kesiyor ” bu seferde yüzüme öyle boş boş bakıyorlar ki…Hani utanmasam o yüzü elime bir kalem alıp şiirle karalayasım geliyor.
Algıda seçilik
Mevsim bahar
Düşen cemreler havaya, suya,toprağa herkesin gözünde aynı algıyla düşmüyor.
Büyük şehirde yaşayanlar için düşen her yağmur kirliliği yıkıyor.
Köyde yaşayan biri için düşen her yağmur, topraktaki buğdayı filizliyor….Dönüşüm kutusu dünya, insan da buna dahil….
Yazan kalem, yıpranma payı almış memurlar gibi ödülünü şiirden alır. Kendi adıma edebi değeri var’mıdır, yokmudur demeden kalem ehli insanları daha değerli buluyorum.
Her şair yaşadığı dönemin şairidir.
Birinci yeni şairlerden Orhan Veli Kanık ölçüsüz vezinsiz şöyle diyor…..
Bir duyma da gürültüsünü
Dallarda çıtırdayarak açılan fıstıkların,
Gör bak ne oluyorsun.
Bir duyma da gör şu yağan yağmuru;
Çalan çanı, konuşan insanı.
Bir duyma da kokusunu yosunların,
Istakozun, karidesin,
Denizden esen rüzgârın…
Şair insanı ve doğayı görmeye çağırıyor. Bundan daha güzel çağrımı olur.
İkinci yeni şairlerimizden Edip Cansever de şöyle diyor:
Ağıt
Gün bitti. Saat kaç. Bitecek mi bir gün savaşımız
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de
Dönüp dönüp arkamıza baktığımız
Bir dünya kalıntısı üstünde
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de.
Bizim de hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı?
Öyle ya ben olsam ben de sorardım, hak edilmiş hüzünlerimiz var mı diye. Bazen o kadar büyük acıları üstleniyoruz ki sırtımıza, hiç de hak ettiğimizi düşünmüyorum. Acıyı yaşamak başka yoruyor, tanık olmak başka yoruyor. Farkında olan gözün, kan çanağı olan gözü görmesini hiç yazmıyorum bile.
Yazmanın ”acının hızını kesmek ” olduğunu tanımlarken hiç de zorlanmıyorum. Kalbimden kaleme, kalemden kağıda geçiş süresinde, acı hızını kaybediyor.
Ölümden Öte…
Ölümden öte bir köy var yüreğimin kuytusunda
Şiir den kanatlarımla hep oraya sığınıyorum
Çocuk düşlerim bahar vurgunu
Sürgünlüğüm çocukluğumdan kalma
Ne söylediysem şimdiye kadar hep eksik söyledim
Gerekirse tam da söylerim, sıkıntı yok…
Zeytin kelimeler