Yazarın Vefatı

97

İki yazar-gazeteci İstanbul’da aynı haftada vefat etti; Ali İhsan Göğüş ağabey ve Necdet Sevinç. Gaziantep kökenliydiler. Necdet Sevinç ise aynı zamanda yaşıtımdı.

Her iki cenaze de merhum şair Rıza Beşer’inki gibi cami cemaati dışında 4 inanmış insan ile defnedilmedi. Hasan Celal Güzel’in de dayısı olan Ali İhsan Göğüş gazeteciliği ve yazarlığı dışında Turizm ve Tanıtma Bakanlığı da yapmış, müteveffa İsmet İnönü’nün her daim yanında olmuş ve hatıra kitabına O’nun adıyla başlamıştı.

İstanbul Şişli Camii’nde resmi bir cenaze töreni düzenlendi. Tabut çepeçevre Türk bayrağına sarıldı. Değişen kanunla tabutu asker-polis değil bu defa siviller taşıdı. Rahmetli Mustafa Rüştü Taşar’ın tabutunu sivillerin taşımasına müsade edilmemişti. Tabutun üzerinde ise tek kızı olan Zeynep Göğüş’ün “Zeynon” yazılı çelengi vardı. Çiçek bahçesi gibiydi cami avlusu ayrıca. Devlet ricali yanında, çok sayıda meslektaşı, hemşehrileri, dostları, arkadaşları vardı.

Sevgi Disiplini Yenip, İlkeleri Geride Bırakınca!

Hatırımda kalan ve günümüzde hem siyaset, hem STK için hala geçerli bir anektod aktarmak isterim. Bir önceki Başkan Beyhan Çenkçi ve yönetimin ricasıyla Ali İhsan Bey Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na tek aday olarak girmişti. Lüks bir liste basılmış, Ali İhsan Göğüş’ün adı yaldızlanarak dikkat çekilmişti. Ali İhsan Bey’in adının altında da yeni yönetim kurulu üyeleri, yedekleri, denetim kurulları vesaire yazılıydı! Çeyrek asrı aşkın Başkanlık yapan Beyhan Çenkçi de bir konuşma yapmış ve aday olmadığını belirterek Ali İhsan Göğüş’e destek istemişti. Böyle bir değişimin olacağına kimse inanmıyordu ama, Ali İhsan Bey herkesin ağabeyiydi, kibar, dürüst, itibarlı ve gayretli olması dolayısıyla cemiyeti bir yerlere getirerek çıtayı yükseltmesi bekleniyordu.

Sandıklar açıldı. Ali İhsan Göğüş değil, Beyhan Cenkçi bir kere daha kazandı! Beyhan Kürsüye çıktı bir teşekkür konuşması yaptı ve dedi ki “Disiplin ve ilkeler sevgiye mağlup olmuştur. Hepinize teşekkür ederim!”

Hatırlanırsa barajı aşamayınca genel başkanlıktan çekileceğini açıklayan bazı siyasi parti liderleri de aynı mazerete (!) sığınarak koltuklarını koruyorlar. Ali İhsan Göğüş çok üzülmüştü, ama yorum yapmadı, köşesine çekildi.

Ali Kıran Baş Kesen Politikalar

Necdet Sevinç’i vefatından birkaç gün önce Recep Aslan ve Saadettin Kaplan ile birlikte gittiğimiz Avrasya Bir Vakfı’nda Erdoğan Aslıyüce’den sormuştum; “İyi değil, durumu kötüye gidiyor, Allah sabır ve şifa versin” demişti.

Necdet  Sevinç dönem arkadaşım. 27 Mayıs Askeri darbesi ve Milli Eğitim Bakanı İbrahim Öktem yönetimi okullarda “Ali kıran, baş kesen” politikası uyguluyordu. Onlar gibi düşünmeyince itirazlara tahammülü yoktu. Benim neslim bundan nasibini aldı ve okullardan uzaklaştırıldı. Gaziantep’te kitapçılar Abdülbaki Özsimitçi’nin İrfan, Ahmet İhsan Genç’in Rahmet Pazarı’ndan kitap, gazete ve dergi alarak okuyor, okul dışı kendimizi yarınlara hazırlıyorduk. Vay sen misin mektep dışı kitap okuyan!.. Ben mecburi tasdikname alacağımı anlayınca ayrılarak Vefa Lisesi’ne kayıt oldum. Necdet Sevinç ise okulu bıraktı, bıraktırıldı. Suçu ise Darvin nazariyesini kabul etmeyerek, insanın Adem ve Havva’dan türediğini savunması. O günün modası olan Marksist bir felsefe hocasının Allah’ın olmadığını iddia etmesine mahalli gazete Haber’de sert bir cevap verdi. Disiplin Kurulu kararıyla okulla ilişkisi kesilmişti!. Rahmetli Nazım Gökçek teselli etmişti. Sınıf birincisi Nazım da Risale-i Nurlar için tahsilini yarıda bırakarak hizmete koşmuştu. Prof. Dr. Zekeriya Beyaz da o yıllarda din görevlisiydi ve lise bitirmelere hazırlanıyordu.

Necdet, Nazım Gökçek’in düşüncelerine sıcak bakmadı. Gaziantep’te Gazete Haber ve Durum’da gazeteciliğe başladı. Ben ise Faik Muhsinoğlu’nun Yeni Ülkü Gazetesi muhabirliğini yapıyordum. Necdet Sevinç daha sonra soluğu İstanbul’da aldı. Babıali’de Sabah Gazetesi’nde ikimiz de profesyonel gazeteciliğe başladık. Cağaloğlu Şerefefendi Sokak’taki Güneş Matbaacılıkta basılıyordu Babıali’de Sabah. Ben muhabirdim, Necdet Sevinç ise Spor sahifesi sekreteri. Az konuşurdu. Necdet. Tamamen kendini işine vermişti.

Nahil Atsız Bir Döneme Etkili Oluyor

Nihal Atsız daha orta mektepte iken bile Türk Ülküsü ve Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kurt, Dokuz Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi, Ruh Adam adı kitapları ve yayınladığı Atsız, Orhun, Orkun ve Ötüken dergileriyle bizi kucaklıyordu. Necdet Sevinç ve ben dahil bizim kuşak bu eserlerden çok etkilendiler. Sultan İkinci Abdülhamid’in kızıl değil “göksultan” olduğunu öğrendik Türk Ülküsü’nden.

Ne zamana kadar sürdü bu etkileşim, en az onlar kadar faydalı, alternatif yazar ve eserleri tanıyana kadar. Necip Fazıl, Eşref Edip de Babıali’de Sabah’ta yazıyordu. Necdet Sevinç Nihal Atsız’ın denizinde yüzmeyi sürdürdü. Oğlu Yağmur Adsız’ın, babası Nihal Atsız’a ilişkin din dahil görüşlerini açıkladığı düşüncelerle Necdet Sevinç kendini örtüştürmüştü. Bu konuda en yakınlarıyla bile acımasız tartışabiliyor, kararını etkileyebilecek olanlara kızıyordu.

Komünistlerce şehit edilen Abdülbaki Özsimitçi de aynı kulvara girdi. Politika öne çıkmıştı, öncelikli olmuştu artık. Siyasete giremedi ama yönlendirmeye çalıştı. Ülkücü kuruluşlara destek verdi. Ağabeylik yaptı. Sağdaki koalisyon hükümetleriyle alakalı olarak “Lağım suyuyla, pınar suyu birbirine karışabilir mi?” diye dikkat çekmesi, sorgulaması çok tartışıldı. Gününün Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Süleyman Ateş’i etnik kimliğinden dolayı tenkidi de aynı sertlikle karşılandı. Böylece de milliyetçi kesimin bir yazarı oldu. Yavuz Selim Demirağ, etkilendiği, sert yazılarına kahramanlık olarak baktığı “Küçük Dev Adam” diyor ağabeyi ülküdaşı Necdet Sevinç’e. Necdet Sevinç de Yılma Durak gibi ufak tefekti. Ancak yazı ve açıklamalarının yansıması büyüktü.

Gazetecilik Heyecanı ve Yazar Sorumluluğu

Necdet Sevinç yazı hayatından ve gazetecilikten mahkumiyet kararlarına,  kelepçelenmesine, zindanlara girmesine, bıçaklanmasına ve kurşunlanmasına rağmen hiç kopmadı. Hergün, Bizim Anadolu, Ortadoğu, Kurultay, Büyük kurultay, Türkeli ve Günaydın ile Yeniçağ gazetelerinde çalıştı.  Rahmetli Mehmet Emin Alpkan’ın sahibi olduğu Bizim Anadolu’daki yazıları ülke genelinde ses getirdi.

Abdülkadir Billurcu, Yaşar Okuyan, M. Ali Yörük, İrfan Atagün, Sahir Özbek ve öteki arkadaşlarıyla iyi bir kadro kurdular. Bayrampaşa, Paşakapısı, Silivri ve Kastamonu Daday, Erzincan Tercan Cezaevlerinde beşbuçuk yıl hapis yattı. Acının Tadı gibi hapishane hikayelerinde ki Metin, Necdet Sevinç’tir. Kendisini “Mahpus Metin” olarak anlatıyor.

Ülkücüye Notlar, Yazarını Kurşunlatan Yazılar, Sanık Yazılar, Tutanak, Ferman, Eski Türklerde Kadın ve Aile, Arşiv Belgeleriyle Tehcir, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Pontusla Hesaplaşma, Osmanlılarda Sosyo-Ekonomik Yapı, Osmanlı’dan Günümüze Ajan Okulları, Misyoner Okulları, Orduda Mason ve Komünistler, Osmanlının Yükselişi ve Çöküşü, İstiklal Harbi’nde Etnik İhanet, Gaziantep’te Türk Boyları, İstiklalin Bedeli (Gaziantep’teki bağımsızlık direnişinin romanı), Acının Tadı gibi kitaplara imza koydu.

Milliyetçi-ülkücü harekete ve genç meslektaşlarına hocalık yaptı. Yazarak savunmayı öğretti. Katı denilebilecek düzeyde ödünsüzdü. Mağrurdu.

Fatih Camii Avlusu

Ülküdaşları ona “Kutup Yıldızı” veya “Milliyetçilerin Keskin Kalemi” yahut “Küçük Dev Adam-Yiğit Türk Münevveri” diyor. Necdet Sevinç’e göre bir fikir hareketinin içinde olmak Allah’tan başka hiç kimsenin önünde eğilmemeyi gerektiriyor. Dünyaya tenezzül etmemek de şart. Daha yolun başında her zorluğu kabullenip, tevekkül ile karşılamak, yaradana sığınmak da ön şart.

Necdet Sevinç kanser tedavisi görüyordu. En yakın dostlarının üzülmemeleri için gelmesini bile istemiyor “Beni tanıyamazsınız” diyordu. Durumunun ağırlaşması üzerine evinden alınarak Florance Nightangel Hastanesi’ne götürülmüş, aynı gün de sabaha karşı ruhunu teslim etmişti.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Sendikası Türk basınının bu önemli kaybını, ömrünü mesleğine vakfeden bu yazarın vefatını duyurmadı, üyelerine bildirmedi, taziye yayınlamadı! Ülkücü Gazeteciler Derneği ise sanırım hayatta değil! Ama Fatih Camii’ndeki cenaze namazı bir miting alanı gibiydi. Milliyetçiler kurultayı dense yeriydi. Türk milleti Necdet’ine sahip çıktı. Hemşehrisi ve dönem arkadaşı Prof. Dr. Zekeriya Beyaz bir konuşma yaptı musalla taşının önünde. Sonra Necdet Sevinç’in tabutunu omuzlara almak için adeta bir yarış başladı. Allah taksiratını affetsin, mekanı cennet olsun, nur içinde yatsın.

 Sadece kanser tedavisi ve mahpusluk değil zaman zaman karşı karşıya kaldığı işsizlik de, siyaset oyunları da, vefasızlık da O’nu etkilemişti. Ama muhabbeti koyuydu. İyi ki onca eserleri yazmış,  yeni nesillerin istifadesine sunmuş. Keşke bir de draması çekilse Necdet’in? Ne dersiniz?! 1960 Askeri Darbesi ve Anayasası’nın ardından fikir hareketlerimizin bir panoraması çıksa ortaya.