Yazarın Ölümü

87

 

Beşir Ayvazoğlu anlattı: İstanbul’da Türkiye Yazarlar Birliği’nin Kızlarağası Medresesi’nde bir toplantıda Mustafa Miyasoğlu ile birlikte konuşmacıydım. 2013’ün sanırım Ocak ayı falandı. Sıra Mustafa’ya gelmişti, güzel konuşuyordu. Bir ara ne dediği anlaşılamadı. Konuşmalarında gel-gitler oldu. Öyle bir hal aldı ki “Mustafa böyle konuşmaz” diye aklımdan geçiriyordum, beyninde ur olduğunu öğrendim. Daha sonraki günlerde ise Bakırköy’de bir hastanede tedaviye başlandığını bildirdiler.”

Mustafa Miyasoğlu’nun eşi Nilüfer Hanım ESKADER’deki vefa toplantısında şunları aktardı: “Bakırköy’den sonra Bağcılar’daki bir özel hastanede tedavisi devam etti. Morali yüksekti ve bu hastalığı atlatacağına inanıyordu. Seviniyordu bu motivasyon yüksekliğine. Çünkü “Daha çok yapılacak işlerimiz var” diyordu inancının gereği. 80 yaşına kadar yaşaması için dua ediyordu. Ama öyle olmadı gittikçe kötüleşti. Hastalığının son bir haftasında artık konuşamıyordu bile. Gözleriyle anlatıyordu. Son günlerde yanına gittiğimde elini tuttum. “Sana şarkı söyleyeyim mi?” dedim. Türk Sanat Müziğini çok severdi. Gözüyle “evet” dedi.

“BERABER AHDE BAĞLANDIK..GEL EY CANAN!”

Daha sonra Nilüfer Hanım Mehmet Akif Ersoy sözlerini yazdığı, Şerif İçli’nin Hüseyni/ş/aksak makamında bestelediği şarkıyı okuyor:”Ezelden aşinanım ben, ezelden hem zebanımsın/Beraber ahde bağlandık ne olsa yar-ı canımsın/ Ne olsan zerrenim, kalbimde hala çarpar esrarın/Gel ey canan, gel ey can kalmasın ferdaya didarın”

Mustafa Miyasoğlu duygulanıyor ve ağlamaya başlıyor, eşinin avucundaki elini daha şiddetli sıkıyor. Nilüfer Hanım “Eğer ağlayacaksan söylemeyeyim. Bırakalım ne dersin?” deyince gözyaşlarını silerek, gözleriyle” hayır devam et” diyor ve eşinin söylediği eseri dinleyerek şarkı tamamlanıyor.

Nilüfer Hanım 10. Dönem Gümüşhane Milletvekili Ekrem Ocaklı’nın(1914-1977) kerimesi. Evliliklerine, İslami Edebiyat Ekolü’nün kurucusu yazar Ali Nar vesile oluyor, tanıştırıyor. Ekrem Ocaklı’nın ikematgahı adeta bir mektep gibi; alim, sanatçı, edip, politikacı, yerel yönetici, kanaat önderi ve maruf insanların sık sık buluştuğu bir mekan. Kendisi ehl-i tarik ve nakşibendi. Ayrıca Bediüzzaman’a bağlı bir aydın. Risalei Nurları  askeri darbe sonrasındaki karalama, tehdit, taciz ve tutuklamalara rağmen sıkıyönetim dönemlerinde bile yanından ayırmayan, okuyan, değerlendiren bir memleketsever. Nilüfer Hanım böyle bir hanede büyümüş. Babası “seni zor dönemler bekliyor” dediğinde henüz 17 yaşında ve Mustafa Miyasoğlu ile nişanlanıyor. Artık bu beraberlik ömür boyu sürecektir. Nilüfer Hanım’a aşkını ifade eden örtülü bir şiir yazarak, ithaf ediyor yıllar önce Mustafa Miyasoğlu. Bu örtü yıllar sonra kalkıyor ve ESKADER toplantısında okuyor.

AİLE KÜLTÜRLE ÖRTÜŞMÜŞ

Nilüfer -Mustafa Miyasoğlu’nun Mehmet, Emre ve Eren adında üç çocukları oluyor. Miyasoğlu Ailesi artık bütün kültürel toplantılara birlikte katılıyorlar, Mustafa’nın sohbet, konferans, panel konuşmalarını hep beraber izliyorlar. Çocuklardan bir tanesi de sürücülüğünü yapıyor babasının.  Mustafa Miyasoğlu ailesine zaman zaman ev ödevi de veriyor, bazı kitapların okunması ve özetinin çıkarılması konusunda. Nilüfer Hanım ilk geçer notunuAhmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey ve Rakım Efendi romanının özetinden alıyor. Oysa böyle bir beklentisi yoktur Nilüfer Hanım’ın tam tersi kızdığını belirtmek için de kağıda parafını öyle büyük atıyor ki dikkati çeksin diye.

Miyasoğlu ailesi bir edebiyat, bir sanat, bir kültür homojenliği içindedir. Ortak yanları önce bu yanlarıdır. Sadece yorucu olan Mustafa Miyasoğlu’nun sürekli ürettiği projelerdir, verdiği görevlerdir, telefon dahil uzun konuşmalarıdır. Yürümek yok, koşmak gerekmektedir Mustafa’ya göre.

Miyasoğlu Ailesi ayrıca kendi kesimlerindeki diğer sanatçı, kültür ve medeniyet ugraşı veren ailelerle de (Vahap Akbaş, Muzaffer Doğan gibi)maile görüşerek bir ilke imza atmaktadır. Örnek adımlar atılmakta, girişimler gerçekleştirmektedir. Gidip gelmekler arttıkça, aileler arasında ortak yanlar da ortaya çıkmaktadır.

KİTAP YASAĞINA KESKİN TAVIR

Mustafa Miyasoğlu’nu kısa adı MTTB olan Milli Türk Talebe Birliği’nde tanıdım. MTTB sağın, muhafazakar kesimin, milliyetçilerin, islamcıların önemli merkezi olduğu kadar, zıdlarının da hedefi içindeydi. MTTB gençliğe ve üniversite öğrencilerine fakültelerinden çok daha fazla bilgi vermiş, hayatı tanıtmış, sorumluluğunu hatırlatmış, özelliğini ve güzelliğini ortaya çıkarmış, muhit edindirmiş, uzmanlığı ne olursa olsun stajerliğini yaptırmış bir kuruluştu. Her MTTB dönemi yenilikler kazandırmıştır insanımıza ve gençliğimize. Ancak MTTB kadroları sona doğru kolaylığa kaçınca işin şekli değişmişti. MTTB Kitap Kulübü 1977’den sonra genel başkanın bağlı olduğu kanaat önderinin okunmasına müsade ettiği yayınların satılmasını uygulamaya koymuştu. Bu kitap çeşitleri de sadece birkaç türdeydi. Oysa MTTB Kitap Kulubü gençlere ucuz, yeni, iskontolu her sahada tarih, ekonomi, sosyal hayat, edebiyat, roman, hikaye, şiir, felsefe, dini bilgiler, ansiklopedi, hatta ders ve kurs kitapları dahil her dalda yayını gençlere ulaştırıyordu.

Sırdaş Yayınevi’ni de 4 MTTB’li Burhaneddin Kayhan, Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Mehmet Babayiğit ve Selahattin Sadıkoğlu’yla birlikte kurmuş, 10’u aşkın eser yayınlamıştık. Kavgamız adlı eserde ise MTTB, Ülkücüler ve Marksistler anlatılıyordu. Bütün eserlerimize ambargo uygulanıyordu. Bunu konuşmak üzere gittiğimde Mustafa Miyasoğlu’nun bu konuyu tartıştığını gördüm. Hiç de güzel şeyler söylemiyordu bu kitap yasağına karşı. Kendisinin de birkaç kitabı yayınlanmıştı. Üstelik bu kitaplarda hep biz vardık. Onların da MTTB Kitap Kulübü’ne girmesi mümkün değildi. Sonra orada edebiyatçı yazarlar Abdullah Uçman ve Durali Yılmaz’ı gördüm. Onlar da aynı dertten muzdaripti.

KUŞAĞIMIZIN BİZİ ANLATAN İLK ROMANCISI

Mustafa Miyasoğlu Geçmiş Zaman Aynası’nı imzaladı verdi. Kaybolmuş Günleri çok sevdim. Muhacir nefisti. Sadece Yüksek İslam Enstitüsü hocalarından Ahmet Davutoğlu İttihad’ta kızıl mezalimi anlatırken Güzel Ölüm’ü hatırlatıyordu sanıyorduk. Mustafa Miyasoğlu çıkınca dedik ki Allah herkese “Güzel Ölüm” nasib etse keşke. Dönemeç’e 1982’de Türkiye Yazarlar Birliği olarak yılın romanını, romancısını seçtiğimizde inanın yazarlarımızın sayısı bir elin parmakları kadar azdı. Çünkü talebe iken mücahit olan çoğu insan nasılsa bu işi Üstad Necip Fazıl Kısakürek götürüyor diyerek daha fazla para kazanılacak meslekleri seçiyorlardı! Kültür, sanat, edebiyat, medeniyet hareketlerine çok az insan gönül vermişti. İşte Mustafa Miyasoğlu da bunlardan biriydi. Bizim nesilin ilk romancısı diyebilirim.

İnsanların bürokraside yükselmeyi programladığı bir dönemde o herşeye rağmen öğretmenliği ve öğrenmeyi tercih etti. Hemşehricilik hiç yapmadı. Hiç bir cemaatin içinde olmadı. Partiye patırtıya katılmadı. Hep bağımsız aydın olarak herkesin ve herkesim insanımızın  değişimini, çatışmalarını, aşklarını, sancılarını, dönüşümünü yazı ve kitaplarına konu etti. Çok proje üretti.

Kısa adı TYB olan Türkiye Yazarlar Birliği’ni kurduğumuz (1978) yıllardı. Bize o kadar çok teklif ve ortak proje yapılması konusunda önerilerle gelirdi ki tarifi mümkün değildi. Kültür ve Sanat Yıllıkları mesela öyleydi. Bunların bir kısmını epeyi süre konuştuğu telefonla gerçekleşetirir, faturasını da öderdi. Oysa bazılarını bilirim ki bedavaya gelmesi için TYB telefonunu kullanırdı genel merkeze gelerek!. Ankara’dan İstanbul’a  geldiğimizde bizi hiç yalnız bırakmazdı. Anlatır, katkı ister, değerlendirmelerde bulunurdu. Konuşmaktan, anlatmaktan hiç usanmazdı. Suffe Yıllığı için yazılar istedi yazdım, anketlere katılmamı arzu etti katıldım. Oysa o yıllarda kültür hareketleri neredeyse dibe vurmuştu.

NEDEN VE NİÇİNİN CEVABI

Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü sanki Mustafa Miyasoğlu’nda yumaklanmıştı. İdealizm sahibiydi. Gençlere öncelik tanırdı. Edebiyat ve sanatla soluk alıp verirdi. Yazı biçimlerini (şiir, roman, deneme vs) çoğaltmak veya azaltmaktan öte her konu ve teması bir idealizm içerirdi, ısrarcı ve takipçiydi. Paylaşmayı üretmek kadar önemserdi. Bir kültür bakanının, dışişleri veya içişleri bakanı gibi değil kültür bakanı gibi konuşmasını isterdi. Kitap okumayan, sanat galerini ve müzeleri gezmeyen, yayınları takip etmeyen, tiyatro ve sinemaya bigane, müzikten habersiz siyasilere acırdı. Üstadın “mütebessim ahmak” veyahut da “mukaddes enayi” tanımlamasını bu kesime iyice yakıştırırdı. Kendi insanımız olan yöneticilerimizin ufuk açan konuları gündeme taşıması gerektiğini anlatırken, kendisine kızacaklarını bildiği halde onların peşini de bırakmazdı.

TRT yıllardır zahiren Mustafa’nın çizgisinde de neden bir eserini ekrana ve mikrofona yansıtmaz ki? Türkiye neden ve niçin ilimde, edebiyatta, sanatta, kültürde ve medeniyette fikir ve üretim fukaralığı çekerin cevabı Mustafa Miyasoğlu’nu ve gönüldaşlarını hep meşgul etmiştir. Gerçekten neden ve niçin?

Mehmet Nuri Yardım ve Şerif Aydemir Mustafa Miyasoğlu’nu ziyaret edeceklerdi. Kafileye ben de dahil oldum. Topkapı’dan Bağcılar tramvayına binecektim. Meğer görüştürmüyormuş  hastane, programı iptal ettik. Medyada hiç haber çıkmayınca hastalık süreci ile alakalı iyileştiğini düşünerek espri yapacaktım, birkaç gün sonra cep telefonundan aradım, “Merhaba Mustafa” deyip biraz da müziplik düşünmüştüm ki “Ben oğlu Eren” demez mi? Kendine geldiğinde selamımı iletin deyip kapattım umutsuzluk içinde. Yüreğime dert yüklendi sanki.

 

Mustafa Miyasoğlu’nu en son Çemberlitaş’ta bir kültür programından çıkarken görmüştüm. Ben geç kalmıştım, toplantıya girerken kendisi çıkıyordu. Sinirlenmişti, onun için terkediyordu toplantıyı. Bir kısmı dönem arkadaşı, bazılarının kemikleri kalmamış löp ete dönmüş, ispatı vücutçular için “Kardeşim Çiftçigüzeli adam toplantıya gelmiş konuşulanları dinleyeceğine bizlerin bile duyabileceği sesle ihale takip ediyor.. Allah islah etsin bu sefiltürkleri!” diyordu üzülerek. Her deyiş ve tespitinde Üstad Necip Fazıl Kısakürek eksik değildi. “Aceze basın” da bunlardan biriydi, eleştiri kültürü de. Her ikisine de rahmet ve minnet.

GÜZEL ÖLÜM EKRANA..EDEBİYAT FAKÜLTESİNE İSİM

Miyas ne demek bilmiyorum. Lügatlerde de bulamadım. Yanımda oturan Sayın Mehmet Tekelioğlu “Munis’ten mi geliyor acaba?” dedi. İzmir Milletvekili Prof. Dr.Mehmet Tekelioğlu ESKADER’de şöyle konuştu: “Abdullah Gül Bey ve ben Kayseri’den üniversitede okumak için İstanbul’a geldiğimizde Mustafa Ağabey bizimle yurttaki odasını paylaşmıştı. Çok iyiliğini gördük.” diye vefa gösterdi. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül hastanede Mustafa Miyasoğlu’nu ziyaret ederek başka bir ilke imza attı.

Keşke bu ilkler sanatçılarımızın, kültür ve sanat  adamlarımızın, medeniyet gönüllülerimizin hayatta olduğu zamana da denk gelse!. Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi’ndeki bir bölüme mesela Mustafa Miyasoğlu Edebiyat Fakültesi ismi yakışır mı ne dersiniz?