Gazete haberine göre, ülkemizin dört bir yanından gelen üzücü haberler dolayısıyla kayıp çocuklara dair açıklanan son istatistikte Türkiye’de beş binin üzerinde çocuk kayıpmış. Son üç yılda sayının bir miktar daha arttığı tahmin ediliyormuş. Yetkililer, kayıpların daha çok tatillerde ve bayramlarda yaşandığına dikkat çekiyormuş ve ‘Sizin dalgın olduğunuz bir an, onlar için büyük bir fırsattır. Çocuklar kaybolmuyor, kaybediliyor’ diyerek aileleri uyarmış.
Gazete, haberin devamında çocukların kaybolmaması veya kaybedilmemesi için ailelerin alması gereken tedbirleri, çocuklara ve emniyet birimlerine düşen görevleri yazmış.
Varlıklarından ümit kesildikleri için çocukların bir kısmının aranmasından vazgeçilmiş.
Beden varlığını sürdürmek, dünyaya gelen her canlının hakkıdır. Buna kimse müdahale edemez. Varlık mücadelesini sürdürmek, o canlının fıtri, aynı dünyayı paylaşan diğerlerinin de ilahi mecburiyetidir. En basitinden en mükemmeline kadar hiçbir canlı, bu mecburiyetten kaçamaz. Madem yaşıyoruz, yaşatmak zorundayız. Çıkmayan candan, umut kesilmez.
Kayıp nitelemesiyle veya kaybolmak eylemiyle biz daha çok bedensel yok oluşu anlıyoruz. Kelimelere somut anlam yüklüyoruz, bunu beş duyunun kapsamıyla izah ediyoruz. Ölümüne şahit olmadığımız bedensel yok oluş, kayıp olarak adlandırılıyor. Gerçekte, bu mudur kaybolmak?
Kendimi kaybettim, kalabalıklarda kayboldum deriz bazen. İnsanlığa faydasız bir evlat yetiştirsek, onun yaptığı her şey bize, çevresine, ülkesine zarar verse o, mevcut mudur yoksa kayıp mıdır? Biraz kötümser olacak; ama neslimizi kaybettiğimizi düşünüyorum.
Kayıp, bedeninden, varlığından hiçbir şekilde başkalarının fayda görmediği şeydir. Çanakkale Savaşı’nda iki yüz elli bin insanımızı şehit verdik; ama kaybetmedik. Onlar, bir tarih yazdı. Biz bu topraklarda yaşamamızı onlara borçluyuz. Onlar, öldüler, şehit oldular; ama kaybolmadılar.
Televizyon karşısında, internet ortamında zamanımızı; fastfoodlarda bedenimizi; kötü arkadaşlarla ümitlerimizi, yaşama sevincimizi; tembellikle yarınlarımızı, kötü yöneticilerle vatan aidiyetimizi, modern hayat tarzıyla ruh sağlığımızı, bize kimlik kazandıran değerlerimizi hayatımızdan çıkarmakla saygınlığımızı kaybediyoruz. Bedenen, ruhen, insanlığa, bize ve kendisine değer katmayan her oluş ve olgu, kayıptır. Var olsa da kayıptır.
Acıma, sevgi, saygı, yardımlaşma, vefa, sabır, merhamet, iyi niyet, cömertlik gibi değerlerimizi kaybediyoruz, insanlığımızı kaybediyoruz.
Trajik durumla karşı karşıyayız. Bedenen kaybolan çocuklarımızı bulmak için ülke olarak seferber oluyoruz; ancak değerleriyle bir mana kazanacak insanımız, çocuklarımız için aynı hassasiyeti göstermiyoruz. Onları bulmak yerine kaybetmek için büyütüyoruz, her türlü zorluğa katlanıyoruz; yetiştirmiyoruz, büyütüyoruz.
Sosyal medyanın kirli mecrasında büyüyen çocuk, bütün öğrenim hayatını bu ülkenin kaynaklarını kullanarak yapmış ancak kendisine yurt dışında iş bulmuş bir aydın, coğrafyasının verdiği yer altı ve üstü kaynaklarını halkı için değerlendirmeyip onları başka ülkelere peşkeş çekmiş bir idare, ülkesine ve insanlığa yararlı evlat yetiştirememiş bir aile, kendisine emek verilmiş, uğruna yatırım yapılmış bir hekim, pilot borçlu olduğu milletine hizmet etmemişse sizce var mıdır, kayıp mıdır? Yaşatmak nedir bilmeden yaşamış, yük almayıp hep yük olmuş bir kişi bana göre, size göre var mıdır, kayıp mıdır?
Mevcudun bir an yok alması kayıp. Bu doğru. Bir nesne veya varlıktan beklenen faydayı görememek, istenen anlamı onda bulamamak, bir yeteneği veya birikimi işlevsiz hale getirmek de bir kayıptır. Bunlar, yaşayan kayıplarımızdır.
Kaybolan çocuklarımızı bulmak için seferber olalım. Unutmayalım ki, seferber olmamızı gerektiren daha pek çok kaybımız var.
Şimdi sefer vakti.