Yaşamımızın Yeni Adı Korona mı?

101

      Dünya yeni bir bulaşıcı hastalıkla alt üst olmuş durumda.

      Hastalığın adı, ‘’Korona’’ salgını…

       Her geçen gün bu hastalık giderek yaygınlaşıyor. Yepyeni hastalık haberleri, hastalığın yeni bulguları, tedavisine yönelik çalışmalar, haberler, haberler ama hepsi Korona…

       Gün geçmiyor ki, dünyanın herhangi bir yerinden bu salgının giderek arttığını belirten haberler gelmesin.

       Öyle ya, dünya genelinde alınan tüm tedbirler Korona adıyla başlıyor. Korunmasından, tedavisine, aşı çalışmasından, ilacının keşfine kadar hep Korona adıyla bitiyor…

       Salgının nedeni ise; yine bizler, insanoğlu. Doğaya, doğa canlılarının yaşam alanlarına müdahale eder, onları yemek masalarına meze yaparsan sonuçlarına da katlanırsın!

       Hastalıktan korunmak için alınması gereken tedbirler sıralandıkça, sıralanıyor. İnsanoğlu korunmaya yönelik tedbirler çerçevesinde yapılan her açıklamayı dikkatle izliyor. Kimi aklı evveller, ‘’Korona’’ bana bir şey yapmaz diyor! Ama aklıselim sahibi ezici bir çoğunluğu tüm tedbirleri uyguluyor.

       Ülkelerin yöneticileri, bilim insanları, sağlık çalışanları, ekonomistler, iş insanları, çalışanlar ve hatta doğa canlıları dahi bu mücadelenin içinde.

      İnsanlık adeta yeni bir dünya savaşının içine girmişçesine bu öldürücü hastalıkla mücadele ediyor…

      Dünya genelinde yapılan bu mücadele tüm yaşamımızı ele geçirmiş vaziyette.

      Teröre, enerjiye, ülkelerin parçalanmasına, göçlerle sınırların aşılmasına, bölgesel savaşlara yönelik her şey adeta unutulmuşçasına; dünya ‘’korona’’ belasını yenmek adına büyük bir uğraş veriyor…

      İşte tam da bu noktada:

    ‘’Yaşamımızın yeni adı korona mı?’’ diye sormak gerekiyor.

        Yaklaşık 4 ay önce Çin’de başlayan bu hastalığın önümüzdeki dönemde nasıl seyredeceği ile ilgili pek çok felaket senaryoları şimdiden söylenmeye, yazılmaya başladı bile! Hele ki, sosyal medyada yazılanlar, anlatılanlar, yorumlar o kadar gerçek dışı, o kadar saçma sapan ki!

       Ancak bizler o senaryolara itibar etmeden, felaket tellallarına kulak asmadan, sadece gerçeklere, yapılan resmi açıklamalara bakarak yaşam ufkumuza yön verecek ve bu hastalık zincirini hep birlikte kıracağız.

       Bu hastalıkla ilgili ülkemizde yapılan mücadeleye gelince; ülkemizi yönetenler, hastalığın tedavi sürecinde görev alan bilim insanları, doktorlarımız, hemşirelerimiz, diğer sağlık çalışanlarımız, sivil toplum örgütlerimiz, yapabileceklerinin en iyisini yapmanın, hastalığın yayılmasının önünü kesmenin cansiperane gayreti içerisindeler. Her birisine şükran borçluyuz.

      Ülkemizde yaşanan hastalık vakalarının sonuçlarına bakıldığında; Türkiye’nin dünya ülkelerindeki mevcut hastalık sıralamasına göre orta sıralarda yer alması, bunun yanı sıra İtalya-İspanya-İngiltere-ABD gibi ülkelerdeki salgının oldukça çarpıcı ve kötü sonuçlarına bakıldığında, bugün itibariyle ülkemizdeki tablonun oldukça iyi olduğu görülmektedir.

      Şu gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmek gerekirse; ülkemizde alınan tüm tedbirlere, yapılan resmi açıklamalara, bilim insanlarının çağrılarına eksiksiz riayet edersek, bu hastalık belasını da en az kayıpla atlatacağımız kesindir.

     Yakın tarihimizde yaşadığımız; ‘’PKK-TERÖR’’, ‘’DEAŞ’’, ‘’FETÖ’’, ‘’SURİYE’’ gibi nice öldürücü belalara göğüs germiş olan Türk Milleti, bu illeti de mutlak surette bertaraf edecektir.

    Yeter ki, ülkemize, birlik ve beraberliğimize olan inancımızı ama en çok da umudumuzu kaybetmeyelim.

     Yeter ki, yaşamımızın tam da orta yerine ‘’Korona’’ illetini yerleştirmeyelim.

     Yeter ki, yaşamımızın yeni adı ‘’Korona mı?’’ Demeyelim…

     Ama bu illete karşı da her türlü tedbirimizi alıp, yapılan tüm açıklamalara riayet edelim.

      Dört bir yanı güzelliklerle dolu vatanımız yeni bir mevsimi karşılıyor. 21 Mart’ta Nevruz’u, mevsimlerin en güzelini, Baharın gelişini kutladık.

      Bu yaşanan salgın nedeniyle, bu güzel mevsimin gelişini belki de yeteri kadar hissedememiş olabiliriz. Ama unutmayalım ki, daha nice Baharlar bizleri beklemektedir…

    Önümüzdeki baharlarda ülkemizin dağlarıyla, ovalarıyla, ormanlarıyla akarsularıyla, doğa canlılarıyla, doğanın her güzelliğiyle, dört bir yanımızı çeviren mavi vatanla yeniden buluşacak; o güzel günleri hep birlikte coşkuyla kutlayacağız. 

      Bu günlerde yaşanan maddi ve manevi türlü sıkıntılarımız mutlaka bitecek. Ancak umudumuzu yitirirsek, onun yerine koyabileceğimiz hiçbir şeyin olmadığını unutmamalıyız.

   Evet, yüzbinlerce iş yeri kapalı…

   Yaşlısı, genci, çocuklarımız, milyonlarca insanımız evlerine kapandı. Önümüzde ki süreç çok sıkıntılı geçecek.

   Ev kirasından, elektrik, su, doğalgaz faturasına, ekmek parasından, çocuklarının cep harçlığına, okul taksitine kadar, yüzlerce kalem yaşam standardımızı bir kalemde siliverdi ‘’Korona’’ denilen bu illet…

   Analar, babalar, gençler, dedeler, nineler, hele ki işsizler yarınlarının ne olacağını kestiremiyor. Ama hiçbir şey yaşam hakkımızdan, sağlığımızdan daha önemli değildir.

   Ülkemizin yöneticileri, ülke olanaklarını seferber etmiş, hem bu salgını, hem de salgının neden olduğu ekonomik olumsuzlukları yok etmek adına her gün yeni, yeni destek tedbirleri açıklıyorlar.

   İş dünyası, ekonomimizin lokomotifi finans çevreleri bu tedbirlere destek olmak adına ellerinden geleni açıklamaya başladılar.

   Her geçen gün bu salgının yarattığı tüm olumsuzlukları çözmek adına ülkemizde yeni adımlar atılıyor.

   Alınan bu tedbirler belki yetersiz olabilir. Ancak böylesi tedbirleri dahi alamayan nice ülkeler olduğunu da unutmamak gerek.

   Yine unutmayalım ki; bu önemli süreçte bize, bizden başka yardım eden olmayacaktır. Çünkü tüm dünya aynı salgın belasıyla uğraşıyor. Her ülke kendi başının çaresine bakacak.

   Yaşanan her olumsuzluğa rağmen bizlere düşen; bu salgına karşı her türlü önlemimizi alarak hareket etmek, ülke yöneticilerinin tüm açıklamalarına harfiyen uymak ama en çok da umudu kaybetmemektir.

   Yaşamımızın tam da orta yerine bilimle yoğrulmuş aklımızı, geleceğimizin hedeflerine umutla yoğrulmuş mücadelemizi de koyarsak:

    İnanınız, ‘’Yaşam’’ her birimiz için sağlıklı ve daha güzel olacak.     

   Yaşamımızın yeni adı, ‘’Korona’’ olmayacaktır.  

Önceki İçerikSalgına Karşı Çözüm Önerilerim
Sonraki İçerikSığınmacılara Bak ve Şükret…
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.