Yargıtay gecikmeli de olsa MHP’nin olağanüstü kurultay yapabileceğine dair onama kararını verdi.
Kararın açıklanmasından bir gün önce Türkiye adeta “Partili Cumhurbaşkanı” denilen bir modele geçmiş, çok yakın bir zamanda da “Türk Tipi Başkanlık” denilen tek adam sistemine geçiverecekmiş havasındaydı.
MHP’nin kurultay yapacağı kesinleşince bu konu gündemden sanki bir anda buharlaşıverdi.
Sadece bu durum bile Milliyetçi Hareket Partisindeki değişimin Türkiye’nin kaderi ile doğrudan bağlantılı olduğunu gösteriyor.
Sulh Hukuk Mahkemesinin görevlendirdiği Çağrı Heyetinin davetiyle, Ankara Esenboğa’da 4 Genel Başkan adayının katılımıyla yapılmak istenen kurultay öncesinde Yargıtay’ın karar vermemesi ilginçti. Adalet Bakanlığının devreye girmesi, kurultayın yapılacağı otel girişinin tomalar ve polislerle kapatılması birilerinin Türkiye’nin kaderindeki tesirini bildiğini gösteriyordu.
Şimdi Yargıtay’ın kararına isterseniz “Ankara’da halâ hâkimler var” diye olumlu bakabiliriz. İsterseniz böyle bir kararın bu kadar geciktirilmesinin “olağan ve rutin” olmadığını düşünürsünüz. Buradan hareketle bundan sonrası için “işin içinde bir çapanoğlu var” diyebilirsiniz.
Ben Devlet Bahçeli’nin “10 Temmuzda seçimli kurultay kararı” almış olmasının sadece “ön alma” veya kendi düzenleyeceği kurultayda “salona hâkim olma” arzusuyla sınırlı olamayabileceğini düşünüyorum.
Bir yandan Sulh Hukuk Mahkemesinin görevlendirdiği yetkili çağrı heyeti tüzük kurultayı toplayacak. Diğer taraftan Devlet Bahçeli ve MHP Yönetimi seçimli kurultay toplayacak. Buradan bir meşruiyet krizi çıkacağı kesin.
Birileri böyle bir krizi isteyebilir. Ancak bu hukuki kaosun MHP’ye ve ülkeye yaramayacağı muhakkak.
Eğer MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve ekibi aldıkları kararda Saray etkisi olduğu şüphesini yok etmek istiyorsa, diğer genel başkan adayları veya temsilcileriyle bir ortak mutabakata varmalıdır.
Ülkücü camia entrikasız, katakullisiz, temiz bir kurultay istiyor. Bugüne kadar yargı kullanılarak yaratılan kargaşa ülkücüleri yordu.
Bahçeli ve Genel Merkez yönetiminin diğer adayları ülkücü değil, paralelci, hain, isyankâr vb yaftalamalarla dışlamaya çalışmasını da MHP seçmeni kabullenemedi.
Ülkücüler, adayların birbirlerine karşı saygı, sevgi içinde olmalarını fakat demokratik bir rekabet ortamında yarışmalarını istiyor. Seçilen kim olursa olsun, diğer adayların seçilen Genel Başkan’ın ekibi olarak, birlikte çalışmasını arzu ediyor.
Bahçeli yargı kararına uygun, dürüst, temiz, şaibesiz bir kurultay yapılmasını sağlamalıdır. En azından çağrı heyetinin toplayacağı kurultaya köstek olmamalıdır.
Yargı kararına uygun kurultay için önce tüzük kurultayı toplanmak ve tüzük değişiminden sonra seçimli kurultay yapılması lazım.
Bir başka yol ise Devlet Bahçeli önce genel başkanlıktan istifa eder, sonra seçimli kurultay kararı alınır. Seçimli kurultay da isterse Bahçeli de aday olur. Tüzük bu kurultayda değiştirilebilir.
Böyle temiz, demokratik bir kurultay, 19 yıl genel başkanlığını yaptığı bu harekete, vefakâr ve çilekeş ülkücülere karşı Bahçeli’nin borcudur, görevidir.
*******************************************
Daha Az Demokrasi, Daha da Az Hukuk Devletiyiz
İstanbul Üniversitesi hocalarından Prof. Dr. İl Han Özay‘ın 1980’li yıllarda yazdığı sıradışı bir İdare Hukuku kitabı vardı. “Gün Işığında Yönetim” adındaki bu kitabında Hoca, Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel yapısını ortaya koyan 4 ana ilkeyi de inceler.
Malum 1982 Anayasasının 2. Maddesinde yer alan ifadeye göre “Türkiye Cumhuriyeti… demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.“
Prof. Dr. İl Han Özay devletimizi bu dört ilke açısından uzun uzun tahlil ettikten sonra şu hükmü veriyordu: “Türkiye Cumhuriyeti ne tam demokratik, ne tam laik, ne tam sosyal ve ne de tam bir hukuk devletidir.”
Aradan bunca yıl geçtikten sonra bu konularda bir ilerleme kaydedemedik. Aksine, özellikle son on senede yaşadığımız gelişmelerden sonra kesin kanaatim şudur:
Türkiye Cumhuriyeti bugün o yıllara nazaran daha az demokratik, daha az laik, daha az sosyal ve daha da az hukuk devletidir.
****************************************************
Aydınlar Ocakları 43. Şûrası
Aydınlar Ocakları yılda iki defa Şûra adı verilen toplantılar yapar. 43. Şûra 20-22 Mayıs 2016 tarihleri arasında Maltepe- Kartal Aydınlar Ocağının ev sahipliğinde, Kosova ve Azerbaycan Aydınlar Ocakları dâhil, 26 Ocağın katılımı ile İstanbul’da gerçekleştirildi.
3 gün süren Şûra’da, konularında bilgili ve yetkin uzmanlar tebliğler sundular. Belli konularda kamuoyunun dikkatini çekmek üzere her Şûra’dan sonra olduğu gibi “Sonuç Bildirisi” yayımlandı.
İşte o “sonuç bildirisinden” bazı bölümler:
* Türk Devleti’ni yeni ve eski Türkiye şeklinde ayırmayı, devletin sürekliliği ve tarihin bütünlüğü bakımından yanlış buluyoruz. Yeni Türkiye talebi Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran millî irade, millî kimlik ve tarihimiz ile çelişen bir anlayıştır.
* Yargıya güven, tarihimizdeki en düşük seviyelerine inmiştir. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının büyük ölçüde ortadan kalktığı bir dönemdeyiz. “Kuvvetler ayrılığı yerine fiilen kuvvetler birliği sisteminin uygulanması”, “üst yargı organlarının yürütmeyle uyumlu hale gelmesi”, “hukukun üstünlüğü ilkesinin yerine üstünlerin hukukunun” geçerli hale geldiği algısı endişe vericidir.
* Hukuk devleti korunmalı, fiili durumlarla yıpratılmamalı; yasalar ve anayasa çiğnenmemelidir. Kuvvetler ayrılığına uyulmalı, hak ve hürriyetler korunmalıdır. Hukukun siyasallaşması ve siyasi operasyonlar için yargının bir araç olarak kullanılması, hukuk devleti ilkesinden vazgeçme anlamına gelmektedir.
* Yeni Anayasa, ülke ihtiyaçlarından kaynaklanmamaktadır; etnik esaslı bir ortaklık devletine geçiş ve egemenliğin paylaştırılması için istenmektedir. Millî devletten vazgeçiştir. Terörün taleplerine ve dış dayatmalara teslim olmakla; terörle mücadele ve Türk Dünyası ile ilişkilerimiz zarar görecektir.
* Demokratik parlamenter sistem güçlendirilerek sürdürülmeli, ülke başkanlık sistemi maceralarına sürüklenmemelidir.
* Tarihe bir bütün olarak bakılmalı; kamplaşmaları körükleyen Osmanlı-Cumhuriyet karşıtlığı ve millî zaferlerimizde ayrımcılık yapılmamalıdır.
* Özgürlüklerle güvenlik politikaları arasındaki anlamlı denge korunmalıdır.
* KKTC’den vazgeçen, Anadolu’dan da vazgeçer ve vazgeçirilir. AB üyeliği dahil hiçbir beklenti uğruna taviz verilmemelidir. TBMM kararı dahi olmadan, Ada’dan asker çekilmesi kabul edilemez.
* Ege’de Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatleri korunmalıdır; özellikle 17 adamızın işgal ve ilhakına göz yumulması kabul edilemez.
* Terörle mücadele ısrarla ve kararlılıkla sürdürülmelidir. TC vatandaşları arasında etnik bir çatışma yoktur. Devletin güvenlik güçlerinin bölücü terör örgütü ile mücadelesi söz konusudur. Terörle barış, hiçbir ciddi ülkede olamaz.
* Üniversitelerimizde, aşırı sol ve bölücü örgüt taraftarları arasındaki işbirliği birçok öğrencinin öğrenim görme hakkını ve can güvenliğini zedelemektedir. Üniversite yönetimlerini göreve davet ediyoruz.
* Dış politikada bilhassa Ortadoğu’da politika değişikliği şarttır. Türkiye kendi eliyle ayağına kurşun sıkmıştır; komşu ülkelerin düşmanı ve terör örgütlerinin hedefi olmuştur. İç ve dış politikada mezhepler üstü kalma geleneğimiz sürdürülmelidir. Ateş çemberi içinde ve yok edilmeye çalışılan Irak ve Suriye Türkmenlerine devlet ve millet olarak daha güçlü bir şekilde sahip çıkılmalıdır.