Yaratan’ın İki Gözdesi: İnsan ve Arz

137

     İnsan, yaratılış ağacının en son cüz’ü olan meyvesidir. Ma’lûmdur ki, bir şeyin netîce ve meyvesi en uzak, en cem’iyetli / en toplu, en nâzik, en ehemmiyetli / en önemli parçasıdır.

     İşte bunun için, âlemin meyvesi ve netîcesi olan insan; en câmi’ / cem’ edici ve çok yönlü, en bedi’ / eşi benzeri olmayan, en âciz, en zaîf ve en lâtif / güzel, şirin ve lûtf edici bir kudret mu’cizesidir.

     Bu yüzden, böyle bir insanın beşiği ve meskeni olan zemin / yer; âsumâna / göğe nisbeten maddeten küçüklüğüyle beraber, ma’nen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi hükmündedir. Çünkü, bütün san’at mu’cizelerinin meşheri / sergilendiği bir alandır.

     Bu sebeple arz; Yüce Allah’ın; tüm isimlerinin zuhur ve tecellî ettiği bir masdarı / bir mekânı ve bir hareket noktasıdır.

     Ve Allah’ın nihayetsiz Rabbanî faaliyetlerinin mahşeri / toplanma alanı ve ma’kesi / akis yeridir.

     Yine, İlahî hallâkıyeti / yaratıcılığı; nebat, bitki ve hayvanların çoğunu teşkil eden, çeşitli küçük yavruların; bilhassa yeryüzünde cömertçe yaratılmalarında kendini göstermektedir.

     Evet, yer; pek geniş ahiret âlemlerindeki san’atla yaratılan ve yaratılacak olan masnûâtın küçük mikyasta nümûnegâhı / örnek olarak teşhir edildikleri yerdir.

     Yer; aslında ebedî âleme ait mensucât ve dokumaların sür’atle dokunduğu ve işlendiği tezgâh.

     Yer; ahirette yer alacak sermedî / ebedî manzaraların hızla değişen taklit yeri.

     Yer; Cennetteki daimî bağ, bahçe ve bostanları teşkil edecek olanların tohumcuklarının; sür’atle sümbüllenerek; dar ve muvakkat / geçici dünyada onlara mezraa / tarlalık yapmakta ve onların terbiye edildikleri yer olarak karşımıza çıkmaktadır.

     İşte arzın bu manevî azametinden ve san’atlı oluşundandır ki, Kur’an-ı Hakîm, semâvâta nisbeten, büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan arzı; bütün semâvâta / göklere denk ve eşit tutuyor. Onu bir kefeye, bütün semâvâtı diğer bir kefeye koyuyor. Zâtı için tekrar ve tekrar: “Rabbü’s-semâvâti ve’l-ardı.” / “Arz ve semaların Rabbi.” diyor.

     İlahî kudret, âlem-i ekberde / en büyük âlem olan kâinat ve evrende, Rububiyetinin haşmetini / büyüklüğünü gösteriyor.

     Rabbanî rahmet ise, âlem-i asgar, yani küçük âlem olan insanda; ni’metleri tanzim ediyor / düzenliyor. Yâni Sâni’in / sanatla yaratan Allah’ın kudreti, kibriya / azamet ve celâl / büyüklük noktasında; kâinatı öyle muhteşem bir saray şeklinde icâd ediyor ki; Güneş’i büyük bir elektrik lâmbası, Kamer’i kandil ve yıldızları mumlar denen meyveleriyle yaldızlıyor.

     Ve zemin yüzünü bir sofra, bir tarla, bir bahçe, bir haliçe / küçük halı ve dağları birer mahzen, birer direk, birer kal’a ve bunun gibi bütün eşyâyı büyük bir mikyasta; o büyük kâinat sarayının levazımatı şekline getirerek; şa’şaalı bir suretle Rububiyet haşmetini gösterdiği gibi; cemâl noktasında rahmeti de, en küçük zîhayâta / canlıya kadar, her zîruha / ruh sahibine, çeşitli nimetlerini verir, bunlarla onları tanzîm eder / düzenler.

     Baştan aşağıya kadar ni’metlerle süsleyip, lûtf ve keremle tezyin eder / süsler.

     O celâlinin haşmetine karşı, rahmetinin cemalini; o küçücük lisanlarla, o büyük lisana karşı çıkarır.

     Yâni: Güneş ve Arş gibi büyük cirm / yıldızlar, haşmet lisaniyle, o büyük mûsikiye lâtif / hoş nağmelerini katarak, onları tatlılaştırıyorlar.

     Eğer o yüksek hakikatleri yakından temaşa / seyir etmek istersen; git fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor. Sonra deniz içinde ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvan ve yavrulardan sor.

     Semayı dinle. Arza kulak ver. Hayvanlara dikkat et. Bahardan sor. Bak nasıl lisanı hâl ile Allah’ın sayısız Esmayı Hüsnasını / Güzel  isimlerini zikrettiklerini işiteceksin. Ve insan olan bir insandan sor. Bak nasıl bütün Esmayı Hüsna’yı okuduğunu bileceksin. Sen de okuyabilirsin. Çünkü kâinat azîm bir zikir-hânedir. En küçük nağme, en gür nağmelere karışmakla, haşmetli bir letafet kendini gösterir.   

Önceki İçerikYükseklerde Kasırga Eksik Olmaz
Sonraki İçerikAli Kayıkcı (Âşık Derebahçeli) ve Eserleri
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.