Âlemde görüyoruz ki ruh sahipleri; şuur / bilinç ve aklen olmasa da, hissen ve fıtraten / yaratılışları gereği hissediyorlar ki; herbiri hadsiz / sayısız bir acz ve zaaf içindedirler. Hadsiz düşmanları ve sayısız kendilerini incitenleri vardır. Hadsiz bir fakr ve ihtiyaç içindedirler. Hadsiz ihtiyaçları ve talepleri vardır. İktidar ve sermayeleri ise, bunların ancak binden birine bile, kâfi gelmemektedir. Bu sebeple bütün kuvvetleriyle bağırır, çağırır ve ağlarlar. Mânen ve fıtraten yaratılışları gereği, âdeta yalvarırlar. Kendilerine mahsus ses, lisan ve dilleriyle dua ve niyazlarla, bir çeşit dualarla; sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Allah’ın dergâh ve kapısına sığınırlar. İşte onlar bu durumdayken; birden görüyoruz ki, o bağıranların her işini, her ihtiyacını bilen, her derdini ve zararını anlayıp yalvarmasını ve fıtrî duasını işiten biri var ki, Mutlak Alîm, Hakîm ve Kadîr olan bir Zât olan Yüce Allah’tır. Onların imdat ve yardımlarına yetişir. Bütün istediklerini yerine getirir. Ağlamalarını gülmeğe, bağırmalarını teşekküre çevirir.
Asıl Ömür
Bilelim ki, dünkü gün elimizden çıktı. Yarın ise elimizde senet yok ki, ona sahip olalım. Öyle ise, asıl ömrümüzü; bulunduğumuz gün bilelim. En az günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, asıl istikbal / gelecek için teşkil olunan ve ahiret sandığı hükmünde olan ibadete ayıralım. Hem bilelim ki, her yeni gün; hem bize hem herkese, yeni bir âlemin kapısıdır. Eğer bu yatırımı yapmazsak; o günkü âlemimiz karanlık ve perişan bir hâlde geçmiş olur. Üstelik Âlem-i Misal / Ruhanî Âlem’de aleyhimizde tanıklık eder.
Eğer bu manevî yatırımı yaparak; o âlemin Yüce Yaratıcısı’na yönelirsek; birden, bize bakan âlemimiz nurlanır ve aydınlanır. O âlemin karanlıklarını giderir. Dünyamızdaki herc ü merclik yani karmakarışıklık hâli; hikmetli / gayeli bir intizam ve düzene bürünerek; çok anlamlı bir hâl alır.
“Allah, göklerin ve yerin nûrudur.” âyetinden bir nûr; kalbimizi sarar.
Evet, her günümüzdeki o bir saatlik manevî yatırım; ileride lehimizde şahitlik yapmak üzere, emniyet içinde muhafaza edilir.
Yol İkidir
Yol ikidir. Ya sükût etmek / susmaktır.
Çünkü söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır.
Veya sıdk / doğru söylemektir.
Çünkü İslâmiyetin esası sıdktır.
İmanın hâssası / husûsiyeti sıdktır.
Bütün kemâl / olgunluklara ulaştırıcı sıdktır.
Yüksek ahlâkın hayâtı sıdktır.
İlerlemenin merkezi sıdktır.
İslâm Âlemi’nin nizâmı sıdktır.
İnsanları faziletlerin zirvesine ulaştıran sıdktır.
Sahabeleri bütün insanlara üstün kılan sıdktır.
Hz. Muhammed’i insanlık derecelerinin en yükseğine çıkaran sıdktır.
İmanın Altı Rüknü
İmanın altı rüknü / esasının; birbirlerinden ayrılmaları mümkün değildir. Her birisi umûmunu isbât eder. İster, iktiza eder / gerektirir. O altı öyle bir küll ve küllîdir / bütündür ki, parçalanma kabul etmez. İnkısâmı / bölünmesi imkânsızdır. Nasıl ki kökü göklerde Tûbâ ağacı gibi her bir dalı, her bir meyvesi, her bir yaprağı; o koca ağacın küllî, tükenmez hayâtına dayanıyor. O kuvvetli ve güneş gibi zâhir / görünen o hayâtı inkâr edemeyen, bir tek muttasıl / bitişik yaprağın hayâtını inkâr edemez. Eğer etse, o ağaç, dalları ve meyveleri ve yaprakları sayısınca o münkiri / inkârcıyı tekzîb edecek / yalanlayacak, susturacak. Öyle de, iman altı rükünleriyle aynı vaziyettedir.