Yanlış Anlaşılan Âyetler

68

     “Ve men lem yahküm bima enzele’l-lahü feülâike hümü’l- kâfirûne .” (Mâide: 44)

     “Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”

     Bu durumda meselâ: Namaz kılmayanlar Allah’ın emrini yerine getirmedikleri için kâfirdir.

     Oruç tutmayanlar Allah’ın hükmüne uymadıkları için kâfirdir.

     Hacca gitmeyenler Allah’ın isteğine karşı çıktıkları için kâfirdir.

     Listeyi uzattıkça uzatırsak; ortada çok az müslüman kalır!

x

     Halbuki, İslam fıkhı / İslâm hukuku’nda; bir kişi, Allah’ın hükmünü kabul ettiği halde,

     Gereğini yapmazsa, sadece günahkâr olur. Kâfir olmaz.

     Evet inkâr kastı yoksa ve meşru bir mazereti de bulunmuyorsa,

     Allah’ın bir hükmünü yerine getirmeyen kimse, ancak büyük bir günah işlemiş olur.

     Ama asla kafir olmaz.

     Bu yanlış anlama yüzünden Osmanlı’nın son zamanlarında,

     Bu âyeti yanlış anlayarak ve Allah’ın hükmü tatbik edilmiyor sanılarak;

     İfrat eden / aşırı gidenlerin bir kısmı,

     Arap’tan sonra İslamiyet’in kıvamı olan Türkler’i dalâlette olmakla itham etmişler!

     Hatta bir kısmı, o derece ileri gitmişlerdir ki;

     Ehl-i kanunu tekfir / kâfir olmakla itham etmişlerdir.

     Kanun-u Esasî’yi ve Hürriyetin ilânını; tekfire / kâfir olmalarına delil saymışlar!

     “Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse.” (Maide: 44)

     Âyetini buna delil olarak kabul etmişlerdir. Oysa bilmiyorlardı ki,

     “Kim hükmetmezse”den anlamaları gereken “Kim tasdik etmezse” olmalıydı.

x

     “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.” (Maide: 51)

     Bu âyet-i kerime de yanlış anlaşılmakta,

     Ehl-i Kitapla her türlü münasebetin kesilmesi şeklinde yorumlanmakta!

     Oysa bu nehiy / yasaklamada; onların yahudilik ve hıristiyanlık taraflarının benimsenmemesi,

     Alınmaması gerektiği; onların doğru sanılıp, beğenilme hususlarının yanlışlığı söz konusu.

     Hem de bir adam zatı için sevilmez. Belki ona muhabbet; sıfat veya sanatı içindir.

     Öyle ise, her bir müslümanın her bir sıfatı müslümanca olması lâzım olmadığı gibi,

     Her bir kâfirin de, bütün sıfatları ve sanatları kâfirce olmak lâzım gelmez.

     Bunun için, bir Yahudi veya bir Hıristiyanın müslüman olan bir sıfat veya bir san’atını,

     Güzel bulup beğenmekle iktibas etmek / almak; neden caiz / uygun olmasın?                                                                                                                                      

     Ehl-i Kitap’tan bir hanımın olsa, elbette seveceksin.

     Kaldı ki, Hz. Muhammed zamanında dinî büyük bir inkılap meydana geldi.

     Bütün zihinleri dine çevirdi. Bütün muhabbet / sevgi ve adaveti / düşmanlığı o noktada topladı.

     Artık, buna göre muhabbet ve düşmanlık edilir oldu.

     O zamanlar, gayr-i müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu.

     Lâkin bugün âlemde görülen, acip bir inkılap ve değişmedir.

     Hem medeniyetle ilgili, aynı zamanda dünya ile alâkalı.

     Çünkü bütün zihinleri zaptetmiş.

     Tüm akılları meşgul eden husus ise, medeniyet noktasında toplanmakta;

     Dünyada terakkî ve her türlü ilerlemenin sağlanması yönünde, kendini nazara vermekte.

     Zaten onların ekserisi / çoğunluğu, dinlerine o kadar mukayyed / bağlı da değiller.

     Binaenaleyh, onlarla dost olmamız; medeniyet ve terakkî ve ilerlemelerini;

     İstihsan ile güzel bulup beğenerek, iktibas etmek / almak için.

     Ayrıca, her çeşit dünya saâdetinin esası olan asayişi; muhafaza ve korumak içindir.

     İşte böyle bir dostluk; kat’iyyen / kesin olarak Kur’an’ın yasaklamasına dahil değildir.

Önceki İçerikMuhaliflerin Ekonomik Çözüm Önerileri Nelerdir?
Sonraki İçerikCihat Yaycı, Türkiye’nin Güvenliği ve İsrail Tehdidi
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.