MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin son grup toplantısında yaptığı açıklama yine dikkat çekti. Bahçeli, “Meclis’te kurulan komisyondan seçilecek milletvekillerinin İmralı’ya giderek ilk ağızdan, doğrudan ihtiyaç duyulan mesajları alması süreci çok daha güçlendirecektir. MHP, böyle bir heyete katılmaya hazırdır” dedi.
Bu açıklamadan sonra genel beklenti şu: Artık TBMM heyeti teröristbaşının ayağına gidecek ve bu ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü devletle müzakereci sıfatını kazanacak, bir siyasi aktör olacaktır.
Ayrıca, AİHM’in Selahattin Demirtaş kararı sorulan MHP lideri, “Hukuki yollar sonuca ulaşmıştır. Tahliyesi Türkiye için hayırlı olacaktır” dedi. Bahçeli ve Erdoğan’ın ister AİHM ister Yargıtay ve AYM kararları olsun istemedikleri bir mahkeme kararı olduğunda uygulamama gibi bir alışkanlığı vardır.
Buna rağmen bu söz edildiyse, iktidar bu defa Demirtaş’ın tahliyesine karşı çıkmayacak ve AİHM kararına uyacak beklentisi normal. Zaten Demirtaş’ın cezaevinden Bahçeli’ye teşekkür mesajı arada bir anlaşma yapıldığı yorumlarına sebep olmuştu. Anlaşılan Demirtaş da yeni süreçle Türkiye’nin dönüştürülmesi projesine destek verecek bir aktör olarak devreye sokulacak.
İktidar kanadının bu tutumu, Türkiye siyasetinde sözün ve tutumun nasıl değişebildiğini gösteren çarpıcı bir örnek oldu. Abdullah Öcalan’ı “kurucu lider” olarak tanımlayan Bahçeli, 2007’de Meclis kürsüsünden “Bölücü başını asamıyorsan, al sana ip, as!” diyen de aynı Bahçeli’ydi. 2015’te “İmralı canisiyle pazarlık yapanlarla aynı masaya oturmayız” ifadelerini kullanan da.
Bu yalnızca bir söylem değişikliği değildir, parti politikasının kökten değiştirilmesi, Türk Milletine verilen sözlerin tam zıddını yapmaya savrulmadır.
Hz. Mevlana’nın “Göründüğün gibi ol, olduğun gibi görün” ilkesine aykırı bir duruştur.
Böyle ani değişiklikler, toplumda büyük bir belirsizlik yaratıyor. Bu hal, vatandaşların devlete ve siyasetçilere olan güvenini ciddi şekilde zedeliyor. Siyasi liderlerin sözlerinin değerini tartışmaya açıyor.
Sözü ve politikası sürekli değiştirilen bir devlet, toplumun zihninde ve kalbinde yerleşik güveni sarsar.
Bu değişimin elbette dış boyutu vardır. Suriye’nin kuzeyinde ABD/İsrail merkezli yeniden yapılanma planları, Türkiye’yi bölgesel denklemde sıkıştırmıştır. İktidar da -ABD baskısıyla- iç politikada yeni bir yönelişe gitmiştir. Ancak hangi gerekçe olursa olsun, hakikatin eğilip bükülmesi, toplumsal sözleşmenin temel direğini gevşetir.
Bizi yönetenlere inanmak ve güvenmek istiyoruz. Yapamıyoruz.
*******************************
Kusuru Yalan Olanın
Tam da bu noktada, konuyu çarpıcı biçimde anlatan eski bir fıkra gelir akla:
Bir damat adayı, evlenmek istediği kızın dindar babasının karşısına çıkar.
Kayınpeder adayı sorar:
– İçki içer misin? – Hayır efendim.
– Kumar? – Asla.
– Kötü alışkanlıklar? – Hiçbir zaman.
– Gelirin yerinde mi? – Çok şükür, gayet iyidir.
– İnançlı mısın? – Tabii ki, ibadetlerimi aksatmam.
-En çok neyden korkarsın? – Haram lokma yemekten.
Memnun kalan baba yine de son kez sorar: Evladım herkesin bir kusuru vardır. Senin var mı?
Damat gülümser: Evet efendim, sadece bir kusurum var… ben yalan söylerim.
Fıkra güldürür, ama düşündürücüdür:
Kusuru yalan olanın bütün doğruları şüphe altındadır.
Siyasette de böyledir. Bir kez gerçeğin üzeri örtüldü mü, ardından hangi söz söylenirse söylensin, halkın zihninde hep aynı soru kalır:
“Acaba şimdi söylediği doğru mu?”
*******************************
Alıştıra Alıştıra…
Türkiye son 20 yılda, siyasal çizgi ile pratik arasındaki farkın yavaş yavaş normalleştirildiği bir süreç yaşadı.Parti programlarında parlamenter sistemi, güçler ayrılığını, denetlemeyi savunan AKP ve MHP “Eğer Anayasa lidere uymuyorsa, Anayasayı lidere uydururuz” anlayışıyla sistemi değiştirdiler, “Cumhurbaşkanlığı sistemini” getirdiler.
Seçim meydanlarında CHP’yi “DEM ile işbirliği yapmakla” suçlayanlar bugün aynı DEM ve PKK yetkilileri ile fiilen ilişki kuruyor.
Bu durum halkta haklı bir soruya yol açıyor:
“Madem bugün dünün tam tersini savunuyorsunuz, yarın bugünün tam tersini savunmayacağınız ne malum?”
****
Devlet Bahçeli’nin akıl almaz dönüşümünü izleyen Ülkücülerin bir kısmı “ihanete uğradık” psikolojisi içinde. MHP içinde kalan bir kısmı ise “liderin bir bildiği vardır” ilacıyla gönül ağrılarını dindirmeye çalışmakta.
Bu ikinci kesim tıpkı şeyhi önünde “gassal karşısında meyyit (ölü) gibi duran, yani “aklını, iradesini ve vicdanını şeyhine devreden” müritlerin anlayışında.
Bu kesim Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan ortaklığının, “yeni süreç” söylemlerine kayma sebeplerini sorgulamıyor. Biat kültürü ile hareket ediyor.
İktidar bu kesimi de alıştıra alıştıra dönüştürüyor.
*******************************
Dürüst Politika İçin Dünya Ne Yapıyor?
Gelişmiş demokrasilerde liderlerin yalan söylemesi yalnızca ayıp değil, yaptırıma tabi bir suçtur.
İngiltere’de Bağımsız Standards Committee, siyasetçilerin açıklamalarını ve davranışlarını etik kurallara göre denetler. Yalan söyleyen, kamuoyu baskısıyla istifa eder. Boris Johnson örneği ortada.
Almanya’da bakanların dürüstlüğü çok önemlidir: Savunma Bakanı doktora tezinde intihal nedeniyle hem unvanını hem makamını bıraktı.
ABD’de Başkan dâhil herkes Kongre’de yalan beyan nedeniyle yargılanabilir. Nixon’un “Watergate” nedeniyle istifası hâlâ dünyaya ders olarak okutulur.
Bu ülkelerde ilke nettir: Siyasetçilerin yalanı cezalandırılır. Çünkü devletin temeli, halkın yönetenine duyduğu güvendir.
Türkiye’de ise yalanın siyasi bedeli yoktur.
Bu yüzden Türkiye’nin ihtiyacı sözüne güvenilir siyasetçiler ve devlettir; bunu talep eden bilinçli bir toplumdur.


