Deha ile aptallık arasındaki fark: Dehanın sınırı vardır;
aptallığın ise yoktur. Bu söz Einstein’a
atfediliyor. Bir önceki yazımın sonunda şöyle yazmıştım: “Doğru tektir. Olsa olsa aynı doğruya birden fazla
cepheden bakılabilir. Fakat yalanın sınırı yoktur.” Benzer gerçeklikler.
Yalanı nasıl teşhis edeceğiz? Bu soruya cevap bulmak için
kitap yazıldığını, Harvard’da
ders açıldığını, yalan detektörlerinin, teyit sitelerinin geliştirildiğini
yazmıştım. Fakat bunların hepsinden daha kolay ve daha basit bir yol var.
Kaynağa bakınız. Kim yazıyor? Gerçekten o mu konuşuyor? Nereden konuşuyor?
O kaynağa siz de ulaşabiliyor musunuz?
Bu soruları cevaplandırırken beyana yüzde yüz
güvenmeyiniz. İddia sahibi,
ulaştığı veya ulaştığını iddia ettiği kaynağa sizin de kolayca ulaşmanızı
sağlamak zorundadır. Atıfların maksadı budur. “Bu dediğimi falanca şurada gösteriyor. Siz de gidip
onu görebilirsiniz.” Tıpkı
bilim metodundaki, tekrarlanabilen deneyler gibi.
Geçenlerde saçma sapan bir haber dolaşıyordu. COVID-SARS2
aslında virüs değilmiş
de bakteri miymiş ne… 5G ile ürüyormuş. Baştan başa uydurma. Bill Gates bize çip
takacak cinsinden bir palavra. Ama altında imza var: Rusya Sağlık Bakanlığı.
Başka bir bilgi yok. İşte sırf bu bile haberin yalan olduğunun ispatıdır. Bu
bakanlık bunu hangi başlıkla, hangi dokümanda
yayımlamış? Rus sefaretine gitmeye gerek yok. İnternet yalanının panzehri de
yine İnternet’tir: Hani
bağlantı adresi? Tıklayıp ulaşabileceğimiz sayfa?
Tabi ulaştığınız
sayfanın gerçekten de söylenen sayfa olup olmadığını kontrol etmeniz gerekir.
Bakın bakalım Rus Sağlık Bakanlığı’nın
sayfasında gov.ru uzantısı var mı?
O halde yalandan korunmanın ilk, en basit ve en kolay yolu
imzaya bakmak; bakmak yetmez, imzanın olduğu İnternet kaynağına gidip onu
kontrol etmektir. Haberleri hâlâ insanlar yazıyor, hâlâ kurumlar servis ediyor
ve onlara saniyeler içinde ulaşmak mümkün.
Sahte kimlikler
Bu yalanların hepsini değil ama yarısından çoğunu bertaraf
eder. Geriye Twitter’da ve
başka yerlerdeki sahte isimler kalıyor. Sevilen, güvenilen yazarlar adına, onlarla ilişkisi olmayan sözler
dolaşır piyasada. İlber Ortaylı olmayan kaç İlber Ortaylı var Twitter’da; veya Mevlana’dan diye aktarılan kaç
uydurma söz. Bir bakın bakalım, o söz, sahibi olduğu iddia edilen kişinin
kaleminden mi çıkmış? Bu sorunun cevabını sıkça şu metotla bulabilirsiniz: Sözü kesin, Google’a, yapıştırın ve iki ucundan çift
tırnak içine alın. Arayın. Tek ulaştığınız nokta, tek kaynak o sizin okuduğunuz
kaynak ve onun benzerleriyse, büyük ihtimalle o kaynak da
yalandır.
Tırnak içinde dedim…
Google’da bir ibareyi, mesela “Bunu Google’da arayın”
sözünü tırnak içine almadan ararsanız, arama motoru
sıraya bakmadan, kelimeler arasında başka kelime olup olmadığına bakmadan arama
yapar. Tırnak içine alırsanız sadece ve tam o ifadeyi arar. Örnek olarak
verdiğim sözü tırnaksız
aradığımda 8 milyon 350 bin sayfa buldu. Tırnak içinde arayınca sadece 66 sayfa
çıktı.
Bu yolla uydurma bir profesör bulmuştum. Adını ve soyadını
tırnaklı yazdığımda sadece o unvanı aldığını söylediği kurum çıkıyordu. Daha
beteri, o kurumu aradığımda da sadece bizim sahte profesör çıkmaktaydı.
Hiçbir başarı mutlak değildir. Size sahte banknot da
verebilirler. Fakat haberlerde kaynağı tahkik edebiliyorsanız büyük ihtimalle yalanı yakalarsınız. Eh keşke benim yorumcularım
da gerçek isimleriyle yorum yapsalar. (Şaka şaka, dilediğiniz gibi yapın. Ama
yorumda imza yoksa okuyanlar da her yazılana inanmasın.)
Güven-
itibar
Peki, uzunca bir iletim/ iletişim macerasından sonra nereye
geldik? Gelmemiz gereken yere, güvenirliğe,
insan insan olalı en önemli saydığımız değere, itibara geldik. Haberin kaynağı
belli olunca, artık o kaynağın geçmişini de hatırlayabiliriz. Daha önce
dedikleri doğru çıktı mı? Yoksa bir yalanı, daha büyük
bir yalanla mı unutturmaya çalıştı? Şüpheli
şeyler söyleyip, sonra sıkışınca daha da olmayacak şeylerle göz boyamaya mı
kalktı?
Güven ve
itibar nasıl kazanılır? Geçmişinde yalan bulunmayacak. Dün kara dediğine bugün ak demeyecek. İtibar böyle bir sicil demektir;
yıllar içinde kazanılır ve tek yalanla yıkılır.
Demek ki geçmiş önemli. Fukuyama, Büyük
Çözülme eserinde, en çok aldatma
olayının turistik gezilerde, turlarda olduğunu söylüyor. Çünkü tura katılanlar birbirinin
geçmişini bilmiyor. Daha sonra da görüşmeyecekler.
O halde itibar yatırımına ihtiyaç yok. Bu, yalanı kolaylaştırıyor. Fakat
toplumun denetim mekanizmasını geçersiz kılan bir unsur daha var; gidilen
yabancı çevrede de turisti tanıyan yok; dolayısıyla ‘itibarım zedelenir’ endişesi de kalkıyor.
Eh taze Twitter hesapları da çok şey paylaşmayıp birkaç günlük ve her gün
profil resmini değiştirmiş Facebook hesabı da esrarengiz mahlaslı yorumcu
imzaları da bir bakıma turistik gezi gibidir. Birikecek bir itibar olmadığı
gibi, onları tanıyıp ayıplayacak bir çevre de yoktur.
Nereye gidiyoruz? Bu anlattıklarımı ve daha ötesini bilen ve
bu yeni gerçeklere göre davranan bir internet kitlesine doğru. Yalan çoğaldıkça,
onu tanıyıp yüz
vermeyeceklerin sayısı da çoğalıyor. Trollerin işi zor. O yüzden iyi maaş alıyorlar. Bazıları devlet memuru.
Bizim devletin değil.( https://millidusunce.com/yalani-sezip-dogruyu-anlamak-guven-ve-itibar/)