Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde,
Cinler cirit oynar iken eski hamam içinde…
Develer tellal iken, pireler berber iken,
Ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken…
Kaf dağının arkasında….
Ve şöyle devam eder masallarımız.
Ülkenin birinde bir garip çoban yaşarmış…
Coğrafik bilginin noksanlığından mıdır?
Az ötede dayısıgil de,
Biraz beride bibisigil de görüp de söyleyemediklerinden midir? Bilinmez
Nedendir bilinmez, bir meçhule atılır bildiklerimiz, gördüklerimiz masallarımızda.
Ben size hemen dizinizin dibinden,
Belki de gözünüzün kıyısından bir şeyler anlatacağım.
Değil sevdiklerinize, sevemediklerinize bile konduramayacaksınız.
Ama hayatın kıyısından, şurasından burasından değil, hayatın içerisinden anlatacağım ufacık bir anekdotu.
Bazılarımız tebessümle, bazılarımız dudak bükerek karşılarken, bazılarımız da küçük dilimizi yutacağız.
Ne günlere kaldık Yarabbi!
Dediğinizi görür gibiyim.
Hep böyle bedavacılık yok
Ben aktörlerin zihniyetlerini anlatırken
Sizlerde paydaşlarını hiç olmazsa gönlünüzde paralamalısınız.
Bir varmış bir yokmuş demeyeceğim.
Azıcık ötede,
Aha şurada, iki kafadar varmış
Tutmuşlar köprünün başını, Deli Dumrul misali verenden on akçe vermeyenden yirmi akçe alırlarmış.
Adına da kardan pay derlermiş,
Yetmiyor, etrafa korku yayarlarmış,
Günler, haftalar aylar birbirini kovalamış,
Ahalinin canına tak demiş bu durum.
Öylesine “gemiyi azıya” almışlar ki;
Rüşvetsiz selam bile vermez olmuşlar.
Her köyün bir delisi(!) olur ya, işte böyle iki deli savcıya gider
İğneden ipliğe olup bitenleri anlatırlar.
Hak nizam terazi değil belki ama, duruşma günü gelir çatar.
Yargıç sorar;
- – Rüşvet aldınız mı?
Verilen cevap, çok ama çok daha manidardır.
- – Allah’tan korkarım yalan söyleyemem. Evet rüşvet aldık.
Ne günlere kaldık Yarabbi!
Bu güne değin öylesine sırtları sıvanmış ki; rüşveti “hakk-ı müktesep” belleyip, yalanı günah sayıyorlar da,…?
Ne diyeyim?
Arif olan anlar.
Şu bizim masalların bitişini de günümüze uyarlarsak?
Onlar ermiş muradına, paydaşları çıksın kerevetine.