Yakındır Gelecek (5)

86

 

 

 

Aziz okur! Hıristiyan âleminin üstünlüğüne sebebiyet veren; ihtiyarlaşmış olan sebeplere karşı gelecek, mukabil olacak; genç, dinç sebepler bizde gelişmeye başlamıştır. Çünkü Asya’da, Âlemi İslâm’da üç nur / üç ışık birbiri arkası sıra gelişmeye başlamıştır. Tıpkı Rusya’da birbiri üstünde üç karanlık, peşpeşe kendisini gösterdiği gibi. Âlemi İslâm hakkında üç nurun da yavaş yavaş gelişmesi görülmektedir. Tıpkı Rusya’da ilk önce sosyalistlik, sonra bolşeviklik, daha sonra da komünistlik karanlıklarının birbirini takip etmesi gibi. Nitekim Rusya’daki pek karanlık istibdat ve baskı perdeleri bir bir yırtılmış, büzülerek kendi içine çekilmiş. Böylece İslâm milletleri Rus’un tasallutundan kurtulmuştur.

İnşallah Kafkas ve Türkistan -Doğu Türkistan Çin zulmü altında inim inim inlemektedir hâlâ- onlar da kurtulacaktır. Nitekim kısmen kurtulmuşlardır. Rusya’nın giderek -ister istemez- hürriyete doğru yol alması. Zorla boyunduruğu altında tuttuğu halklara nefes aldırmış. Kukla devlet olmaktan onları kurtarmıştır. Şimdi onların tasaffiye, arınmaya ihtiyaçları var. Yani tam olarak kendilerine gelmeye, tam olarak kendileri olmaya. Çünkü her kışın bir baharı, her gecenin bir sabahı vardır. Nitekim kıştan sonra bahar gelmiş. Geceyi gündüz takip etmiş. Tam aydınlığa engel olan bulutlar da çekilmeye başlamıştır.

Üstelik Türkiye’mizi ve Âlemi İslamı daha aydınlık, daha güzel günler beklemektedir. Üstelik hâkimane bir vaziyet alacağı günler. Âlemi İslâm hakkında “Üç Nûr” birbiri arkası sıra inkişafa başlıyor demiştik ya, işte bu hakikat da kısmen zuhur etmiş, ortaya çıkmıştır. Diğerleri de sıradadır. Çünkü İslâm Âleminde iman, inanç ve dindarlık bakımından bir yenilenme olmuş ve olmaktadır. Kur’an ahlâkı, Kur’anın emir ve buyrukları hayata geçirilmiş ve geçirilmektedir.

Bir zamanlar olduğu gibi, İslâm Âlemi bir ve beraber olmanın sırrına yeniden erecek, İslâm bayrağını şeref ve şanla yeryüzünde tekrar dalgalandıracaktır. Özellikle “Araptan sonra İslâmın kıvamı olan Etrak”e yani Araptan sonra, Abbasilerden itibaren İslâmı ayakta tutan, Haçlılara karşı koyuştan beri, bin yıldır, on asır boyunca İslâmı bütün varlığıyla maddeten / kılıçlarıyla ve mânen / kalemleriyle savunan Türklere çok iş düşmektedir. Çünkü bayrak düştüğü yerden kalkar.

Diyeceksiniz ki: İslâm parça parça olmuş!

Denilmiştir ki: Tahsil için çeşitli okullara gitmişlerdi. Şimdi döndüler artık.

İşte Hindistan; İslâmın kabiliyetli bir çocuğudur. İngiliz lisesinde okudu. Pakistan denen bir İslâm devleti doğdu.

İşte Mısır; İslâmın zeki bir oğludur. İngiliz Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun oldu. Devletine sahip çıktı. Kendisine gelmeye devam ediyor.

İşte Kafkas ve Türkistan; İslâmın iki bahadır / kahraman oğullarıdır. Rus Harp Okulu’nda yetiştiler.

Şu asilzade / soylu evlâtlarımız diplomalarını aldılar. Şimdi herbiri bir kıt’a, bir ülke başına geçtiler. Muhteşem adâletli pederleri olan İslâmiyetin bayrağını, en mükemmel şekilde ufuklarda dalgalandırıyorlar. Ezelî kaderin gözünde feleğin inadına, insandaki ezelî hikmetin / ezelî maksadın sırrını ilân etmeye hazırlanıyorlar. Durum bu merkezdeyken, bunu bir tarafa bırakıp; neme lâzım, nefsî nefsî dediren; sırf kendini düşünmek olan ruhsal hâleti, bir benzetme ile açıklayalım:

Feleğin / zamanın sille ve tokadını yemiş, perişan fakat asîl bir aşîretten cesur bir adam ile talihi yaver, feleği uygun, diğer bir aşîretten bir korkak bir yerde rast gelirler. Aralarında karşılıklı övünmeler ve tartışmalar başlar.

Önceki adam başını kaldırır, aşîretinin zelil ve perişan olduğunu görür. İzzeti nefsine yediremez. Başını indirir. Nefsine bakar. Bir derece ağır görür. O zaman eyvah, neme lâzım, işte ben, işte yaptıklarım diyerek; bencillikle yaralanmış gururu feryat ve figana, bağırıp çağırmaya başlar. Ya o aşîretten ayrılır. Ya da asılsızlık gösterip, başka aşîrete bağlanır.

İkinci adam başını kaldırdıkça, aşîretinin övünülecek tarafları gözünü kamaştırır. Gurur hissini kabartır, nefsine bakar gevşek görür. İşte o vakit, fedakârlık ve özveri hissi, milliyet fikri uyanır. “Milletime kurban olayım” der.

 

 

Önceki İçerikSavaş Çocuğu
Sonraki İçerikYörük Obası
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.