Telif Hakları Derneği Başkanı ve İlesam İstanbul Temsilcisi Cafer Vayni telefon açtı ve “Türk Edebiyat Vakfı ile müştereken Ustalara Vefa programı başlatıyoruz. İlki de Öykü yazarımız Şerif Aydemir olacak. Sizin konuşma yapmanızı kendisi de, biz de istiyoruz.” deyince bittabi akan sular durdu. Ustalarımıza geç bile kaldık. Çünkü kültürde de artık kendine sadakati öne çıkaran bir çete var. Ruhuma Saplanan Şehir, Yazık Olmuş Yarsız Ömrü Geçene, Mendilim Sende Kalsın, Çiçekten Harman Olmaz, Koryolanus Faciası ve son olarak Yaşamak Geçti Başımdan kitapları yayınlanan Şerif Aydemir Ustayı hatırlamak, gündeme taşımak bir vefaydı, hatta bir erdemdi. Hakkı teslimdi.
Cağaloğlu’ndaki kitap dolu, iki masa, birkaç sandalye, bir telefon, bir kılima, bir mini buzdolabından müteşekkil, ikinci kattaki ESKADER’de yalnızlığına ortak olmak için gittiğimde canı sıkkın görünüyordu. Anlattı;
“Falan geldi buraya, feşmekan için bir anı kitabı hazırlayacakmış, bir yazı istedi. “Feşmekan için kimler yazacak” diye sordum, saydığı isimlerden çoğu feşmekanı ismen tanıyor, kendisi de fazla tanımıyordu. Ancak feşmekana yaklaşmak için fırsattı hazırlayan için. Öyle de oldu. Ben yazmayı reddettim. Çünkü feşmekanı daha fazla ve öncelikli tanıyanların yazması gerek dedim. Onların hiçbirine de gidilmemişti, değerlendirmeden çekiniyorlardı. Hep olumlu yazılsın, madalyonun bir yanı gösterilsin istiyorlardı.”
Şerif Aydemir’den bu ne şık bir tespit, ne hoş bir ders. Söz konusu feşmekan zata zaten altı ayda bir anı kitabı yayınlanıyordu.
Evet o feşmekanı ben de çok iyi tanıyordum, 20 sene kadar içtiğimiz suya kadar beraberdi, hane halkından fazla birbirimizi görüyorduk. Benim de haberim yoktu. Teklif gelse analitik düşünce açısından elbette kaleme alırdım bittabi. Sadece bana değil, yıllarca beraber oldukları hiç kimseye haber bile verilmemişti.
Objektife, Flu Hırçınlığı
Şerif Aydemir Ustaya Vefa toplantısında elbette konuşurum. Kendisiyle yurtiçi ve dışında beraberliklerimiz, seyahatlerimiz, konferanslarımız oldu. İstanbul’a yeniden taşındığım 2008’den bu yana neredeyse her gün görüşüyor ve konuşuyor, müzakere ve münakaşa yapıyorduk. Benim bazı yaklaşımlarıma fazla olmasa da itirazları oluyordu. Kabullenmiyordum ama saygı gösteriyordum. Bu yüzden Şerif Aydemir’le hukukumuzda bir değişikli yoktu, tam tersi kuşatılarak artan bir sevgi vardı.
Fatih Ali Emiri’de, 124 filmiyle sinema tarihine imza atan sanatçı usta İzzet Günay’a Saygı gecesinde Şerif Aydemir sinema konjonktürüne geçecek bir tebliğ sundu. İçeriği, kuşatması, Türkçesiyle, sanki bir klasik İzzet Günay kitabı olmuştu tebliğ. Herkes alkışladı. Konuşmacılar ve izleyiciler arasında önemli isimler var; Çiğdem Tunç, İhsan Kabil, Engin Çağlar, Prof.Dr. Gülper Refik, Cengizhan Orakçı gibi önemli aydınlarımız, sanatçılarımız, akademisyenlerimiz ve şairlerimiz mevcuttu.
Konuşmasını yapan, görüşlerini daha önce aktaran sinema eleştirmeni, gazeteci, yazar, İstanbul Kültür Sanat Vakfı Yürütme Kurulu üyesi, SİYAD Kurucusu ve Onur Başkanı Atila Dorsay birden hiddetlendi, celallendi, haksız ve saygısızca Şerif Aydemir’e sözle saldırdı, yakışıksız şeyler söyledi ve tacizde bulundu. Adeta “sinema değerlendirmelerini ancak ben yaparım, siz de kim oluyorsunuz, siz yapamazsınız”a getiriyordu saldırı sebebini İzmirli, ama İstanbul’da yaşayan Atilla Dorsay! Elazığlı Şerif Aydemir’in cevabı ise bir İstanbul Efendisi olarak “cevapsızlık” oldu. Dorsay daha da kızdı bu sessizliğe. Celallenmeyi sürdürdü. Sabır abidesi, inanç sahibi, birikim ve donanımıyla Şerif Aydemir lisan-ı haliyle yetti de artı bile.
Gençlik Fışkıran Edebiyat Vakfı
Carl Gustav Jung “Düşünmek zor zanaattır” diyor. Belki de en zoru. Şerif Aydemir bunu bile bile “Oku” ve “Düşün” mektebine hala devam ediyor. Çünkü Ahmet Kabaklı, genç üniversiteli kaynayan Türk Edebiyat Vakfı’nı böyle temellendirmişti, bu mektebi kurarken. Böylece buradan çok sayıda akademisyen, müteşebbis, yazar ve münevver çıkmıştı. Bunların tümü de irsi bağdan çok, fikri bağla düğümlenmişlerdi Türk Edebiyat Vakfı’na. Dolayısıyla hala birer gönüllü ve fahri varis gibidirler. Haftanın çoğu günü etkinliklere, sohbetlere açık olan Türk Edebiyat Vakfı’na uğramayan bir üniversite öğrencisi kendisini o gün derse girmemiş, vizelere hazırlanmamış, dolayısıyla dönem imtihana çok çalışması gerektiği biçiminde hissederdi.
Doğu Türkistan dahil Türk Dünyasının çoğu liderini, yazarını ve akademisyenini Türk Edebiyat Vakfında tanıdık, sohbet ettik. Bir defasında Ankara TRT Haber Merkezinde iken Ahmet Kabaklı Hoca telefon etti. “Mehmetciğim, kardeşim; iki hanım öğretmen arkadaşımı sana gönderiyorum. Bakanlık bizim dergi abonelerini tasarruf gerekçesiyle kesmiş. TBMM Bütçe Karma Komisyonu’nda görüşülürken alakanı rica ediyorum Türk Edebiyat Vakfı Ankara Temsilcisi olarak.” Dedi. Beni de onore ediyordu esasında. Nihayet problemi çözdük.
Şerif Aydemir Usta işte böyle bir Hoca’nın, Ahmet Kabaklı’nın mektebinden biri, burasının diplomasına yahut icazetine sahip.
İki Tarafı da Anlamak
Covit 19 salgını sırasında önemli bir sivil toplum ve meslek kuruluşumuz olan ESKADER’in başındaydı. Bu dönemi başarıyla atlattı. Kapısına kilit vurdurmadı. Hiçbir yerden gelir girdisi olmamasına rağmen, teşkilatının çözülmesini önledi ve onca masrafın üstesinden geldi, istişarelerle örnek oldu.
Carl Gustav Jung “Düşünmek zor zanaattır” der. Şerif Aydemir de zor olanı seçmiş. Çünkü yanındaki her canlıya değer verir. İskenderiye Kütüphanesinin kapısında yazıldığı gibi “Okumanın bizi güçlüklerin gazabından koruyacağı” şuuruna sahip. Bir gün benim elimden tutup Cağaloğlu’ndaki Ötüken Temsilciliğine götürdü “Ağabey bu kitabı mutlaka okuman gerek” diye aldı, hediye etti. Yağmur bulutuna sahip bir yazar Şerif Aydemir. Hakk dostu ile Hak ile başlayan “Not Defterimden Süzülenler” olarak yağdı daha sonra; yağıyor, yağacak.
Şerif Aydemir gün görmüş, öyle büyümüş, idrak ile delikanlı olmuş, gelişmiş ve inançla bütünleşmiş bir müellif. Birlikte olmayı hep öncelemiş. Dolayısıyla hiç yalnızlık hissetmiyor. Unvan, makam, imkan, şöhret, para, pul düşünmemiş.
Doğuyu tanıyor ve biliyor, batıyı yakın takibe almış. İbret alınması gerekiyorsa yorumlamış, ders çıkarmış. Ufuk gösteriliyorsa oraya koşmuş. Şerif Aydemir’e Şeyh Sadi de, Mehmet Akif de, öte yandan Suat Derviş de, Sabahattin Ali de mutlaka bir şeyler söylüyor. Arif olduğundan iki tarafı da anlıyor.
Şahsiyet Örğüsünün Keşfi
Bizim kesimde çoğu kimse birbirinin ailesini ve çocuklarını tanımaz. Ta musalla taşına kadar böyle devam eder, bağ kurmakta ihtiyaç da hissetmezler. Şerif Aydemir’in eşi ve çocuklarını değişik vesilelerle tanımış, sohbet etmiş, böylece ayrıcalık kazanmış bir dostuyum. Ben böyle medeni, insani ve İslami ilişkilerin artmasından yanayım. Dolayısıyla mesudum. Böyle bir eksikliği mutlaka gidermemiz gerek.
Şerif Aydemir, biriyle ilgili illa görüş belirtmez, olumlu veya olumsuz konuşmaz, ne iltifat eder, ne aleyhinize geçer; ama sizi saatlerce dinler, sorunlarınıza ortak olur, dertlerinizi paylaşabilir. Böylesi sorunlar sanırım genelde otoriterlikten, politik tıkanıklıktan, fikri kabızlıktan, mesleki ve meşrebi tutuculuktan, yeni gelişmelere gözü kapatmaktan geliyor. Şerif Aydemir’de bulunmayan, bulunamayan, yer edinemeyen hususlar bunlar. Sürçü lisan arayışınız bile nafile, bulamazsınız. Nurettin Topçu’nun hatırlattığı gibi ezberden öte şahsiyetin örgüsünü keşfetmiş bir kere. Belli ki dünyayı iyilik kurtaracak. Mutluluk ve refah dışardan alınan veya gelen bir şey değil. İnsanımızın inşa edeceği bir güzellik.
İnsan, Vatan, Aile, Ana Dil ve Çevreye Yatırım
Bernard Show’un tespitine göre her saniye kıymetlidir. Çünkü zamanın telafisi yoktur. Platon Akademisi’nin girişinde “Matematik bilmeyen giremez “ yazıyormuş. Belki bugün yaşasaydı tefekküre kılavuz olsun diye “insanı tanımayan, hayatı bilmeyen giremez” yazacaktı. İletişim Fakültesinde “metin çözümlemeleri” dersi verirken eleştirel tavır ve kâinatı okumayı tartışıyorduk.
Okul birincisi olması dolayısıyla Türk bayrağını göndere çektiren, ancak görüşleri yüzünden bir türlü profesör yapılmayan ahlakçı düşünürümüz Doç. Dr. Nurettin Topçu Hocanın isyan ahlakı ve ahlak aşkını müzakere ettik. Emrullah Efendi’nin Tuba Ağacı yaklaşımı mı, Anadoluculuk mu ıslahatı tamamlayacaktı? Kim bilir? Galiba her şey dönüp ferasette, üretimde, paylaşmada düğümleniyor. Çünkü değişim hızlı seyrediyor. Değişmeyen tek şey kimlik ve duruş. Dolayısıyla Şerif Aydemir’i okumamak bir nakise.
Şerif Aydemir’in görüşlerini belirttiği ilk kitaptan son eserine kadar bu vurguları yakalamak mümkün. Sadece bu mu? Hayır! Cengiz Aytmatov’un oğlu Askar Aytmatov ile İstanbul’da da sohbet etmiştik. Bişkek’te beş yılda bir düzenlenen ve dünyanın maruf akademisyen, fikir adamı, yazar ve gazetecilerinin katıldığı Cengiz Aytmatov Forumu’nda dostluğumuz pekişmişti. Maruf Kırgız Türkü Yazar, diplomat, devlet adamı, eserleri 150 dünya diline tercüme edilen Türk Dünyasının yüz akı edip Cengiz Aytmatov’un bütün eserlerinin özetinde beş husus vurgulanır. Çevreye dönüş, aileye dönüş, insana dönüş, ana dile dönüş ve yaradana/rabbine dönüş. Bunlardan hangisi Şerif Aydemir’de yok ki? Sen çok yaşa usta e mi?
En Yüksek Makam
Şerif Aydemir’e göre; Bizim Hikâyemiz, çocukluklarımız, köyümüz, kasabamız görenekleriyle hala çağırıyor, “bende bir şeyler var, ara bakalım” diyor. Şehir’e geliyor bir öyküsündeki taksitli satışla Şerif Aydemir. Bunu daha da yüksek sesle dillendirdi Yaşamak Geçti Başımdan ile. Çünkü “en yüksek mevki insan olmak” endişesi taşıyor; İnsan olmak.
Şerif Aydemir yağmur bulutuna sahip; insan olmanın yazarı, öykücüsü ve dostu.