Yabancıdan Medet

93

 

Mâzi; istikbâlin / geçmiş; geleceğin aynasıdır. Geleceği bilmek ve görmek isteyenler, geçmiş aynasına baksınlar. Mesela II. Abdülhamit devrine şöyle bir göz atarsak; o tarihî günlerin ışığında bugüne bakacak olursak, tarihi tekerrür ve tekrar ettirdiğimizi hemen görür. Ve esefle “Eğer ibret alınsaydı tarih tekerrür eder miydi?” demekten kendimizi alamayız.

Mesela Abdülazîz devrinde başlamış olan Bosna – Hersek ve Bulgar ayaklanmalarına V. Murad devrinde Sırbistan ve Karadağ savaşları da eklenmişti. Üstelik bu isyanlar Rusya tarafından hem kışkırtılıyor hem de destekleniyordu.

Bugün olduğu gibi o gün de “Şark Mes’elesi / Doğu Sorunu” gündemdeydi. Evet bugün de, Batı perde arkasından da olsa aynı tıynet ve emelinden asla vazgeçmiş değildir. Nitekim bölücü terör örgütüne fazla ses çıkarmaması bunun açık delîli.

Abdülazîz’in son yıllarında dış borçların ödenmesiyle ilgili olarak devletçe alınan karar; Avrupa’da büyük tepkilere yol açmıştı.

Bugün de Batı, yüksek faizlerle verdiği borçları alıp alamayacağı gibi yersiz endîşelere düşüyor. İkide bir mâliyemize ve bütçemize karışıyor. Harcamalarımıza müdahale ediyor. Yatırımlara, ücretlere, maaşlara kadar burnunu sokmadığı yer kalmıyor.

Velhâsıl o günlerde Avrupa kamuoyu Osmanlı Devleti aleyhine dönmüş durumdaydı.

Peki bugün çok mu lehimizde tavır koyuyor?

O zamanlar İngiltere  “Şark Mes’elesi”nin İstanbul’da toplanacak bir konferansta görüşülmesini istemişti.

Aynı İngiltere bugün de, diğer Avrupa Devletleri’yle birlikte aynı konuya yine el atmış bulunmakta. Bu yüzden Türkiye’nin yıllardır terör belâsıyla başını ağrıtmakta. Bu şekilde kalkınmasına, kendine gelmesine mâni olmaktadır. Böylece  “Ortadoğu’da ben de varım” dedirtmemek için olanca entrikalarıyla sesini çıkarmasına engel olmaktadır.

Hani 23 Aralık 1876 tarihinde İstanbul Konferansı toplanmıştı ya. Batılı devletlerin aşırı isteklerde bulunmaları bekleniyordu ya. Nitekim Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını tehlikeye sokacak kadar ağır hükümlerin kabul edilmesini istemişlerdi ya.

İşte bu menfi gidişatı önleyeceği zannıyla aynı günde yüz bir pâre top atışıyla Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası hükmünde olan Kanun – ı Esasî  ilân edildi. Fakat Batılı devletler bu ilânât karşısında hiç oralı olmadılar.

Oysa Osmanlı aydınları sanıyorlardı ki, Osmanlı Devleti meşrûtî idareye geçerse Batı’nın tutumu değişecek, bizi bağırlarına basacak, yanımızda yer alacak, Osmanlı Devleti’ne karşı hasmâne tutum içinde olmaktan vazgeçecekler. Ortalık süt liman olacak. Osmanlı  Devleti üzerindeki emellerden cayacaklar. Kısaca başımız göğe erecekti. Velhâsıl sen sağ ben selâmet.

Fakat esefle görüldü ki, Osmanlı Devleti’nin Kanun- ı Esâsî’yi ilânı; Batılı devletlerin kılını bile kıpırdatmadı. Anayasa ilânı Batılı Devletler için hiçbir şey ifade etmedi.

Çünkü onlar için Osmanlı Devleti’nde yapılmasını istedikleri bu dayatmalar; aslında Osmanlı Devleti’ni karıştırmak için birer bahâneden başka bir şey değildi. Amaçları için sâdece birer araçtı. Yoksa Osmanlı Devleti’nde şu veya bu idare tarzının olması veya olmaması onlar için asla bir şey ifade etmiyordu.

Bugün de öyle değil mi sevgili okur? Bugün de zâtında doğru fakat zaman ve zemin bakımından yanlış olan adımların atılması; istenmek ne kelime dayatılmıyor mu? Hattâ

 

2371

bunun için tehdit edilmiyor muyuz? Bunlardan dolayı Türkiye’ye aba altından sopa gösterilmiyor mu? Oysa:

Atılan adımda olunca basîretsiz samîmiyet
Milleti felâketin eşiğine getirir nihâyet

Osmanlı Devleti ilk anayasasını âlâyı vâlâ ve büyük bir debdebe ile ilân etmişti. Buna rağmen Batı hiç oralı olmamıştı.

Bu acı gerçek ortadayken ne yazık ki Mithat Paşa İngiltere’den; ilân edilen anayasa için âdeta himâye talep etti.

Bugün de Batı’nın dayatmalarıyla yapılmak istenen  -Türk Devleti’ni zaafa uğratıcı –  bâzı düzeltme ve düzenlemelerin,  ancak yine onların himâye kanatları altında yaşama hakkı bulacakları inancında değil miyiz?

Resmî duruşumuz; hem denize düşen hem de denizdeki yılana sarılan kimseyi andırmıyor mu? Oysa:

Yabancılardan umularak medet
Yola çıkılır mı hiç, bu ne gaflet?

X

Yarınların güzel olmasını isteyenler baksın düne
Çizsinler ona göre dosdoğru rotalarını bugüne

 

 

Önceki İçerik4+4+4’ün Şifreleri
Sonraki İçerik1 Mayıs Koalisyonu
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.