Dil, millete kimliğini kazandıran ve millî varlığını koruyan en önemli unsurdur. Millî dil, millî birliğin altyapısını oluşturur. Millî duygu ile dil arasında önemli bir bağ vardır. Millî dil, millî kültürü ve bizi biz yapan değerleri geçmişten geleceğe taşıyan en önemli araçtır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, vatanı düşman işgalinden kurtarıp bağımsızlığımızı kazandırdıktan sonra en büyük savaşı, dilimizi bağımsızlığına kavuşturma yönünde vermiştir. Bunun için dilimizdeki doğu ve batı kökenli yabancı kelimelerin ve dil kurallarının temizlenmesini istemiştir. Türk Dilini Tedkik Cemiyeti ve sonraki adıyla Türk Dil Kurumu’nu hayata geçirerek ve Türk Dili Kongreleri toplayarak, bu savaşı bilimsel ve kurumsal bir zemine oturtmaya çalışmıştır. Çünkü, Atatürk, Türk milletinin millî birlik, beraberlik ve bütünlüğünün millî dille sağlanacağını, millî kimlik ve varlığın millî dille korunacağını biliyordu.
Mütareke ve İstiklâl Savaşı yıllarında Millî Mücadele’ye ve Kuvvâ-yı Millîye’ye karşı çıkan, kurtuluşu Amerikan ve İngiliz mandasında gören kafalar, bugün de birçok alanda olduğu gibi dil alanında da karşımıza çıkmaktadırlar. Bu zihniyettekiler, “Türkçe bilim yapma yeterliliğine sahip değildir, bunun için yabancı dille eğitim yapmak gerekir” diyorlar. Yabancı dille yapılan eğitimin, bize uluslararası mesleki ve akademik hayatın kapılarını açacağını savunuyorlar. Bazı iyi niyetliler de, “yabancı dil öğretimi” ile “yabancı dil eğitimi”ni birbirine karıştırdıkları için, yabancı dille eğitim yandaşlığı yapıyorlar.
Bu yüzden, toplumumuzda yıllardır “yabancı dil öğretimi mi”, “yabancı dille eğitim mi” konusu tartışılıyor. Her tartışma konusu gibi bu konu da, siyasi ve ideolojik zemine çekiliyor. Halbuki konu, bilimsel ve pedagojik zeminde ele alınmalı, bilimsel verilerle değerlendirilmelidir. Bir defa bu tartışmayı yapanlar, her şeyden önce buradaki “öğretim” ve “eğitim” kavramlarının işlevlerinin tamamen birbirinden farklı olduğunu göz ardı ediyorlar. Öğretim(talim); belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işidir. Eğitim(terbiye) ise, bir insanın toplum yaşayışına uyumunu sağlamak için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmeleri ve kişiliklerini geliştirmeleri için yapılan çalışmaların bütünüdür.
Eğitim ve öğretim kavramlarının aralarındaki bu büyük anlam farkına baktığımızda yapılan tartışmanın ne kadar anlamsız olduğu ortaya çıkar. Bizim çocuklarımızı ve gençlerimizi kendi toplum hayatımızın şartlarına göre eğitmemiz, ülkenin ve çağın gereklerine göre öğretmemiz gerekir. Atatürk gibi, Gökalp gibi biz de, “yabancılaşmadan çağdaşlaşma” ilkesini benimsemeliyiz. Bunun da yolu, sağlam bir millî dil eğitiminden geçer.
Birey olmak, bağımsız düşünmeye bağlıdır. Bağımsız düşünce, bağımsız dille sağlanabilir. Çünkü, dille düşünce arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Dil, birey olmanın, millî kimlik kazanmanın ilk unsurudur. Ama bu dil, yabancı bir dil değil, millî dildir. Başkasının diliyle düşünmeye çalışmak, o dili konuşan insanların düşünce çerçevesini, tarzını, altyapısını, kültürünü benimseme sonucunu doğurur. Bu da, millî kimlikten uzaklaşmaya ve yabancılaşmaya yol açar. Bunun için diyoruz ki, bir insan ancak millî diliyle sağlıklı düşünebilir.
Bilişim, iletişim ve ulaşım alanındaki hızlı gelişmeler, dünyamızda hızlı bir değişim ve dönüşüm sürecini başlamıştır. Bilginin hızla geliştiği ve yaygınlaştığı bu “Bilgi çağı”nda, bir “Bilgi toplumu” haline gelen küreselleşen dünyada, insanlarımızın uluslararası ilişkiler kurabilmesi, iyi bir veya birkaç yabancı dil öğrenmelerine bağlıdır. Bunlar da, ilişki kurulacak ülkelere göre değişkendir. Fakat, insanımızın küreselleşme buhranı ve bunalımları arasında millî varlık ve kimliklerini korumaları için, yabancı dilleri millî dilin önüne geçirmemeleri gerekir.
Ben Türk Dili ve Edebiyatı eğitimi almış, bu konuda yayınları olan ve millî hassasiyetleri yüksek bir kişiyim. Kırk yıllık eğitim hayatım içinde on sekiz yıllık Anadolu Lisesi Müdürlüğümün ayrı bir yeri vardır. Ben Anadolu Liselerini, kolejlerde ve yurt dışında yabancı dil öğrenme imkânı bulamayan Anadolu çocuklarının yabancı dil öğrenerek dünyaya açılmalarını sağlayan bir pencere olarak gördüm. Bu yüzden özelliklerinin korunarak yaşatılmaları için mücadele ettim. Bu konudaki hassasiyetimi, 2005 yılında Vefa Lisesi Müdürü iken bu okulların Hazırlık Sınıfları kapatıldığında bunun yanlış olduğunu belirterek düzeltilmesi için yaptığım çalışmalara büyük destek veren değerli dostum araştırmacı-gazeteci sayın Uğur Dündar iyi bilir. Bu mücadele, Vefa Lisesi ile birlikte Kabataş Erkek ve Cağaloğlu Anadolu Lisesi’nde yeniden Hazırlık Sınıflarının açılmasıyla sonuçlandı. Bugün bu okullardaki öğrencilerin daha iyi dil öğrendiklerini, dış ilişkilerinin arttığını ve üniversiteye yerleşme oranlarının daha yüksek olduğunu görerek doğru yaptığımızı anlıyorum.
Dünyanın gelişmiş ülkelerinde de yabancı dille eğitim yoktur. Yabancı dille eğitim, ancak müstemleke veya işgal altındaki ülkelerde geçerli bir eğitim şeklidir. Bu da beraberinde şahsiyetsizliği, ezikliği ve silikliği getirir. Aklımızı başkasının kılavuzluğu olmadan kullanamama zavallılığından kurtulamayız. Yabancı dille verilen eğitimle aslında belli kalıplar ve kurallar dışında fazla bir şey öğrenilmez. Ayrıca yabancı dille eğitim yaparsak, kendi dilimizle bilim yapılamayacağını kabul etmiş ve dilimizin gelişimini de önlemiş oluruz. Öyle ise yabancı dil öğretiminde nasıl bir yol takip edilmelidir: İlk ve orta öğretimde öğrencilere iyi derecede bir veya birkaç yabancı dil öğretilmeli, yüksek öğretimde de branşında ve alanında bir yabancı dilden çok isim, sıfat, terim ve kavram kullanılıyorsa, sadece terminolojinin kazandırılması yoluna gidilmelidir.
Bu sebeplerle son günlerde yabancı dille eğitim yapan Hacettepe Üniversitesi’nin Rektörü Prof. Dr. Murat Tuncer’in “İngilizce eğitim sömürgede olur” biçimindeki çıkışını çok yerinde ve anlamlı buluyorum. Amerika’da eğitim gören ve orada “en genç profesör” ünvanını kazanan Oktay Sinanoğlu’nun yıllardır devam eden “Yabancı dille bilim yapılmaz. Türkiye’nin bilim dili Türkçe olmalıdır” yönündeki makale, kitap ve konferanslarla sürdürdüğü mücadelenin yavaş yavaş meyvesini vermekte olduğunu görmenin mutluluğunu yaşıyorum. Son birkaç Millî Eğitim Şûrasında da bu yönde kararlar alınmıştır. Yapılacak şey, uluslararası anlaşmalarla yabancı dille eğitim yapmasına izin verilen eğitim kurumlarının dışındaki bütün eğitim kurumlarımızda eğitim, Türkçe yapılmalıdır.
Sonuç olarak diyorum ki, bir ülkenin bilim ve eğitim dili, millî dilidir. “Yabancı dil öğretimi”ne sonuna kadar “Evet!”, “Yabancı dille eğitim”e sonuna kadar “Hayır!” diyorum.
Parolamız ” Yabancı dille eğitim değil, millî dille eğitim” olmalıdır. Unutmayalım, “Türkçe biterse, Türkiye gider”, yabancı dille eğitim bizi kurtaramaz.