Ya Türk Askeri Kıbrıs’a Gelmemiş Olsaydı?

80

Bir düşünün bakalım!

Bundan tam 45 yıl önce Türk askeri adaya gelmemiş, Kıbrıs Türk’ü Rum’un insafına terk edilmiş olsaydı, Kıbrıs’ta neler yaşanacak, o günlerin izleri bugünlere nasıl yansıyacaktı?

Atalarımızdan emanettir dediğimiz, on binlerce şehidimizin ayak izlerini taşıyan bu stratejik adanın Rumların elinde olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Adada 1963-1974 arası yaşanan o acılı yılların ne demek olduğunu bilen, o yılların her türlü mahrumiyetini tadan insanlarımızın sayısı giderek azalıyor.

1571’de adayı fetheden atalarımızdan bugüne yüzlerce nesil geldi, geçti. Ama hala Kıbrıs adasında yaşayanlar adaletli bir çözümü bekler dururlar ne yazık ki!

Ne yazık ki diyorum. Çünkü 1974’te Rumların topluca katletmek üzere olduğu Kıbrıs Türkünün yardımına koşan Türk askerinin adaya çıkmasıyla birlikte aslında adada çözüm sağlanmıştı. Bu çözüm hem de en adilane olanıydı.

Neredeyse 60 yıldan beri adada hala çözüm olacak diye bekleniyorsa eğer! Bu hayalden öteye bir şey değildir. Ya da çözüm adına adada bir başka senaryonun hayata geçirilmesi istenmektedir!

Şimdi ada tarihine damgasını vuran her şey bir yana, tarih sayfalarını geriye doğru tarayalım ve 20 Temmuz 1974 öncesine bakalım!

Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanı Makarios’a karşı Yunan cuntasının desteklediği bir askeri darbe yapılmış ve ”Kıbrıs Helen Devleti” kurulmuştur. Bu yeni oluşumun başına da ”Türk Kasabı” lakaplı Nikos Samson geçmiş esas hedefinin adada yaşayan Türk’leri tamamen ortadan kaldırmak olduğu anlaşılmıştır.

Şiddetli çatışmalar tüm adayı sarmış, adada kalan 90 bin civarındaki Kıbrıs Türk’ü çaresiz bir biçimde anavatanı Türkiye’den gelecek yardımı beklemektedir. Artık günler değil saatler dahi çok önemlidir. Çünkü hayat onlar için kum saatine dönüşmüş, düşen her kum tanesi geride kalan ömrün ne kadar olduğunu göstermektedir!

Şimdi bu noktada duralım ve elimizi vicdanımıza koyup düşünelim!

Tüm bunlar adada yaşanırken; ya Türk Askeri adaya gelmemiş, Rum’un insafına kalan Kıbrıs Türk’ünü topyekûn imha edilmekten kurtarmamış olsaydı bugün Kıbrıs’ta durum nasıl olacaktı?

Acaba bugünleri görebilecek kaç Kıbrıs Türk’ü adada kalacaktı?

Bu gün adanın kuzeyini süsleyen ay yıldızlı milli ve devlet bayraklarımız gönderlerde olabilecek miydi?

1983 yılından bu yana sadece Türkiye tanımış olsa dahi Kıbrıs Türk’üne anasının ak sütü gibi helal olan KKTC devleti adanın Kuzeyinde var olacak mıydı?

Kıbrıs Türk’ü kim ne derse desin kendi devletinde özgürce yaşamanın hazzını tadabilecek miydi?

Ya 36 yıldan beri halkının seçtiği oylarla bu devleti idare eden siyasileri ismen kaç kişi tanıyacaktı?

Her birinin altında son model Mercedes araçlarıyla, aldıkları yüklüce maaşlarıyla, KKTC meclisi çatısı altında kaç kişi görev yapmış olacaktı?

Yıllar boyunca sadece hayatta kalabilmenin çaresizliğini yaşayan Kıbrıslı Türk analar, babalar o günlerin acısını, anavatan Türkiye’ye olan özlemin ne demek olduğunu çok iyi bilirler.

İngiliz sömürgesi döneminde yıllar boyunca her sabah okullarına gittiklerinde zorla ”Kraliçem Sen Çok Yaşa” diye bağırtıldıklarını, sonrasında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinde Rum’un insanlık dışı baskılarıyla yaşadıkları her saatin nasıl bir azap olduğunu en çok da adada hala yaşayan bir avuç 80 yaş üstü Kıbrıs Türkleri bilir. Bu acılı yıllar onların bizzat yaşadıkları, dedelerinin, ninelerinin anlattıkları bu gerçeklerin ta kendisidir.

Pekiyi, neden böyle bir yazı kaleme aldım?

Geçtiğimiz yazdan beri gerek Kıbrıs adasının çevresinde, gerekse Doğu Akdeniz’de sular giderek ısınmakta, bu bölgede tespit edilen zengin enerji yataklarının işletilmesi için dünyanın pek çok devleti Rumlarla iş birliği sözleşmeleri imzalamaktadır.

Çok doğaldır ki, Türkiye ve KKTC devletleri de bölgede mevcut uluslararası hak ve hukukları çerçevesinde buradaki enerji yataklarının tespiti, işletilmesi yönünde yapmış oldukları anlaşmalar çerçevesinde sondaj faaliyetlerini sürdürmektedirler.

Ancak on binlerce kilometre öteden gelip de sanki haklarıymış gibi bu bölgenin enerji kaynaklarından pay almanın peşinde olan devletler, Türkiye ve KKTC’nin bu faaliyetlerine şiddetle karşı çıkmaktadırlar.

İşte bu noktada bir kez daha düşünelim!

Enerji yatakları böylesine zengin bu bölgede, neredeyse dünya devlerinin tamamı Rumlarla kol kola pay kapmanın peşinde koşarken; Ya Türk askeri Kıbrıs’a gelmemiş, 36 yıl önce KKTC devleti kurulmamış olsaydı! Türkiye ve KKTC devletleri de bu bölgede aynı faaliyetleri yapabilecek miydi?

Bir başka önemli soru?

Türlü Bizans oyunlarıyla, içi tuzak dolu ittifaklarla Ege’de başlayıp, Doğu Akdeniz’e doğru yayılan Yunanistan’ın adeta Türkiye’yi kuşatmaya çalıştığı bu hamlelerine Kıbrıs adasının kuzeyi Türkiye’nin elinde olmasaydı nasıl cevap verilecekti?

Yıllar çok çabuk geçiyor! Kıbrıs’ta yaşanan onca olay çok çabuk unutuldu!

Ama tarihin unutmaz hafızası günü geldiğinde yaşanan onca gerçeği bir tokat gibi unutanların yüzüne çarpıveriyor!

Bir zamanlar; ”Rumlardan daima bir adım önde olacağız”,  ”Egemenlik uğruna ölünecek leyla değildir”, ”Git sen kendi ülkende konuş”, ”Adada tek devlet, tek egemenlik, tek millet den başka çözüm olmaz”, ”Birleşik Kıbrıs ada için en iyi çözüm şeklidir”, ”Adada Kıbrıslılar yaşıyor”, ”Kurtar Bizi Annan”, ”Barra Denktaş”, ”AB’ye Yes Be Annem”, ”Biz hep yavru olarak mı kalacağız. Burası bağımsız bir devlettir”, ”Türk ordusu işgalcidir!”…

Tırnak içine aldığım bu tür söylemlerle, adada çözüm olacağını sananlara günümüzün ada gerçekleri en doğru yanıtı vermiştir.

Kıbrıs Rum tarafının adada çözüm diye bir derdi yoktur!

Ada Rumlarının yegâne derdi Kıbrıs adasının tüm yönetimini ele geçirmektir.

Günümüz Kıbrıs’ı ve Doğu Akdeniz’de Rumların bölge devletleri ve diğer devletlerle yapmış oldukları enerji odaklı anlaşmalara, Güney Kıbrıs’tan adanın kuzeyinde kalan Rum yerleşim merkezlerine Rum ailelerin göç etmelerini özendiren maddi yardımlara, KKTC’de kurulan yeni hükümetin Türk Maraş bölgesinde yapmış olduğu hamleye/açılıma mani olmak adına Rum tarafının yapmış oldukları yaygaraya bakıldığında:

Bu gelişmelerin tamamı Rumların adada tek söz sahibi benim, benim dediğim olur, demelerinden başka bir şey değildir…

Ama tarihe kazınan gerçekler hiç de öyle değildir!

Bir de adanın kuzeyindeki gerçek vardır. Bu gerçekler tarih sayfalarına bundan 45 yıl önce Büyük Türk Milletinin birlikteliği, o dönemdeki Türkiye Hükümetinin kararlılığı, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin adaya çıkışı, Kıbrıs Türk’ünün milli mücadele direnişi ve nice kahramanlıklarla yazılmıştır.

Onun içindir ki;

Özellikle göreve geldiği günden beri taraflar arası müzakerelerde; Rum tarafının yıllardan beri adada istemediği Türkiye’nin garantörlüğünü, Türk askerinin adadaki varlığını, toprak paylaşımı gibi çok önemli konuları dahi sanki halkının onayı varmış gibi görüşme masasına taşıyan, adadaki çözümün ancak ”Birleşik Kıbrıs ” çatısında olabileceğini, federasyondan başka hiçbir çözümün kalıcı olamayacağını, hele ki ”İki ayrı devletli çözümün halkı aldatmak olduğunu” ifade eden KKTC Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı; yaşanan gerçekleri bir kez daha gözden geçirmeli, şu soruya verebileceği bir başka cevap varsa, onu da söylemelidir:

”Ya Türk askeri Kıbrıs’a gelmemiş olsaydı?”

 

 

Önceki İçerikSınıf Muhabbeti (2)
Sonraki İçerikKabil’den Gazze’ye Soğuk Savaşı Gözetlerken Omurgasız Politika
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.