Bir kitabı, bir
insanı ya da bir şeyi; ne tamamen kabul edip baş tacı etmeli, ne de büsbütün
yerin dibine geçirmeli. “Huz ma safa, da’ ma keder!” / “Her şeyin iyi, doğru ve
güzel tarafını almalı. Kötü, yanlış ve çirkin yönünü reddetmeli. Bir kitap veya
bir insan; ne tamamen iyi, ne de tamamen kötüdür. Her şeyde alınacak bir şeyler
vardır. Kötü, yanlış ve çirkin şeylerin de istifade edilip yararlanılacak
tarafları mevcuttur. Çünkü her şey; zıddıyla bilinir, anlaşılır, takdir edilir
ve kıymet kazanır.
Kaldı ki, bir
şeyde ölçü; o şeyi yüzde yüz iyi, doğru ve güzel bulmak doğru olmadığı gibi,
onu yüzde yüz kötü, yanlış ve çirkin görmek de doğru değildir. Genel kaide
yüzde elli biri iyi, doğru ve güzel olan; iyi, doğru ve güzeldir. Yüzde elli
biri kötü, yanlış ve çirkin olanı da kötü, yanlış ve çirkindir.
Nitekim İlâhî
adalet de, bu çerçeve içinde cereyan eder. Kulun iyi, doğru ve güzel tarafları
yüzde elli bir ise, ebedî âhiret hayatını kazanmış olacak. Kötü, yanlış ve
çirkin yönleri yüzde ellinin üstüne çıkarsa, azaba duçar olacak. Allah isterse
affeder. O’nun bileceği bir husus. Affa uğramazsa günahlardan temizlenince
Cennete konacak. Tabii imansız olanlar ebediyyen azaba müstehak olup Cehennemde
kalacaklardır ki, bu da başka bir mes’ele.
Çevremizdeki
insanların bazı hatâ, kusur ve noksanları var diyerek, onlardan ilgiyi, selâm
sabahı kesmemeli. Onlara aleni bir cephe alarak; hatâ, kusur ve noksanlarının
devamına yeni fırsatlar vermemeli. Güzel davranış, yapıcı konuşma ve insanca
hareketlerle; bu tiplere güzel örnek olmalı. Onların düşünmelerine kapı açmalı,
kendilerine gelmelerini sağlamalıyız.
Hani bilirsiniz
ya, Hz. İsa’ya “Güzel ahlâkı kimden öğrendin?” diye sormuşlar. “Ahlâksızdan.” demiş. Böylece soranları bir
güzel düşündürmüş. Çünkü her şey zıddıyla kendini gösterir ve ortaya koyar.
Nitekim, vermeyene
ver, hâlini sormayanın hâlini sor. Sana gelmeyene git. Kötü konuşanın sitemini
sitemsiz bırak. Sana karşı yanlış davranana karşı, nefsini müdafaa ve savunma
dışında, aynı şekilde, yani onun davranışı gibi davranma. Sana çirkin söz
söyleyene karşı dilsiz ol. Böylece muhatabımızı düşündürmüş; kendisine
kendisini hesaba çekme imkân ve fırsatını bahşetmiş ve sunmuş oluruz.
Velhasıl dil
uzatana dilsiz, menfî el uzatana elsiz olmak gerek. Muhatabı kendine getirmenin
en güzel yolunu tercih ederek; muhatabın kendini; kendisinin yargılamasını
sağlamak gerek. Velhâsıl:
Bırak desinler
sana avanak!
Yine de, sözün
olsun daima hak.
Bırak
beğenmesinler seni!
Yeter ki beğensin
seni Hak.
Bırak
desinler sana ahmak!
Değil mi ki
yanındadır senin Hak.
Ne gam be
birader olmuşken;
Rab katındaki makama müstehak.
O razı ise, olmasa
da kullar razı;
Kurtaracak onu,
yaptığı samimî niyazı.
Kulun, kulluktaki
günahı çoksa da;
Varsa ihlâsı,
kurtaracak onu, hattâ amelin azı
İnsan,
ahsen-i mahlûkat / ne güzel bir yaratık;
Sarmış
benliğini, farkında olmadan sayısız atık!
At onları
kendinden, âzâd ve hür ol artık.
Ebed
yolculuğunda bunlar; engel olucu fazlalık.
Ebed yolunda,
saf bir kalb; en büyük yardımcı.
Bırakmaz
insanda, geridekiler için, en küçük bir acı.
Asıl yoldaş,
asıl ihtiyaç, asıl meşakkat ilacı;
Takacağın,
tek büyük cevherin olmalı iman tacı.