(Ya Muhammed!) Allah’ın rahmet ve inayeti seni kuşatması sebebiyle, (Uhud Savaşı’nda kaçanlar için) güzel ahlâkla yumuşak davrandın (sana asi olup dağılmalarından ötürü bir büyüklük gösterip onlara hiç kinlenip öfkelenmedin). Şayet sen kötü huylu ve katı kalpli olsaydın senin arkadaşların hemen etrafından dağılıp, seninle hiç kimse kalmazdı, (onları senin yanında tutan, güzel ahlâkındı). -Allah, Resulü’nün güzel ahlâkını öve öve yine tekit makamında:- (Resulüm! Uhud Savaşı’nda kaçanları bağışla. Hatalarını affet.) Onlar için Allah’tan mağfiret iste, (gerek savaş ve gerekse başka) işlerde yine onlarla istişare et. (Resulüm! Şûrâ edip, çoğunluğun kararını kabul edip) bir kere de artık o fiili yapmaya karar verdikten sonra Allah’a tevekkül ederek o işi yapmaya başla. (İşin iç yüzünü ancak Allah bilir.) Allah, tevekkül eden kimseleri dost tutar. (Alevî Kur’an Tefsîri, Prof. Dr. Ahmet Bedir, Al-i İmran:159)
X
Yönetim İlkeleri(nden): Danışma (Şûrâ)
Çok sayıda insanı ilgilendiren konularda, çok sayıda ilgili kişinin görüşlerine başvurularak alınan kararın, az sayıda kişinin re’sen (kendi başına) alacağı karardan isabetli olma oranı daha fazladır. Danışmanın mantığı budur. Fakat İslâm tarihinde ‘Şûrâ’ genel olarak ‘görüş alma’ fakat bu görüşleri ‘karar verme’ sürecine katmama şeklinde gerçekleşmiştir. 42 Şûrâ 38. ayette “Onların (Müslümanların) işleri, aralarında danışma iledir” buyrulmaktadır. İşin çözümünün Müslümanların arasında ortak olması (beynehüm) demek, sorunun çözümüne düşünsel olarak katkı ile birlikte, doğru ve nihaî çözümün (uygulanacak çözümün) kararlaştırılmasına katılmayı da içerir. Tarihte Müslümanlar bu ayeti genelleştirecekleri yerde, Hz. Peygamber’e yönelik, “Herhangi bir sorunun çözümünde (emr); onlara danış!” (3 Al-i İmran 159) emrini genelleştirdiler. Bu ayette nihaî (son) karar tek kişiye aittir. Fakat birinci ayette karar topluma aittir. Bu karar verme sürecine katılım biçimi doğrudan olabileceği gibi temsili de olabilir. Kur’an’ın istediği, hangi yöntem ve araçlarla olursa olsun, bu katılımın sağlanmasıdır…(Konularına Göre Kur’an, Prof. Dr. Ömer Özsoy – Prof. Dr. İlhami Güler, s. 495)
X
“Bir işe karar verirken onlarla istişare et.”
Daha önce istişare teşvik edilmiş ve Hz. Peygamber de bunu uygulamış olmasına rağmen (42 / Şûrâ 38) burada açıkça emredilmiştir. Çünkü Uhut yenilgisinden sonra münafıkların ve onlara uyan zayıf akıllıların şûrâ ve istişareyi tartışmaya açması istişarenin zorunluluğunu vurgulamayı gerektirmiştir. Özellikle bir peygamber’in peygamber olmayanlarla istişare etmesinin emredilmesi, kamusal veya toplumsal alanda toplum temsilcileriyle istişare etmenin zorunlu olduğunu göstermektedir. Şafiî; istişare emrinin nedb (müstehablık) ifade ettiğini söylese de, vücup (farziyet) ifade ettiği daha yaygın bir kanaattir (Hamdi Yazır, Hak Dîni). Hz. Peygamber istişareye önem verse ve vahiy alanına dâhil olmayan her türlü beşerî kararlarda istişareye başvursa da, istişare onun döneminde kurumlaşmamıştır.
Hz. Ömer döneminde kısmen kurumlaşmış ve 6 kişilik bir heyet oluşturulmuştur. Hz. Osman bu altı üyenin istişaresi sonucu aday gösterilmiş ve seçimi biat ile kesinleşmiştir. Muaviye’nin çabasıyla sistem yozlaştırılarak saltanata geçilmiş. Şûrâ; idarî ve siyasî alandan uzaklaştırılmıştır. İstişare göstermelik bir karaktere büründürülse ve zamanla buna meşruiyet üretilse de Abdurrahman bin Ebi Bekir’e göre Muaviye’nin uygulaması Kayser’in sünnetinden (yapageldiğinden) başka bir şey değildir. (Buharî, Tefsir 46 / 271; Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, s. 209, 246 – 250, 375, 376). Uzmanlığın kaçınılmaz hâle geldiği kişisel işlerde bile danışman bulundurmanın neredeyse zorunlu hale geldiği günümüz dünyasında toplumsal konularda istişarenin keyfî bir uygulama olarak değerlendirilmesi gerçekçi olamaz. Halk iradesinin dışında uzmanlık gerektiren işlerde görüşüne başvurulacak insanların işin ehli veya konunun uzmanı olmasına özen gösterilmelidir. (Kur’an Aydınlığı, Tuncer Namlı, Al-i İmran:159)