Vatanın Yoksa, Sen de Yoksun!

117

(K.K.T.C’nin kuruluşunun 34’ncü yıl dönümü anısına)

” Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’ni meydana getiren anlaşmalar bir ‘devlet’ meydana getirmiştir; bir ‘millet’ değil…” (Başpiskopos Makarios )

Kıbrıs Milli Davamızda teslimiyeti çözüm olarak görenler, yukarıdaki cümleyi birkaç kez okuyarak yorumlasınlar!

Ama en çok adada, ”Biz Kıbrıslıyız” diyerek, yeni bir kimlik yaratacaklarını sananlar okusun, yorumlasınlar!

‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin’ kuruluşu sonrasında, ABD’nin BM temsilcisi Cabot Lodge; 24 Ağustos 1960 Tarihinde ‘Kıbrıs’ta yeni bir milletin’ doğduğunu işaret etmişti!

O zaman Kıbrıs’ta ki birçok Rum kuruluşu, bu temsilciye protesto telgrafları göndererek ”Kıbrıs’ın Yunan karakterinden” ayrılmayacağını belirtmişler; ”Kıbrıs Milletinin” doğuşu fikrini büyük bir tepki ile reddederek, Mr. Lodge’un bu beyanatına özellikle Kıbrıs Rum basını oy birliği ile hücum etmişlerdi!

Makarios; eğer Kıbrıs’ı iki toplumun anlaşması/uzlaşması ile meydana gelmiş bir devlet olarak düşünseydi, devletin kuruluşundan kısa bir süre sonra, Kıbrıs Anayasasını ortadan kaldırarak devletin yasal kurucu ortağı Kıbrıs Türk Halkını ortaklıktan atmaz, adanın sadece Rumlara ait olduğu noktasından hareketle; milli hedeflerinin ” Enosis ” olduğunu ilan etmezdi!

Rum’un bu duruşu o tarihten beri hiç değişmemiş, aynen devam etmektedir..!

Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluşunda Cumhurbaşkanı görevini alan Başpapaz Makarios, ondan sonraki tüm Rum liderler; adada yaşayan Kıbrıs Türk Halkına daima azınlık muamelesi yapmışlardır.

Tarihin hiçbir döneminde onlara ait olmayan bu stratejik adada yaşayan Rum tarafı;

1878’den beri kimi zaman İngiliz’le kol kola ama çoğu kez Yunanistan’ın da desteğiyle, Kıbrıs Türk’ünü adadan yok edebilmek için toplu katliamlar yapmışlar; bununla da yetinmeyip hala uygulamaya devam ettikleri ekonomik ve siyasi ambargolarla, Kıbrıs Türk’ünü azınlık statüsüne indirmenin peşindedirler…

Yukarıda sıraladığım tarihi gerçekleri unutarak, tarih sayfalarından çıkartarak, bütün bu aymazlıkları çözüme katkı olacak düşüncesi ile yaptığını sananların, ‘Kıbrıslılık edebiyatı” yapanların bu gerçeklere de bakmaları gerekir.

Uzak/yakın ara, tarih sayfalarımıza baktığımızda;

Gerek Yunanistan’ın, gerekse adada yaşayan Rumların Kıbrıs Türk’üne yaptıklarını; yaşantımızı, yaşam alanlarımızı ele geçirmek adına yaşattıkları gerçeklerle dolu acılı yılları, olayları, katlettikleri insanlarımızın hazin öykülerini yazmaya kalksam ciltler dolusu kitap olur.

(Bkz. Tarihten Gelen Çığlık- Atilla Çilingir, 2010)

Güney Kıbrıs’taki okullarda yetişen nesillerin Türklere bakış açısını iyi değerlendirmek gerekir!

Özellikle 50’li yıllardan, 1974’e kadar geçen süreçte ”en iyi Türk, ölü Türk’tür”akıl tutulmasıyla yetiştirilen Rum tarafının o kuşak gençlerinin; günümüzdeki çocuklarının bugünkü düşünce yapısına bakıldığında; dünya görüşleriyle birlikte bu ayıplı sürecin kısmen de olsa değiştiğini söylemek mümkün olabilir..!

Ancak;2003 yılında bölgeler arası geçişler serbest olduktan sonra; Rum Kesimine geçen yurttaşlarımızın yaşadıkları ayıplar, Rum yetkililerin yurttaşlarımıza bakışındaki olumsuzluklar, vatandaşlarımızın güneyde yaşamış oldukları mağduriyetlere karşı takındıkları umursamaz tutumları göz ardı edilebilir mi?

K.K.T.C”nin Rum kesimine bakan sınır boylarında yıllar öncesinin acılarını, nefretini yansıtan tüm sloganlar silinmiş, levhaları sökülüp atılmışken;

Rum kesiminde rengi solmuş yıllar öncesinin nefret sloganlarını taşıyan yazıların, görüntülerinin hala var oluşu nasıl izah edilebilir?

En çarpıcı örneği; Lefkoşa Yiğitler Burcunun hemen dibinden Ledra Palas kapısını geçer geçmez karşımıza çıkan ”Markos Dragos” meydanındaki, aynı isimli E.O.K.A militanının Türk kesimine atılmak üzere elinde pimi çekilmiş el bombasıyla duran heykeli değil midir?

Bu yazıyı okuyanlar tarihin derinliklerinde kalan bu nefret duygularını o yıllarda bırakalım, şimdi biz Rum dostlarımızla iç içe yaşamak, Avrupa vatandaşı olmak istiyoruz diyebilirler!

Ama bu gerçekler ortada dururken; onlara vereceğim yanıt şudur:

Türk Milletinin gerek Anadolu da yarattığı milli mücadele destanımızda, gerekse Kıbrıs Türk Halkının adada vermiş olduğu varoluş mücadelesinde Rum’un, Yunan’ın halkımıza yapmış olduğu mezalimler, müdafaasız insanlarımıza uyguladığı toplu katliamlar bir utanç belgesi olarak insanlık tarihinde yerini almıştır.

Bu tarihi gerçekleri hiç kimse yok sayamaz…

Şu husus da göz ardı edilmemelidir! Bugüne değin Kıbrıs Rum kesiminde görev alan hiçbir Rum yöneticisi, bu insanlık suçunu işleyen Rum çeteleri için ne bir soruşturma açmış, ne de konuyu insan hakları mahkemesine taşıyanlara yanıt vermiş; ne de Kıbrıs Türk Halkından özür dilemiştir!

1960’lı yıllarda bu duygularla yetişen, bu olayları gerçekleştiren Rum’ların Güneyde yaşayanları bugün 50’li yaşların sonunu yaşamaktadırlar. O acılı yılları yaşayan Kıbrıs Türk’leri de, aynı yaş grubunda olup, yaşanan acıların muhatabı olan taraftadırlar!

Güney Kıbrıs’ta; Kıbrıs Türk Halkına, Osmanlı Medeniyetine ait pek çok tarihi kültür mirasımız yok olmak üzeredir!

Türk’e ait ne varsa yok edilmiştir! Şehitliklerimiz, camilerimiz, hanlarımız, hamamlarımız, tarihi çeşmelerimiz artık resimlerde kalmıştır…

Kıbrıs Türk’ünü adada görmek istemeyen zihniyetle yetişen Kıbrıs Rum Toplumunun bu günkü düşünce tarzında değişen ne vardır? Bu gerçekleri yok saymak mümkün müdür?

Ada tarihi boyunca, Kıbrıs Türk Halkına yaşattıkları bunca olumsuzluklar, acılar için; bugüne değin hiçbir Rum lider, Kıbrıs Türk’ünden en azından bir özür dahi dilememiştir…

Rumların bu değişmez tutumunun bugünkü temsilcisi Bay Anastasiadis de, kendisinden öncekiler gibi;

Rum tarafının çözüm amacını şu cümle ile açıklamıştır: ”Kıbrıs Türk’ünün Latin’den, Arap’tan ve Maronit’ten bir farkı olamaz! ”

Yani Kıbrıs Türk Halkı ata yadigârı kendi topraklarında ancak azınlık hakları ile yaşayabilir!

Böyle bir adaletsizlik, haksızlık olabilir mi? Bu yaşam biçimini Kıbrıs Türk’ü kabul eder mi?

Biz ”Kıbrıslıyız!” diyerek, Rum’a teslimiyetin bir parçası olarak hareket edenler, etmek için can atanlara, K.K.T.C devleti bir şey ifade etmeyebilir! Onlar Rum dostlarıyla iç içe yaşamanın hayalini de kuruyor olabilirler!

Ama Makarios’un ”Biz bir devlet meydana getirdik bir millet değil!” Söylemi unutulmamalıdır!

Çünkü hayal ettikleri ”Birleşik Kıbrıs” Rum tarafının şartlarıyla gerçekleşecek olursa, bu çözüm modeli, tıpkı 1960 da kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinde yaşananlar gibi kısa bir süre sonra yine adanın kâbusu olacaktır!

15 Kasım 1983 tarihinde K.K.T.C’nin kuruluşundan sonra Kıbrıs’ta ortaya çıkan üç önemli gerçek vardır!

Birincisi; K.K.T.C adada yaşayan ayrı bir devlettir. Kıbrıs Türk Halkının seçmiş olduğu parlamentosu tarafından yönetilmektedir, bu devletin bağımsızlığı kayıtsız şartsız Kıbrıs Türk Halkına aittir.

İkincisi; uluslararası anlaşmalar gereğince Kıbrıs Türk Halkının güvenliği ve garantörlük hakkı, Türkiye Cumhuriyeti Devletine verilmiş uluslararası geçerliliği olan yasal bir haktır.

Üçüncüsü ve en önemlisi; Bu yasal hakkın ve güvencenin ama daha da önemlisi adadaki barışın teminatı olarak; Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’ta görevinin başındadır. Kim ne derse desin! Mehmetçiğin muzaffer süngüsü vatan hudutlarında bir güneş gibi parlamaktadır.

İşte Rum tarafının, adada topraklarını yeniden şekillendirmek isteyen emperyalist güçlerin en korktukları şey de, bu güneşin Kıbrıs topraklarında sonsuza kadar parlayacağıdır.

Hükümetler, siyasiler gelip geçicidir!

Önemli olan milletin benimsediği, adına da devletin milli politikası denen çizgilerdir. Kıbrıs Milli politikamızın bedeli vatan evlatlarımızın kan ve can bedeliyle ödenmiş, bu çizgilerimiz böyle bellenmiştir.

Bu çizgilerin içerisinde kalan topraklara ”Vatan”denmiş; üzerine de ‘Şehitlerimizin’ kan rengini taşıyan ‘Şanlı Bayraklarımız’ dikilmiştir…

Kahraman Kıbrıs Türk Halkına anasının ak sütü gibi helal olan K.K.T.C Devletinin çevrelediği bu vatan topraklarından vazgeçilebileceği, 34 yıldır yaşayan devlet olgusunun feda edilebileceği yetkisi hiçbir makama, temsilcisine verilmemiştir!

Kıbrıs Türk Halkı; 43 yıldır özgürce, egemen, barış ve huzur içinde kendi vatan topraklarında yaşamaktadır.

Sadece Türkiye tanımış olsa dahi bu Vatan’ın adı: K.K.T.C’dir. Bu devlet hiçbir siyasi gücün, makamın göz ardı edemeyeceği tek gerçektir…

Sevgili Kıbrıs Türk Halkı;

Türk Milletinin Milli Davaları söz konusu olduğunda; ” Sabrın bittiği yerde, Türk’ün sabrı yeniden başlamıştır.” Bu sabır, uluslararası camiada sana tanınmayı da kazandıracaktır.

Unutulmaması gereken en önemli şey; ” Vatan’ın Yoksa! Senin de Kıbrıs adasında kendi öz kimliğinle bir daha asla olamayacağındır”

K.K.T.C Devletimizin 34’ncü kuruluş yıldönümünü büyük bir gururla kutladığımız bu özel günde, başta Kıbrıs Milli Davamızın Liderleri, Devlet adamları rahmetli Sn. Dr. Küçük ve Sn. Denktaş olmak üzere;

Kıbrıs Türk Halkının adadaki varoluş mücadelesinde, devletin kuruluşuna giden yolda hayatlarını seve seve feda eden tüm Şehitlerimizi minnet duygularıyla anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. Bu süreçte Gazi olan silah arkadaşlarımı sevgiyle selamlıyorum.

Vatan sizlere minnettardır.

” Korkma Sönmez Bu Şafaklarda Yüzen Al Sancak ”

 

 

Önceki İçerikKıbrıs Gazisi, Emekli Yarbay ve Yazar ATİLLA ÇİLİNGİR ile ÖNCE VATAN İsimli Son Kitabı Vesilesiyle Genel Olarak ‘Vatan Kavramı’ Hakkında Konuştuk.
Sonraki İçerikAllah – Âlem – Peygamber
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.