Şu önemli Hususu da Özellikle Vurgulamak İsterim: Mazisi zaferlerle dolu Şanlı Türk Silahlı Kuvvetlerimiz;
Tarihin her döneminde vatan topraklarımızın, devletimizin koruma ve kollama görevini layıkıyla yerine getirmiştir. Bugün de aynı kararlılık ve güçle görevinin başında, verilen her görevi canları pahasına yerine getirmeye devam etmektedir.
Hiç kimse şöyle bir kanıya kapılmamalıdır. 15 Temmuz 2016 da yaşanan o alçak kalkışma sonucunda ordularımız güç kaybına uğradı!
Böyle bir durum asla mevcut değildir, olamazda. Ordularımızın morali de, isteği de, silah gücü de tamdır, eksiksizdir.
Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilemeye başladığı bu önemli dönemde ülkemizin üstlendiği rol; kim ne derse desin çok önemlidir.
Kaldı ki, Suriye iç savaşının genişlemesiyle birlikte sınır boylarımızın dibinde ve ötesinde görev alan Silahlı Kuvvetlerimizin ezici gücünün etkisi, caydırılıcılığı hala devam etmektedir. Bölgedeki terör örgütlerine indirilen büyük darbe bunun en çarpıcı kanıtıdır.
Evet, günümüzün savaşları artık sanayi, ekonomi ve kültür zemininde verilmekte bu tür savaşın etkisini yaşanan coğrafyanın tüm insanları hissetmektedir.
Ama tüm modern silahları kullanan da insandır, onun zekâsı ve eğitim gücüdür. Türk Silahlı Kuvvetleri tüm personeliyle bu gücün en iyi temsilcisidir.
Savaşı yaşayan, bilen bir Muharip Gazi olarak; bu önemli konuyla ilgili söyleyebileceğim tek bir şey vardır; yüce Yaratan vatan topraklarımız da bir daha bize savaş denen o canavarın verdiği, vereceği felaketi yaşatmasın.
Ancak şunu da belirtmem gerekirse; bir gün olur da bu gazi topraklar savaş denen felaket ile karşı karşıya kalırsa; hiç şüphem yoktur ki; gücünü Yüce Türk ulusundan alan ordularımız, bu felaketi defedecek vatan topraklarımızı koruyacak güç ve kudrettedir. Bunun içinde her türlü modern donanımıyla ordularımız görevi başındadır, tetiktedir.
Vatan topraklarımızın ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs konusunda da bir iki cümle söylemek isterim:
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti, kuruluş anayasasında da belirtildiği gibi; bağımsız ve egemen bir devlettir.
Ama önce K.K.T.C devletinin eski Dışişleri Bakanı Sn. Tahsin Ertuğruloğlu’nun;
“artık uluslararası tanınma için çalışmaya başlamanın zamanı geldi” sözlerini hatırlayacak olursak. Bu sözler:
Kıbrıs Milli Davamızın haklılığına inanmış, KKTC’nin bağımsız ve egemen bir devlet niteliğiyle yaşatılması için çalışan bir siyasetçinin önemli bir tespitidir.
Ayrıca en son müzakere sürecinin, her dönemde olduğu gibi Rum tarafının baltalamaları sebebiyle başarısızlıkla sonuçlandığı da unutulmamalıdır.
1968 yılından bugüne devam eden Kıbrıs Müzakerelerinde Rum-Yunan ikilisi hiçbir zaman adanın Yunanistan’a bağlanmasından (Enosis) vazgeçmemiştir; vazgeçmeyecektir de…
Rum – Yunan ittifakının Kıbrıs’ı bir Yunan adası yapma hedefi değişmemiştir. GKRY, K.K.T.C ile gerçek bir federasyon çerçevesinde eşit kurucu ortak olarak, siyasî eşitlik temelinde, iki kesimli bir coğrafî zeminde yaşamayı hiçbir dönemde içine sindirememiştir.
Bu önemli gerçeğin yanı sıra; BM Güvenlik Konseyi’nin tek yanlı tutumu, ABD’nin bu konuya şaşı bakışı, AB’nin maksatlı yanlış politikaları sonucunda; Kıbrıs sorununun adada kalıcı bir çözüme ulaşmasının mümkün olmadığı tüm çıplaklığı ile ortadadır.
BM Güvenlik Konseyinin:
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına aykırı olarak sadece Rumlardan oluşan bir kabineyi, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin; Kıbrıs Türk halkını da temsil eden “hükûmeti” olduğunu varsayan 4 Mart 1964 tarihli 186 sayılı kararı kabul ederek, Kıbrıs Türk halkını uluslararası plânda tecrit etmesini;
2004 yılında yine BM Genel Sekreterinin adada öngörülen çözüm için her iki tarafa da sunmuş olduğu adı ”Annan” ama içi Kıbrıs Türk Halkına kurulmuş tuzaklarla dolu bu plana dahi Türk tarafı ‘evet’, Rum tarafı ‘hayır’ demesine rağmen Rumların AB’ne haksız, hukuksuz bir şekilde üye yapılmasını da dikkate aldığımızda:
1963 yılından beri uluslararası tecrit şartları altında yaşamakta olan Kıbrıs Türk halkının (de-facto) milli iradesiyle kurmuş olduğu K.K.T.C’nin Türkiye’den başka devletler tarafından da diplomatik yoldan tanınması için girişimlerin başlatılmasını talep etmekten başka haklı bir çare kalmamıştır.
Esasen bu husus, KKTC ve Türkiye arasında istişare yoluyla belirlenecek, bu sürecin nasıl uygulanması gerektiğine yetkili makamlar karar verecektir.
K.K.T.C’nin özerk bir yapıyla Türkiye bağlanıp, bağlanmaması konusuna da değinecek olursak; böylesi bir karar için Kıbrıs Türk Halkının ne söyleyeceği, vereceği karar önemlidir.
Ancak KKTC ile Türkiye arasında Monaco veya Cebel-i Tarık örnekleri esas alınarak bir özerk yapının hayata geçirilmesi durumunda; böylesi bir gelişmenin, uluslararası camiada; Türkiye’nin KKTC’yi ilhak için attığı adımlar olarak değerlendirileceği de göz ardı edilmemelidir.
Zaten böylesi atılacak bir adımı Kıbrıs adasının stratejik önemini, çevresindeki enerji kaynaklarını göz önünde bulundurarak değerlendirdiğimizde; bu tercihin Türkiye aleyhine istismar edileceği şüphe götürmez bir gerçektir.
Günümüzde yaşananlara, ulusal güvenliğimize yönelik iç ve dış tehditlere, tehlikelere bakıldığında; bu kritik dönemde birden fazla cephede mücadele eder bir ülke konumuna geldiğimiz de unutulmamalıdır.
Dolayısıyla Kıbrıs milli davamızda bugün gelinen noktanın iyi analiz edilmesine, bundan sonra atılacak adımların bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. DEVAM EDECEK
Not: Yazarımızın “Önce Vatan” İsimli Kitabı Bilge Oğuz yayınevinden temin edilebilir