Vatan Kavramı ve Milli Değerlerimizin Analizi (4)

86

Bu konuyla ilgili unutulmaması gereken en önemli husus; 12 Haziran 2007’de başlayan bu akıl tutulmalı süreçte, böylesine kurgulanmış bir senaryonun uygulanmasına neden müsaade edildiği, bu süreçte kimlerin, hangi makam sahiplerinin rol aldığıdır…

Bunun yanıtı henüz net bir şekilde verilmiş değildir! Ancak yıllar sonra da olsa tarihin unutmaz hafızası bu gerçeği tekrar hatırlatacak; işte o zaman kimin hangi rolü oynadığı, bu dönemde siyaseten bulunanların kimler olduğu, oynadığı rol anlaşılmış olacaktır.

Çünkü bu sürecin siyaset tarafında içte ve dışta nelerin nasıl yaşandığı henüz net değildir. Zaten yargılama süreci de devam etmektedir.

Bu kumpas davalarına muhatap olan tüm komutanların suçsuzlukları ispatlanmış çoğuna maddi tazminatlar ödenmiştir.

Yıllar öncesinden planlandığı anlaşılan ‘Ergenekon ve Balyoz Kumpaslarını’ yöneten, yargılayanların tamamına yakını, alçak FETÖ örgütüne mensup oldukları, yardım ve yataklık ettikleri için şimdi de onlar yargıya hesap vermekte, az da olsa bir kısmı yurt dışında kaçak yaşamaktadır.

Sonuç olarak demem odur ki, ardımızda kalan bu kumpas döneminde; Türk Silahlı Kuvvetleri büyük bir sınav vermiş, içine sızmış hainlerin büyük bir kısmı temizlenmiş, bu akıl tutulmalı süreçten daha da güçlenerek çıkmıştır.

Şu gerçeği de sade vatandaşından ülkemizi yöneten en yüksek makam sahibine kadar herkes bilmelidir:

Türk Silahlı Kuvvetleri; milletimizin bağrından çıkan, savaş meydanlarının yiğit askeri ”Mehmetçiği” yetiştiren, hiçbir zaman değişmeyecek peygamber ocağı vasfıyla; hala Türk Milletinin göz bebeği olup, vatanımızın korunup kollanması yönünde görevinin başında ve dimdik ayaktadır.

Özellikle sınırlarımızın dibinde savaş çığlıklarının atıldığı bu kritik süreçte ordularımızın moralini güçlendirmek, onlara her konuda destek olmak, her makam sahibi ve her Türk vatandaşı için milli görevdir.

İki yıl önce 15 Temmuz’da yaşanan darbe teşebbüsü süreci:

Alçak FETÖ hainleri; o salya sümüklü meczuptan aldıkları talimat doğrultusunda, 15 Temmuz 2016 tarihinde milletimizi sırtından bıçaklamıştır.

Ancak Türk Milleti bu alçaklığa canı ve kanı pahasına geçit vermemiş, o gece ülkemiz genelinde büyük bir kahramanlık destanı yazılmıştır. Bu destanın yazılmasında en büyük pay tabii ki, Türk Milletine aittir.

Ama o gece kışlalarında kalıp, bu hain kalkışmaya katılmayan, tam tersine birliklerine, uçaklarına, donanmanın büyük bir kısmına emir konuta eden, devletine sadakatle bağlı komutanların, subay ve astsubayların, erbaş ve erlerimizin büyük bir katkısı olduğunu da unutmamak gerekir.

Bu gerçek; yaşanan bu önemli süreçte, disiplin ve moral gücü açısından önemli bir kaynak oluşturmuştur.

Paralel devlet yapılanması diye adlandırılan bu teslimiyet döneminden sonra; ülkemizi yönetenlerin son iki yıllık uygulamalarının sonuçlarını görüyoruz, milletçe yaşıyoruz.

Ben siyasetçi değilim, konuya siyaseten değil ama vatanına sevdalı bir Muharip Gazi, gündemi yakından takip eden bir yazar olarak baktığımda; milletimize has o özel yapısında gedikler açıldığı, giderek kutuplaşan bir yapıya dönüştüğümüz, inançlar üzerinden birlik ve beraberliğimizin aşındırılmaya çalışıldığını göz ardı etmememiz gerekir.

Çünkü neredeyse bir asırlık bir süreci geride bırakan devletimizin bu vatan topraklarımızda kıvançta ve tasada bir ve beraber olan bizlerin; sınırlarımızın dibinde yaşanan önemli süreçte ‘ben’ değil, ‘biz’ olarak yolumuza devam etmemiz gerekliliği bence en önemli konudur.

Son yıllarda ülke genelinde kaybolan sevgi ve saygı ortamının yeniden inşası, bunun başarılabilmesi için siyaset platformunda görev alan siyasilerimizin kullanmış oldukları hitap dilinin de sevgi ve saygıyla bezeli olması vatandaşlarımız üzerinde olumlu ve önemli bir etki yapacak; ülke yönetimine iyi bir katkı sağlayacaktır.

Artık ülkemizin içeride ve dışarıda, nefret dilini değil sevgi ve saygı dilini kullanma zamanı gelmişte geçmektedir. Özellikle ülkemiz kritik bir dönem yaşarken, böylesine olumlu bir tercih bize milletçe önemli bir güç, dışarıda da itibar kazandıracaktır.

Çünkü sevgi ve saygının aşamayacağı hiçbir engel yoktur. Yeter ki yolumuza çıkan tüm engelleri aşmakta hırsımızı değil, aklımızı kullanalım. Hamasi söylemler yerine, gerçeklere dayanan, hukukun üstünlüğüne vurgu yapan eylemler içinde olalım.

Paralel yapılanmanın fark edilmesiyle, devletimizi ele geçirmek adına hareket eden FETÖ’nün devletimizin tüm katmanlarından ayıklanmasının hala devam ettiği bu süreçte; bence öncelikle yapılması gereken hususlar bunlardır.

FETÖ hainlerinin devletimize vermiş olduğu zarar, kaybedilen güç, yaşam standartlarımızın yükselmesi, ekonomik gelişimimiz, aydınlık ve çağdaş yarınlara ulaşmamız ancak ve ancak bir birimize hoş görüyle, sevgiyle, saygıyla yaklaşmamızla, bunlara ilaveten bağımsız yargının tarafsız kararlarını görerek, liyakatin tekrar baş tacı olduğu bir dönemin başlamasıyla yeniden kazanılacaktır.

Paralel Devlet Yapısı diye adlandırılan FETÖ hainlerinin; devletimize, milletimize, vatan topraklarına vermiş olduğu büyük zarar; hem milletimiz, hem de devletimizi yönetenler tarafından yeteri kadar görülmüş, dersler alınmış, bu zararın ortadan kaldırılabilmesi amacıyla yüce Türk Yargısı görevi başındadır.

Bu ihanetin siyasi gelişmeleri, bu kalkışmaya neden olan sebepler tabii ki önemlidir. Ancak yaşadığımız bu önemli sürecin değerlendirmesini, sebep ve sonuçlarını şu anda yaşanan yargı süreci belirleyecektir.

O nedenle adaletin tecellisini belirleyecek yegâne güç yargıdır. Yargının kararlarını bekleyip göreceğiz. Çünkü milletimizi sırtından hançerleyen, hançerlemek adına bu ihanet çetesine üye olan, destek veren her kim ise; bunun hesabını yüce Türk yargısı karşısında verecek, sonucu da adaletin şaşmaz terazisi belirleyecektir.

Şu hususun altını da çizmekte yarar vardır. Tarihe mal olmuş olayların bir diğer yargı makamı da o süreci yaşayanların vicdanıdır.

İnancım o dur ki; büyük Türk Milletinin vicdanı da bu ihanet yapısını yargılamaya devam etmektedir. Milletimizin vereceği o karar da önemlidir. Bu kararın yansıyacağı yer ise milli iradenin tecelli ettiği/edeceği yerdir. DEVAM EDECEK

Not: Yazarımızın “Önce Vatan” İsimli Kitabı Bilge Oğuz yayınevinden temin edilebilir

 

 

Önceki İçerikEğitim Sistemin Neyse Ekonomin de O, Gücün de O
Sonraki İçerikSosyolog Prof. Dr. MAHMUT ARSLAN ile Sohbet: Vatan – Millet Şuurunun Oluşmasında Dinin ve Dilin Önemi
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.