Vatan Elden Gidince!

116

Millet olarak,bölgemizde cereyan eden olaylardan her zaman etkilenmişizdir.

Etkilenmemizde doğaldır.

Zira kimileriyle kan bağımız, kimileri ile dini ve tarihi bağımız var.

Tarihten gelen bir sorumluluğumuzda var elbette…

Bu durum,hiçbir zaman bu gün yaşadığımız kaygıları yaşatmamıştı bize…

12 Eylül den sonra devletimizdeki oluşturulan kokuşmuşluk, Özal’ın tutumu ile birlikte, olumsuz bir boyut kazandı.

Müteakip siyasiler ve tutumları,olayları milli duyarlılıkla ele almadıkları için; ülkemizi, bölünmenin eşiğine getirmiş durumdadırlar.

İdeolojik karakterdeki siyasi mücadeleler, etnik hüviyette boy gösterdi.

Dış ve iç tehdit unsurları bu yapı içinde varlıklarını sürdürmektedirler.

Bazı siyasi partiler ise bu durumdan “nemalanmaktadırlar”.

Aklın ve mantığın yerine, duygular ön plana çıkarmak ve “hissiyat siyasetleri” takip etmektedirler…

Ne acıdır ki, iktidarı elinde bulunduran AKP ile PKK bu konuda aynı zemindedirler…

. Mehmetçik şehit olunca “hepimiz Türk’üz, hepimiz Mehmet’iz” demeye duyarlılık göstermeyenler, hatta cenazelere katılmayı tahrik unsuru sayanlar, “hepimiz Ermeni’yiz, hepimiz, Hrant’ız”  diyebilecek bir çarpıklık içindedirler.

Bu tabanda derin yaralar, büyük kaygılara sebep olmaktadır.

Devlet çarkındaki hırsızlık ve vurgun, talan ve tarafgirlik furyasını herkes kanıksayacak boyutta bilmektedir.Görmektedir.

12 Eylül ve sonrası devlet yöneticileri, devletin işleyişindeki etnisiteye dayanan siyasetlerde, gidişata ivme kazandıracak basiretsiz siyasetler takip ederek, ülkemizin uluslararası müdahaleye açık hale geleceği bir zeminin oluşumuna fırsat tanıdılar…

Nitekim kendi milli sınırlarımızın ihlalinde dahi uluslararası güç unsurlarının onayı olmadan hareket edememekteyiz.

Üniformalı yabancı askerlerin ülkemiz sınırlarının içinde devletin varlığına “gözdağı” vermek suretiyle “intikal” ettirilmesi, egemenliğimizi tartışılır hale getirmiştir.

Terörist başı, yakalanıp ülkeye getirilirken, “isteyin Türk devleti için her türlü hizmete hazırım” diyecek noktadan, devletin en üst makamına “talimatla”emir ve öneri dikte edecek noktaya getirilmiştir.

Şahsiyetsiz bazı uygulamalarla, terör örgütleri ile devlet aynı zeminde mesele müzakere edecek manzaralara şahit olmaktayız.

Üstelik inkâr edilip; böyle uygulamaları en yetkili ağızlardan, “şerefsizlikle” itham edilebiliyor.

Devletin konuşan dili, küfürle, aşağılamayla, hakarete ve tehditle, kin ve nefretle konuşmaya başlamıştır.

Vatandaşların bir kısmını diğeri üzerinde tehdit unsuru olarak gösterilmiş ve bu sayede, satırı eline alan bir kısım vatandaşlar, demokratik hak talebi ile gösteri yapanlarıyaralamış, bazıları ise, “kim vur duya” gitmiştir.

Emekleri ile geçinen insanlar, piyasa şartlarının çok altında bir ücrete mahkum edilmiş, yerin altında maden işçileri ile ilgili hiçbir tedbir almayan bakanlar, olay anında kaza mahallinde beklemek suretiyle, kamuoyuna bu durumları ile ajitasyon yapabilmekten utanç duymamaktadırlar.

Soydaşlarımız olan Azerbaycan devleti, Ermenistan karşısında zor duruma sokulmuş, bölgemizde bütün komşularımızla ilişkilerimiz en alt düzeye indirilmiştir.

Selam vererek, diplomasi yapabileceğimiz ülkelerle barış dili yerine savaş dilini konuşuyoruz. Bu da bizi uzlaşmacı olmamız gerekirken, taraf haline getirmiş, dostluğumuza ve tarihi bağlarımıza derin yaralar açmıştır.

Sonuç olarak, ülkemiz kan kaybediyor, can güvenliğimizi sağlamak üzere, görevli asker ve polisimizin bizzat kendilerinin can güvenliği içinde olduğu bir süreç başlatılmıştır.

Hükümet, duyarsız davranmayı sürdürmekte, tarafı teröristler olan anlamsız bir barış sürecinden umut beklemektedir.

Basında ve medya da uyguladıkları baskı ve tehdit sayesinde, halkın doğru haber alma hakkın ihlal ederek, siyasi üstünlüğünü sürdürmektedir.

Kamuda, çalışma barışı yok olmuş, yandaş sendika ve örgütlerle,sürgün,kıyım, işten el çektirme yöntemleri ile herkesi susturmuşlardır.

Artık herkes bu durumu anlamış, yüksek sesle; “böyle de olmaz”denilmeye başlanmıştır.

Özellikle geçtiğimiz hafta, peşmergenin intikali esnasında,sergiledikleri ve PKK’nın tezahüratı, alış-veriş yapan askerin pazarda eşinin yanında vurulması, masum silahsız askerlerin şehit edilmesi, Bingöl de şehit edilen güvenlik mensuplarımız meselesi, vatandaşı endişeye sevketmiştir.

Daha önce istikrar için AKP’yi destekleyenler, tepkisini; “ülke elden gittikten sonra, istikrardan bahsedecek kadar saf olmadıklarını” ve ülke gidince,işimiz de kazancımız da istikrarıda,hatta ırzı ve namusu da kaybedeceklerinden bahsetmektedirler.

Demek ki “vatan elden gidince” endişesi, hiçbir şeyin vatan ve millet birliği kadar önemi olmadığı, yaşadığımız bunca olaylardan sonra anlaşılabilmiştir.