Üsküdar’da Bir Bakkal veya İyilik Bulaşıcıdır

46

Sanki eski Türk filmlerindeki iyi adamlardan biri. Mahallede “Bakkal Kamber Amca” olarak biliniyor. Üsküdar’da yaşıyor,  oğlunun adı, Fırat. Bakkal Kamber, iyilik yapmayı, yoksul geçirdiği çocukluğunda kaldığı, Sirkeci’deki bir otelde öğrenmiş. Hikâyesi uzun. O, şimdi bir bakkal; ama aynı zamanda o bir deniz feneri.

Veresiye alacak defteri bir hayli kabarık. Mahallesinin namus bekçisi ve emniyet supabı. Kapıların anahtarları, gözetilmesi gereken çocuklar ona emanet. Tam bir deniz feneri; oğluyla beraber, hem kılavuz hem ışık.

Oğlu Fırat, babasından aldığı ahlakla, bakkala alışveriş yapmak için gelen fakat parası yetişmeyen çocuklara, beleşe alışmasınlar diye, küçük bir iş yaptırır sonra onların taleplerini karşılar. Hiçbir çocuğu bakkaldan boş çevirmez. Bir süre sonra parası yetişmeyen çocukların isteklerini karşılamak için onlara kitap okuma şartı getirir. Bir gün bir çocuk gelir, “Fırat Ağabi, sana KristofKolomb’u anlatayım mı?” der. Fırat şaşırır. Nedenini sorar. “Sen parası az çocuklara kitap okutuyormuşsun ve onları dinliyormuşsun, ben de kitap okuyarak geldim.” cevabın alır Fırat. Küçük bir hediye karşılığında kitap okuma işi, mahalle çocukları arasında hızla yayılır. Kitaplar alınır, okunur, değiştirilmeye başlanır, Fırat okunan kitapların özetini dinler. Bu iş, heyecan dalgası oluşturur. Bir gün Fırat, “Yukarı mahallenin çocukları daha fazla kitap okuyor.” diyerek mahallelerin çocukları arasında kitap okuma rekabetini başlatır, kitap okumayı hızlandırır.

Fırat ve Kamber, bir senaryo kahramanı; olay, bir kurgu değil. Aynen gerçek. Kamber Amca’yı düşünüyorum, Fırat’ı düşünüyorum, onların oluşturduğu sinerjiyi düşünüyorum.

İnsan yeter ki istesin, neler yapmaz ki? İyilik geçicidir, bulaşıcıdır; kötülük gibi. İnsan, ne istediğini bilsin, tarafını belli etsin. Taraf belli olduktan sonra, yapılmayacak, başarılamayacak güzellik yoktur. Sorumluluğumuz, gücümüz oranındadır. Bir bakkalın ve oğlunun bu toplumda, iyilik adına, “Ne kadar bir ağırlığı olabilir ki?” demeyelim. Okunmasına sebep oldukları kitap, kitaptaki bir cümle ya da bir kelime, kim bilir, kaç kişinin hayatını değiştirecek? Kamber ve Fırat, pek çok kişinin hayatına dokunmuş olacak. Kaybeden yok. Kazanan, pek çok: Kamber Amca ve oğlu Fırat kazandı, çocuklar kazandı, mahalle kazandı, ülke kazandı, insanlık kazandı.

Değerli dostum Kemal Bey, bu yaz okuduğu bir kitaptan etkilenmiş. “Ağabi, hayat anlayışım değişti, artık kendimi insanlığa borçlu hissediyorum, kendimi büyük ya da küçük kalıcı hayırlı işler yapmakla görevlendiriyorum.” diye itirafta bulundu. Olması gereken zaten buydu. Ben, bu kötü ortamda ne yapabilirim ki, diye düşünmeyin. İyilik saatini kurun, o kendi kendine işleyecektir. Bir süre sonra sadece tik taklarını dinleyin. Zaman geçiyor, ömür sermayesi tükeniyor. Oturduğumuz yerde, büyük laflar ediyor, büyük projeler hayal ediyor, içi boş eleştiriler yapıyoruz. Üzerimize vazife olmayan konularda mangalda kül bırakmıyoruz, yapabileceğim işlerde kaçak güreşiyoruz.

Bakkal Kamber ve Fırat, birer rol model. İçlerine kapanmamışlar, marketlere küsmemişler. Karanlıklara bakıp enerjilerini tüketmek yerine, ışık olup ısıtmayı ve ışıtmayı tercih etmişler. Yaptıkları iş hiç zor değil, pek kolay. Herkes yapabilir. Sormalıyız kendimize: “Bugün kaç kişiye yardımcı oldum, kaç kişiye yaşama sevinci aşıladım. Kendim için, neslim için, büyüklerim için, ülkem için, Allah için ne zaman ne oranda bir iyilik yaptım?” Soruları genişletebiliriz.

Her virüs zararlı değildir. Sütü yoğurt yapan da virüstür. İyilik virüsü enjekte etmeliyiz birbirimize, neslimize. Eğitimin önceliği bu olmalı. Hala sınav şeklini, yetiştirilecek insan modelini, geçerli meslekleri tartışıyoruz; insanlık mesleğinden uzaklaşıyoruz. Fıtrat; iyilik üzerine, barış üzerine, güzellik üzerine programlanmıştır.

Yeni keşifler yapmak için sefere gerek yok. İçindeki iyilik kıtasını keşfedene ne mutlu!