Ben, “Bu gençlerden bir şey olmaz.” diyenlerden değilim. Bu bir döngü: Bizden öncekiler de bizim için “Bu gençlere memleket teslim edilmez, bunlar memleketi satar.” diyorlarmış. İşin ilginci: 16. yüzyılda yazılmış şiirlerde de aynı yakınmayı görüyoruz.
Üniversitelerde oluşturulan öğrenci kulüplerinden bazıları çok güzel çalışmalar yapıyor. Geçen hafta İşletme Kulübü ve Ekonomi Kulübü’nün düzenlediği iki etkinliğe hem dinleyici hem konuşmacı olarak katıldım. Kulüp yöneticileri pırıl pırıl gençler, bir şeyler üretmenin, arkadaşlarına hizmet sunmanın heyecanını duyuyorlar. İşletme Kulübü, dershane olarak bizi ve yeminli mali müşavir bir arkadaşı davet etmişti. Ekonomi Kulübü ise iki günlük sertifika programı düzenlemişti. Katılımcılara program sonunda sertifika dağıttı. Onlar, İstanbullu bir firma ile anlaşmışlar. Biz de davet edildiğimiz programın sonunda bir konuşma yaptık ve katılımcılara hediye çekleri verdik. Her iki programa ayrı ayrı 150-200 civarında üniversite öğrencisinin katıldığını gördüm.
Programlarda profesyonelliğin olduğu söylenemez. Düzenleyenlerin ve dinleyenlerin en büyük artıları, samimiyetleri ve heyecanları. Heyecan ve samimiyetlerini gördükten sonra onlara destek vermek gerektiğine bir kez daha inandım. Bu çocuklar, bizim çocuklarımız ve bizim geleceğimiz. İnandım ki, biz bu gençlere hizmet etmekle gölgesinde barınacağımız ağaca bir damla da olsa su vermiş olacağız.
Her iki konuşmama onları tebrik ederek başladım. Onların yaşındaki, bu salonda bulunmayan diğerleri belki bir kafede duman altı olmuş vaziyette vakit öldürüyorlar, karşıt cinstekiler duygu alışverişi yapıyorlardı; oysa buradakiler kendilerini, ailelerini, geleceklerini, kendilerinden gelecek nesillerini, memleketlerini, insanlığı önemsedikleri için, yarınlara yatırım yapmak amacıyla şu an burada bulunuyorlardı. Onlar, başkalarının birikimlerinden yararlanan akıllı kişilerdi. Varlığını sorgulayan, karanlıklara küfretmek yerine karanlıkları aydınlatacak mum yakmayı ilke edinen kişilerdi. Bu sözlerim, yağmura susamış çöl toprağı misali, kendi değerlerini ifadeye hasret kalmış bu gençlerde heyecan uyandırdı, alkışlanmama sebep oldu.
Onlara: “Genç arkadaşlarım, daima iyimser olun, gülün içindeki diken yerine dikenler arasındaki gülle ilgilenin, buna şükredin; çalışmak çalışmak çalışmak adlı “Üç Ç”den vazgeçmeyin, rüyalarınızda, uykularınızda bile çalışınız, eğer bir şey okur ya da hayal ederek yatarsanız, rüyanızda, takıldığınız sorunu çözdüğünüzü görürsünüz, rüyada çalışmak bu demektir. Sevmekten vazgeçmeyiniz, ümit etmek, umutların peşinde koşmak en büyük sermayemizdir, sakın bu sermayeyi bir kenara itmeyiniz.” dedim. Hayatımdan küçük örnekler verdim.
Benim için, “Nerede tırak, orada bırak.” “Son durak, kara toprak.” ilkesinin geçerli olduğunu, yatarak ölmektense yıpranarak ölmeyi tercih ettiğimi, şimdiye kadar sekiz eğitim kurumunda ortak, kurucu, yönetici gibi sıfatlara yer aldığımı, hiçbir zaman pişmanlık duymadığımı, yaptığım yanlış işlerin, doğru işlerin kıymetini öğrettiği için bana göre çok değerli olduğunu, yanlış yapmaktan korkmamaları gerektiğini; çünkü iş yapanların yanlıştan kurtulamayacağını söyledim. Bir veya birkaç dil bilmeleri, sürekli okumaları, zamanlarını boş geçirmemeleri gerektiğini ifade ettim.
Marifet, iltifata tabidir. Sevgi bitmeyen gıdadır. Sevgi yüklü yaklaşım, iltifat içeren her cümle, çiçeği yaşatan damlalar gibi, gençlerin gücüne güç katıyor, onlara yeni projelerin hayallerini kurduruyor. Biz, yaşı kemale ermişlerin asli görevi bu olmalı diye düşünüyorum. Birilerinin önünü açmak, istihdama dönük yatırımlar yapmak, elini verip onları çıkmazdan kurtarmak, bizim için ibadet hükmünde olmalı.
Kim; arkamızdan, sağımızdan solumuzdan, önümüzden arkamızdan ne derse desin: Nerede tırak, orada bırak!