Bilinen kıssadır: Kral, dondurucu bir kış mevsiminde gecenin soğuğunda nöbet tutan muhafıza “Üşümüyor musun?” diye sorar. Muhafız “Ben alışığım Kralım” cevabını verir. Kral, “Olsun sana sıcak elbise getirmelerini emredeceğim” der ve gider. Ancak bir süre sonra içeri girdiğinde emri vermeyi unutur. Ertesi gün duvarın yanında muhafızın soğuktan donmuş cesedini görürler; duvara da bir şeyler karalanmıştır ve şu yazmaktadır: “Kralım soğuğa alışkındım; fakat senin sıcak elbise vaadin beni öldürdü.”
Vaat, ümit doğurur. Vaat gerçekleşmezse ümit kırılır. Ümidi kırılan kişinin artık hayat bağı da kopmuştur.
İnsanlar niçin yapamayacakları şeyleri söylerler ya da söyledikleri şeyleri yapmazlar? Sözün bir değeri, vaat etmenin bir sorumluluğu vardır. “Hayvan yularından, insan sözünden tutulur.” demiş atalarımız.
“Söz, senettir.” eskilerin anlayışına göre. Senede bile itibar etmeyen şimdikiler için verilen sözlerin, yapılan vaatlerin pek bağlayıcılığı kalmamış görünüyor.
Vaadinde durmamak, bir bakıma yalan söylemektir. Yalan söyleyen insan da yaşayan cesettir.
“Sana güvenebilir miyim?” sorusu ya da “Bana güvenebilirsin.” cümlesi, beni çok rahatsız eder. Hele birinin, ikide bir yemin etmesi bana çok itici gelir. İnsan denen varlık, zaten kendisine güvenilen varlıktır. İnsan; değerini, doğruluktan, dürüstlükten, hakkaniyetten alır. Yalan, insan kelimesiyle hiçbir şekilde uyumlu değildir.
Yapılan vaatlerin yerine getirilmemesi, vaadi yapanı itibarsızlaştırıp canlı ceset haline getirdiği gibi karşı tarafta da ölümcül sonuçlar doğurabilir. Herkesi kendisi gibi zanneden dürüst insanlara karşı verilen sözlerin, yapılan vaatlerin gerçekleştirilmemesi, o insanların düşünce dünyasında, hayat algısında yıkıma, psikolojisinde bozulmaya, belki de biyolojik yapısında çürümeye veya ölüme yol açacaktır. Fıkradaki nöbet tutan asker, kendi şartlarında psikolojik ve biyolojik bir direnç oluşturmuş, kral gelip vaatte bulunarak onun ahengini bozmuş, bir beklentiye sokmuştur. Beklentinin gerçekleşmemesiyle bünyedeki ahengin bozulması ölümcül sonuç doğurmuştur.
Bilerek veya bilmeyerek bu tür hataları hepimiz yapıyoruz. Sosyal varlık olarak çevremize, ebeveyn olarak çocuklarımıza, eğitimci olarak öğrencilerimize, siyasetçi olarak vatandaşlarımıza karşı yaptığımız vaatleri çok kere yerine getirmiyoruz. Bu da güvensiz bir toplum ortaya çıkarıyor. Son derece tehlikeli olan sözünde durmama alışkanlığı, sosyal yapımızı bir kurt gibi kemiriyor.
Yıllar önce temsili istiareye veya alegorik anlatıma örnek olacak bir öykücük okumuştum: İnsanları aydınlattıkça mutlu yaşayan arkadaş dört mumdan, ismi “Barış” olan birincisi bir gün, sohbet sırasında, “Kimse benim yanık kalmamı sağlamıyor, sanıyorum söneceğim.” der ve alevi hızla azalır, söner. İkincisi, “Biliyorsunuz benim adım “İnanç”, herkes benim artık gerekli olmadığımı düşünüyor, o yüzden daha fazla yanık kalmama gerek yok.” der ve hafif esen rüzgârın etkisiyle söner. Ben Sevgi’yim, diyerek üçüncüsü dile gelir, “Yanık kalmak için gücüm kalmadı, insanlar beni bir kenara bıraktı, önemsizleştim, insanlar kendilerine en yakın olanları bile sevmeyi unuttular.” der, hiç zaman yitirmeden söner. Odaya ansızın giren çocuk üç mumun yanmadığını görünce, “Neden yanmıyorsunuz, sizin sonsuza kadar yanmanız gerekirdi.” der ve ağlamaya başlar. Çocuğun ağladığını gören dördüncü mum, “Korkma, ben hala yanarken diğer mumları yeniden yakabiliriz; ben “Umut’um.” der.