Ulus Devletten Anla(ma)dıklarımız!

137

“Cumhuriyetin kuruluşunda henüz on üç milyon ve büyük oranda eğitimsiz köylü kitlesinden oluşan nüfuz uzun yıllar, Cumhuriyet elitlerinin belirlediği kimlik değerlerine göre biçimlenmiş bir anlam dünyasının içinde kendini bulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlettir. Ancak, ulus “Türk” olarak tanımlanmakta, Türk kavramının bir ırk ve soy anlamında değil, T. C.  Vatandaşı olan bütün ırk ve soylara şamil bir isim olduğu vurgulanmaktadır. Dolayısıyla bu Türk tanımlamasına göre Kürtler de Türk kavramı kapsamında kalmaktadır.” ( Yusuf Çağlayan -Emekli Askeri Hakim- Yeniasya, 6 Ağustos 2010 s.2 )

Bu şekilde güzel bir özetle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin var oluş keyfiyetini ortaya koyan Sn. Yusuf Çağlayan, yazısının devamında:

“Ne var ki, teorideki bu kapsayıcılık, pratikte bir anlam kazanabilmiş midir? Pratikte Türklük kavramının bütün etnik kesimleri kucaklayıcı bir üst kimlik işlevi görmediği yaşanan olayların dili ile kendini ifade etmektedir.” (a.g.m.) diyerek Türkiye halkını içeren “Türk Milleti” kavramının pratikte / yaşanan hayatta, beklenen birlik ve beraberliği sağlamadığını, samimi bir şekilde beyan etmektedir.

Bize göre, Tarih Süreci’nin Türk Milleti’ne tarih boyunca kazandırdığı sonuç göz ardı ediliyor. Bu millet, tarihte hep devlet kurmuş, bünyesinde değişik milletleri barındırmış, onlara önderlik yapmış; onları asimile etmemiş, aksine kendisi asimile olmuştur! Onlardan, birlikte yaşamanın verisi olarak çok şeyler almış, kendisinden de çok şeyler vererek hem kendisini, hem de içinde barındırdığı halkları, millet seviyesine çıkarmış, yepyeni oluşla, hem de kendisinden manen uzaklaşmadan ve fakat kendisini aynen nazara vermeyen bir hüviyetle tarih sahnesinde hep ola gelmiş.

Tabii, kendi bünyesinde bulundurduğu milletlerle bir ve beraber olarak, bugünlere gelmiştir. Özünden ayrılmadan fakat şeklen başkalaşarak nev-i şahsına münhasır / kendine has niteliklerle dünya milletleri arasında saygın yerini almasını bilmiştir.

Öyle ki, Türk Vatanı / Türkiye’deki her halka menşei ne olursa olsun Batılı; “Türk” demiş; Anadolu’yu “Türkiye” diye resmetmiştir. Bundan dolayıdır ki,  bir Bosnalı genç -bugün bile- “Ben Türküm” diyebiliyor. Avustralya’da Müslüman olan kız; “Türk oldu” diye vasfediliyor.

Buna rağmen, Osmanlı İmparatorluğu’nu Türk İmparatorluğu olarak niteliyen, Osmanlı topraklarından, mesela Güney Amerika’ya göç eden, aslen Türk olmayanları dahi Türko / Türk diye vasfeden Batı; günümüzde, Türkiye’nin geleceğinden ürktüğü için, Türkiye’de yaşayan ve kendilerini Türk Milleti’nin mensubu bilen insanımızı; sen Türk değilsin, şusun busun diyerek, içimize fitne fesat tohumlarını durmadan ekmekte, Türk insanını ayrıştırarak, kardeş kanı dökülmesini sağlamakta ve bunu devam ettirmektedir.

Aslında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türkiye’de Türk Birliği’ni sağlamıştır. Fakat, Batı’nın dolaylı dolaysız kışkırtmaları, bölücü rüzgarların esmesine yol açmış ve halen açmaktadır. Velhasıl, onlar üflüyor, buradaki kimi düşüncesizler kanıyor ve oynuyor, oyuna geliyorlar.

İşte, içinde bulunduğumuz acı duruma geliş; Türkiye’nin temelleri sağlam atılmadığından değil, Batı’nın ırksal kışkırtmaları, terörü gizli-açık desteklemelerinin bir sonucudur.

Bu durumda, Resmiyet ve Aydınlar  “Türk Milleti” kavramını pekiştirip savunacakları

yerde, bu kavramı sadece Türklere hasretmekle, büyük bir yanılgı içine düşüyorlar.

Yukarıda denildiği gibi, “Türk Milleti” Türkiye’de yaşayan her kökenden Türk vatandaşını içine almaktadır. Gerçek böyle iken, toplayıcı ve kavrayıcı nitelik arzeden “Türk Milleti” tabirini maalesef gevşettikçe gevşetiyor; Batı’nın iştahını kabarttıkça kabartıyor; işlerini kolaylaştırdıkça kolaylaştırıyoruz!

Oysa biraz önce belirttiğimiz gibi, Cumhuriyet İdaresi; aslında, millet oluş sürecinde başarılı olmuştur. Fakat ne yazık ki, “Millet”  gerçeğini yeterince sahiplenmiyor ve muhafazasına ciddi bir şekilde gayret sarfetmiyoruz!

Yeni nesiller, öğretmenlerimizin eseri olacağına göre, en büyük görev ve iş de, şüphesiz yine onlara düşüyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Önceki İçerikAnarşist kahramanlar
Sonraki İçerikFüze Kalkanı Nato ve Türkiye – 2
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.