Ülkenin Güvenlik Güçleri

106

 

Uzun bir zamandan beri yazmayı düşündüğüm bir konuyu, geçen gün televizyonda seyrettiğim bir kişinin anlattıkları üzerine bugün yazmaya karar verdim.

Polis Akademisi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim CERRAH öyle laflar etti ki, bu konuyu es geçmek mümkün değil.

Bir kere, her şeyden önce, şu Ergenekon, Balyoz falan filan gibi uydurma konulara değinelim de, sonra polis meselelerine girelim.

Hanefi AVCI, göya hükümeti destekleyip, cemaati suçlamaya çalışırken, ne kadar açık verdiğinin farkında değil veya farkında da ne yapsın, mızrak çuvala sığmıyor.

Diyor ki; üç ayrı yerde bulunan silahlar aynı silah numaraları ile kayıtlı, suçlanan kişilerin evlerine yakın yerler aranıyor vs.vs. Yani, askerlerin suçlanmasının komedi olduğunu, planlı olduğunu, kumpas olduğunu söylüyor ve bunu yapanların da, cemaatin adamları olduğunu söylüyor.

Ey Hanefi AVCI, bütün bu komediler oynanırken, hükümetin başı, adamları, ele geçirdikleri olağanüstü basın gücü, arkalarındaki kamuoyu desteği ne yapıyorlardı, onlar da, bu haksızlığa karşı mı idiler, böyle kepazelik olmaz mı diyorlardı? Yoksa, bugün suçladıkları, bu oyunları oynadığını ileri sürdükleri cemaatin adamları ile el ele, kol kola, iç içe ve hatta onlardan daha fazla ordu düşmanlığı mı yapıyorlardı? Madem cemaatin adamları bu işleri tek başlarına yapmış, kendileri bütün devlet gücü ile neden engel olmamışlar?

Hatta, 2-3 seçimi, toplum, askerî vesayeti kaldırma cesareti gösterdiği gerekçesiyle AKP’ye kazandırmadı mı? Seçim alırken, cemaat veya başkaları yoktu ve hatta bizler bu oyunu ortaya koymaya çalışırken, en çok hükümet kanadından itilip kakılıyorduk.

Ey Hanefi AVCI ve bugün öyle düşünenler; bizim buralarda bir laf vardır, tam da bu yaşananlara göre; baban gerekeni yaptıktan sonra, al ananın hayrını gör.

Yani?

Yanisi şu; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin moralini boz, gücünü kır, elini kolunu bağla, tüm personeli görev yapamaz hale getir, bu ordunun en değerli insanlarını yıllarca süründür, hayatlarını mahvet, vatan, millet duygularını tamamen törpüle ve bütün bunları iç ve dış

güçlerin desteği ile yap, iş işten geçtikten ve 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonu olunca da, can derdine düş ve kumpas de.

Hadi ordan derler adama!

Şimdi gelelim, yukarıda sözünü ettiğim polis olaylarına:

17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonu olana kadar, kahraman olan, destan yazan polis, bir anda en ağır suçlamalar altında kaldı. On binlerce polis yerlerinden, yurtlarından oldu. Tüm polis camiası töhmet altında kaldı ve görev yapamaz, eli kolu bağlı, kim ne zaman nereye sürülecek veya görevden alınacak beklentisi içerisinde, koskoca iç güvenlik kadromuz allak bullak ve ne yapacağını bilemez  halde bekliyor.

Yukarıda adı geçen Akademi Hocası, isimler vererek, cemaat  bağlantısı olmayan çok değerli polislerin de aynı akıbete uğradıklarını söylüyor ve soruyor neden ve ben de soruyorum; neden terörle mücadele şubesi bu kadar hedef tahtasına oturuyor?

Hani bu polise, ağır silahlar bile alıp, ordunun dışında yeni bir güç oluşturmak gibi bir gizli plan bile yapılıyordu?

Peki, bugün teröristler memleketin bir kısmında ülkeyi bölmüş ve

adeta devlet kurmuşlar, orada yaşayan veya gitmek durumunda kalan ve terörle alakaları olmayan insanların hayat şartlarını kim garanti altına alacak?

Hatta, ülkenin her yerinde, hayatımızın güvencesini hangi kolluk-güvenlik kadrolarımız, hangi moralle ve görev aşkıyla garanti altına alacak?

Asker mi, polis mi? Hangisi? Hangi moralle ve görev bilinciyle ve neye güvenerek?

Ülkede terör örgütü istediğini yapar hale gelmişken ve ülkenin çevresi ateş çemberine dönmüşken, iç ve dış güvenlik güçlerimizin bu hale gelmesi tesadüf mü? Bir projenin parçası olmasın!

Ben herşeyden önce, ülkemin ve insanımın geleceğine, güvencesine bakarım, gerisine daha sonra sıra gelir.

Cemaatmiş, dış güçlermiş, yapılan yolsuzluklarmış, çalınan paralarmış. Verilmeyen hesaplarmış, uygulanan projelermiş, hepsi tamam da!

Ben sade bir vatandaşım!

Benim güvencem kim?