Uğursuz ve Onursuz Yöntemler

90

“Temiz amaçlar temiz araçlar gerektirir.   
Ahlak dışı yöntemler amacın saygınlığını hiçe indirir.”       

Makyavel (Niccolo Machiavelli 1469-1527), “amaç araçları mübah kılar” diyerek, siyasetle ahlakın birbirinden ayrılmasına dayanan siyasi düşünceyi formüle etmiştir. “Hükümdar” adlı eserinde: “Ülkenin selameti söz konusu olduğunda ne adalete, ne adaletsizliğe, ne merhamete ne de merhametsizliğe bakmak gerekir.” “Hükümdar, ülkesini kadife eldiven giymiş demir bir elle idare etmeli, gerektiğinde yumuşak, gerektiğinde sert davranmalıdır.”görüşündedir.  

Tarih boyunca ihtiras sahipleri, daima haklarından fazlasını istemişler ve bunun için her yola baş vurmuşlardır. Nefsaniyetin icabı olan bu hırslı yönün kontrol altına alınması ancak yüksek bir iman derecesinde mümkündür.. İnsanın eline fırsat geçtiğinde Allah korkusu ile yanlış yapmaktan kaçınması insanlık asaleti ile davranması gerekir. İnsan evladı dünyada daimi bir deneme içindedir; asiller ile reziller kendi seçimleri ile ortaya çıksın diye ona yeterli bir özgürlük verilmiştir.

“.. ta ki mahvolan açık bir delille mahvolsun, yaşayan da açık bir delille yaşasın”(8/42) hükmü ile anlaşılıyor ki, insana verilen özgürlük, sorumluluk getiren  bir özgürlüktür.

Ahlak dışı yollarla yöntemlerle elde edilen hiçbir şey hayır getirmez. Lanet er geç hedefini bulur.

Fatih Sultan Mehmet ve oğlu Sultan II. Bayezid’in Çağdaşı olan Rönesans (15. yüzyıl) olumlu ve olumsuz yönleri ile ilginç açılımlar getirmişti. Bir tarafta bilim ve sanatta Leonardo da Vinci gibi dahiler muhteşem eserler verme imkanı bulurken diğer taraftan Yunan hedonizmi (zevkperestliği) ve ahlaki zaafların her çeşidi kontrolden çıkmış, salgın bir hastalık gibi toplumu istila etmişti. Avrupa’nın karanlık orta çağının fanatizminden kurtulmak isteyenler, özgürlüğü sorumsuz bir başıboşluk ve keyfilik zannetmişler, toplumu koruyan bütün ahlaki bariyerleri toptan yıkmışlardı. Böylece bir aşırılıktan başka bir aşırılığa kaymış oluyorlardı.

Parçalanmış İtalya’da ücretli askerler göstermelik, zayiatsız savaşlar yapıyor, daha çok para verene savaşı kazandırıyorlardı. Hasımları ortadan kaldırmak için zehirin bin bir çeşidi geliştirilmişti. Fatih Sultan Mehmet tam sefere çıktığında esrarengiz bir şekilde zehirlenerek hayatını kaybetmiştir. Tarihçiler o asrın geleneklerine uygun olarak Yahudi başhekimin eli ile uzun tesirli bir zehirle ortadan kaldırıldığını tahmin ediyorlar.

Fatih’in son seferinin muhtemel hedefi İstanbul’dan sonra Roma idi. Talihsiz oğlu Cem Sultan saltanat kavgaları yüzünden çaresizlik içinde Rodos Şövalyelerine iltica etmiş, siyaseten kullanılmak üzere rehin olarak bir müddet gezdirildikten sonra, hiçbir paha mukabilinde Hıristiyan olmayacağı anlaşıldığı için, bir rivayete göre de ağabeyi II. Bayezid’in gönderdiği külliyetli bir rüşvet mukabilinde zehirlenerek öldürülmüştür. 

Kapitalizm çağında Avrupa devletlerinin çoğu (İngiltere, İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika ve sonradan onları takip eden Rusya) teknik üstünlükleri sayesinde ulaştıkları her yeri ele geçirdiler. Ateşli silahları ile yakıp yıkıyor, kılıçla doğruyorlardı. Köle haline getirdikleri yerlileri madenlerde ve tarlalarda ölesiye çalıştırdılar. Gasp ettikleri altın ve gümüşü eriterek kalıplar halinde gemilerle yıllarca Avrupa’ya taşıdılar. Hala onlardan fırtınada batan bazıları denizin dibinde kıymetli yükleri ile bulunuyor. Avrupa’nın sermaye birikiminde bu korkunç yağmanın etkisi olduğu şüphesizdir.

Tarihin bu korkunç sahifelerini batılı devletler hep unutturmak istemişlerdir. Günümüzde Katoliklerin ruhani reisi Papa Benedict: “Kızılderililerin kendi arzuları ile hıristiyan olduklarını” söyleyince, bu utanmazlık karşısında Venezuella’nın Kızılderili cumhurbaşkanı H. Chavez’den : “Atalarımızın kan ve ateş içinde nasıl zorlandığını bilmez değiliz” cevabını almıştır. Bu sevimli Başkana İspanya kralı da “çeneni kapa artık” diyerek kanlı geçmişin hatırlatılmasına tahammülsüzlük göstermiştir.

Tarihte çok kere devletlerin amaçlarını gerçekleştirmek için din ve  ideolojileri araç olarak kullandıklarını görürüz. Menfaate dayalı reel bir politika izledikleri halde “suret-i haktan “görünmüşlerdir.

Batılıların “ilkelleri uygarlaştırmak”, “hıristiyanlığı yaymak” adına yaptıkları iffetli Hz. Meryem’i, merhamet timsali Hz. İsa’yı utandıracak mahiyettedir. Onlar mübarek isimleri kullanıyor, manayı katlediyorlardı. Esas amaçları Haçlı seferlerinde olduğu gibi “yağma ve “sömürü” idi. Günümüzde de Amerika’nın “özgürleştirme” ve “demokrasi getirme” adına Irak’ta ve Afganistan’da katlettikleri 1 milyon günahsız sivil insan ve devam eden facianın gerçek sebebi Petrolü kontrol etmektir.

İslam adına terörist faaliyetlerde bulunmak ve sivil halka zarar vermek de “İslam’ın ruhuna” ihanettir. İslam, barış, manevi hastalıklardan salim olmak, Yaratıcı’ya teslim olmak gibi huzur dolu anlamlar taşırken fanatik grupların teröre karşı terörle karşılık vermeleri, güzel dinimizin yanlış algılanmasına sebep olur. Hem suçlu hem güçlü, hukuk tanımayan,”haydut devletler”in yaptıkları terörün ta kendisi iken, aynı silahı kullananları terörist diye suçlamaları ibret verici bir çelişkidir. İngilizler, işgal ettikleri yerlerde, yıldırmak üzere  Amerika yerlilerinin  kafa derilerini yüzüp, uzun saçlarını kemerlerine asarlardı. Yerliler de misli ile mukabele ettiler. Tabii ki suçlananlar yerliler oldu.

Esma (isimler) ile mana (anlam)’ın birbirine uyması gerekir yoksa her şey lafta kalır.    

Her idealist yolun samimileri olduğu gibi haramileri de vardır.                   

“İbadet samimi inançla,  İlim hikmetle, ilmi hayra kullanmakla

 Toplum adalet, saygı ve terbiye  ile ayakta durur.”

İnsanlık onurunu kazanmadan bir davanın takipçisi olunamaz.