Uçurtmalı Şiir

263

Yok başka hiçbir umarın

En granit kayanın en ortasında

Balta girmemiş karanlıklarında kıpırtısız

Ya ölmektir kurtuluşun

Ya da şiire tutunmak

O en gergin tele şöyle bir dokun

Son tınıyla tel kopsun

Ayak sesleri duyulsun ölümün

Her yanın her yönün çıkmaz

Nereye baksan yok

Hiç bile her şey sayılır o bulunduğun yerde

Kurtarırsa kurtarır ancak

Yine şiire tutunmak.

Aziz Nesin

Yıllar önce bu şiiri ilk okuduğumda, hayatın sancısından kurtulmanın tek yolunun şiir olduğuna inanmıştım. Ne doğru bir karar vermişim. Liseye başladığım şiirli yıllarım zoru hep kolay kıldı. Her yaşanana şiir gözüyle baktığımda ki ölümde dâhil, nasıl bir dayanma gücü, sabır, şükür ve her şeyin insana dair olduğunu çok iyi öğrenmiştim.

Ne yaşıyorsak hep insana dair yaşıyoruz, olumlu ya da olumsuz. Aziz Nesin’in işaret ettiği şiir ile kurtuluş tanımına aynen katılıyorum.

‘’Şiir bir yaşama biçimi değildir, bütün yaşamlar şiirin bir biçimidir’’ diyor Fazıl Hüsnü Dağlarca

Bütün yaşanılanlar şiirin bir biçimiyse eğer, kurtuluşu yine kendi içinde buluyor insan. Neler olup bittiğini anlamak, farkına varmak, görmek, hissetmek, acı, özlem gibi duyguların hepsi şiire dâhildir.

Kendi adıma ben şiiri zeytin tanelerine ve çörek otuna benzetiyorum. Zeytin bereketli ve en uzun ömürlü meyve. Duası olan ‘’zeytine ve incire ant olsun’’ diyerek insanı en güzel şekilde yaratıldığından bahsediyor. Zeytin dalı da barışı simgeliyor.

Çörek otu, bir ölüme çare olamamış bir bitki. Zeytine ve çörek otuna şiiri benzetiyor olmam içindeki tüm nisan uçurtmalarının hepsini havalandırıyor.

Düşünün ki şiir şimdi ipi kopmuş bir uçurtma, rüzgâr oradan oraya savuruyor. Kim bilebilir ki bir başka memlekette yaşayan her hangi bir çocuğun eline düşmeyeceğini.

Şiirden uçurtma, adı mavi. Mavi gökyüzünde, deniz istikametinde tellere takılmadan yol alıyor. Bazen yağmura tutuluyor bazen rüzgâra ama durmuyor. Üstünde şiir yazılı, hangi çocuğun eline geçerse o şiiri okuyacak.

Dünya uçurtmayla balonken

Kırmızı ve mavi tayfın bütün renkleri

Sana zehir zindan edenleri, bağışlayacak mısın yüreğim… Gülten Akın

Uçurtmaların ipi kopunca kendi yaşamlarını izliyorlar diyor Rıfat Ilgaz.

Bizim de süslü uçurtmalarımız vardı

Alıp başını gitmediler mi?

Gözümüzden bile esirgedik

Hangi birinin ipi kaldı elimizde……

Şiir de böyle tıpkı uçurtma gibi, ne hissediyorsanız onu yazıyorsunuz, salıyorsunuz gökyüzüne, rüzgârın yön vermesiyle uçup gidiyor.

Kalbim uçurtma şenliğine gün sayan çocuk

Ne havalanıyorsa gökyüzüne, kalbimden havalanıyor….

Zeytin kelimeler

Kalbimden havalanan kuşlar, şiir, uçurtma, rüzgâr, yağmur hepsi de birbirinden değerli. Hepsi bir birine zincirin halkaları gibi bağlı.

İnsan diyorum, içindeki havalanan rüzgârdan üşüyen, ondan ürperen ki buna rağmen asla uçurtma uçurmaktan hiç vazgeçmeyen, göçüp giden kuşları inatla bekleyen, tüm duyguları da şiire yükleyip yola düşen bir varlık.

‘’Kuşlar unutkan olur gene gelecekler’’ Diyen Yaşar Kemal yanlış söylemiş olamaz, gene gelecekler diyorsa kesin gelirler.

‘’Kuş ölür, sen uçuşu hatırla ‘’ Diyen Fürüğ Ferruhzad… Kim vurdu ya gitti aşkımız, faili meçhul değilse nefsi müdafaadır diyor.

Denizin bittiği yerde başlayan, göğün mavisine inanırdım. Bir de ensemde ki dövmeye, kuş ölür sen uçuşu hatırla…

Kuşları hatırlatan uçurtma, uçurtmayı hatırlatan rüzgâr, rüzgârı hatırlan yağmur, yağmuru hatırlatan şiir.

 İçine içine yürüdüğüm özlemli yolların çıkışı hep şiire. Zeytin kelimeler, çörek otuyla döküle döküle, dağıla dağıla savrulup duran bir uçurtmaya dönüşmesi mucize değil.

Kulağına fısıldadım uçurtmanın. Sen gideceğin yeri biliyorsun.

Git bul kara gözlü çocukları ve benim yerime kara gözlü çocukların uçurtmalı ellerinden öp.

Uçurtma, dönüp sordu

Hepsi bu kadar mı diyeceklerinin

Yok dedim, yolda gördüğün bütün kuşlara da şunu söyle ‘’ eğer kuşları sevmeye talip olduysam, günü gelince uçup gidecekleri gerçeğini çoktan kabullenmişimdir’’ yeter ki kuşlar yasına gitmesin.