Ucûbe Hayatlar

76

     Lisedeyken, sevip
saydığımız Mehmet Bey adında, çok değerli bir edebiyat hocamız vardı. Bir
defasında şöyle bir komposizyon / yazılı ödev verdi. Böyle bir çalışmayı,
talebeyken edebiyat hocalarının kendilerinden de istediğini belirtti. Ve şimdi
aynı şeyi, o da bizlerden istiyordu:

     Mahallemizde,
geçimi bize tuhaf gelen, nasıl, ne şekilde ve ne ile geçindiği meçhul,
bilinmeyen ve belli olmayan biriyle görüşüp konuşacak ve geçim yolunu konu
edineceğimiz bir komposizyon ödevi yazacaktık.

     Kendisinin bu
ödevi nasıl yerine getirdiğini de anlattı. Bizlerden de, aynı şekilde enteresan
bir geçim yolu bulmuş birini kaleme almamızı istedi.

     Hocamızın tespit
ettiği kişinin geçim yolu şu imiş:

     Her gün önünden
geçtiği kahvehane camının kenarında oturan birini görürmüş. İşe gitmesi gereken
saatlerde, hep aynı yerde oturması dikkatini çekmiş. Buna bir anlam verememiş.
Aradığım adam bu olabilir diyerek, içeri girmiş, selâm vererek adamın karşısına
geçmiş.

     “İzin verirseniz,
sizin adınızı değil, sadece geçiminizi ne ile sağladığınızı öğrenmek istiyorum.
Çünkü buradan her geçişimde sizi aynı yerde, aynı masa başında, önünüzdeki
gazeteleri karıştırıp çay içerken görüyor; işe gitmediğinizi sanıyorum. İş güç
sahibi değilseniz ne ile geçiniyor, hayatınızı ne ile kazanıyorsunuz? Lütfen
zahmet edip anlatır mısınız?”

     “Neden ve niçin bu
merak, bu soruşturma? Sana ne benim ne iş yapıp yapmadığımdan?”

     “İnanın sınıfı geçmem, bu konuda bir
komposizyon ödevi yazmama bağlı. Lûtfedip anlatırsanız, isminizi ne soracak ne
de yazacağım.”

     “Peki öyle ise,
samimi bir öğrenciye benziyorsun, anlatayım bari:

     “Evet fark ettiğin
gibi, aslında ben işsiz güçsüz bir adamım! Geçimimi ise, şöyle sağlıyorum:

     “Her sabah; gelir
kahvedeki yerimi alır; kahveye alınan tüm gazeteleri önüme koyar. Ölüm
ilânlarına göz gezdiririm. Büyük ilânlara öncelik tanır, kimin öldüğünü, nerede
gömüleceğini öğrenir; doğru o mezarlığa giderim. Ölü yakınları arasında yerimi
alır. Üzgün bir durum takınır. Duyulacak şekilde için için ağlar bir tavır
sergilerim.

     “Sonra da
oradakilerle cenaze sahibinin evine giderim. ‘Ah benim vefalı kardeşim, dostum,
velinimetim. Beni bırakıp nerelere gidiyorsun? Ben senin yokluğuna nasıl
katlanır, nasıl dayanırım? Sensiz ne yapar, artık kime derdimi açar, kimden
himmet bekler, ihtiyacımı kime söyleyebilirim?’

     “Diyerek, cenaze
evinde; öyle bir feryat ve figan koparır; kendimi öyle acındırır, herkesin
dikkatini öyle çekerim ki, herkes kendi elem ve kederini bırakarak beni teselli
etmeye, asıl bana baş sağlığı dilemeye başlar! Bin bir dil dökerek beni
yatıştırmaya çalışırlar! Ev sahipleri perişan halimden, yanık dilimden öyle
etkilenirler ki, beni yedirir içirirler. Cebime de hatırı sayılır bir para
koyarak, yatıştırıcı sözlerle beni uğurlar ve yolcu ederler!

     “Oradan ayrılır
ayrılmaz sıraya koyduğum, diğer ölüm ilânlarında yer alan cenaze sahiplerinin
evlerine  gider, orada da aynı rolü oynar,
aynı sonuçları almaya çalışırım!

     “İşte benim her
günkü mesaim bu şekilde cereyan etmekte, geçimimi bu yolla temin etmekteyim!
Ama unutma aramızda kalacak bu söylediklerim!”

     Yanından şaşkın,
bir o kadar da düşünceli bir şekilde, komposizyon ödevimi yazmak üzere
ayrıldım.

     Bir ucûbe hayat
tarzını daha öğrenmiş olmanın, tarifsiz bir rûh hâli içindeydim.

x

     “Bu hayatın
gayesini (maksadını) ; ‘Rahatça yaşamak ve gafletli (bir şekilde dikkatsizlik,
endişesizlik, vurdumduymazlık ile) lezzetlenmek ve heveskârâne (heves içinde)
nimetlenmektir.’ diyenler; gayet (son derece) çirkin bir cehalet
(bilgisizlik)le, münkirâne (inkâr edercesine), belki de kâfirâne (kâfir ve
dinsizcesine), bu pek çok kıymettar (kıymetli ve değerli) olan hayat nimetini
(iyilik, lütuf, saâdet ve mutluluğunu) ve şuur (bilinç, anlayış ve vicdan)
hediyesini ve akıl ihsânını (bağışını) istihfaf (küçümseyerek) ve tahkir edip
(aşağı görüp), dehşetli bir küfrân-ı nimet ederler (nimete karşı hürmetsizlikte
bulunurlar).”

Önceki İçerikİbnülemin Mahmud Kemal İnal Ve Eserleri – 1
Sonraki İçerikSakız Orucu Bozar mı?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.