Üç Şeyin Cahili

35

Yanlış hatırlamıyorsam Prof. Dr. Necati Öner’in bir kısım insanımızın fikrî ve zihinsel yapısını veciz şekilde ortaya koyan, çok yerinde ve isabetli bir tesbit ve teşhisi var. Diyor ki muhterem hocamız:

Türkiye’de üç şeyin câhili yoktur: Tıp, Siyaset ve Din. Birine, rahatsızlığınızdan bahsedecek olsanız, demez ki: “Bir doktora git.” Hemen şu veya bu ilâcı hararetle tavsiye eder. Siyaset konuşacak olsanız, hemen: “Ben Başbakan olsam şöyle yapar, böyle ederim.” Diye ahkâm keserek, bir çırpıda saydığı hususları nasıl halledeceğini anlatmaya başlar. Dinden soracak olsanız: “Müftüye git danış.” Diyecek yerde, hemen fetvâ vermeye kalkar.

Evet, Türkiye’de din câhili yok. Yâni fazlasıyla var. Eğri oturup doğru konuşalım. Türkiye’de azımsanmıyacak sayıda kişiler İslâm hakkında, kulaktan dolma, yalan yanlış malûmat dışında, en ufak gerçek bilgiden mahrumdurlar. En acısı da, bu bilgisizlerin çoğunun elit ve aydın tabakaya mensup oluşlarıdır.

Şüphesiz bilmemek ayıp ve kusur değil. Asıl korkuncu, bilmediklerini bilmiyor olmalarıdır. Asıl acı yönü bilmeye, tanımaya ve dolayısıyla sevmeye; tabiatıyla sevdiğinin isteklerini yerine getirmeye asla ihtiyaç duymamalarıdır. Halbuki  “İhtiyaç, terakkî (ve ilerlemenin) hocasıdır.” Tıpkı “Merak, ilmin hocası” olduğu gibi. İhtiyaç duyan, onu elde etmeye çalışır. Bunun için de sorar, arar ve bulur.

“Kişi bilmediğinin düşmanıdır” hükmünce bir kısım Türk Aydını, İslâmı yazık ki öcü gibi görmekte, ondan bucak bucak kaçmaktadır. Bildiği ve tanıdığını sandığı şeyler ise İslâmiyetle uzaktan yakından alâkası olmayan hakikat kırıntılarıdır. Oysa “En tehlikeli yalan, yarısı hakikat olan yalandır.” Çünkü böylesini çürütmek zordur. Aynen bunun gibi, hurafeleşmiş gerçekleri izale ve yok etmek de kolay olmuyor.

Hiç unutmam, bir İslâm âliminin din ve fen ilimleri hakkındaki sözlerini, fakülteden bir arkadaşımla paylaşmak istediğimde, “İSLÂM”  kelimesini telâffuz ederek başladığım söze tahammül edememiş, tuhaf el kol hareketleriyle, biraz da kabalaşarak: “Sus sus! İslâmdan bahsetme bana! Çağın gerisinde kalmak istemiyorum!” diyerek, sözü ağzıma tıkaması bir olmuştu.

Oysa söylemek istediğim sözler, bir Batılı’nın da: “İlimsiz din kör, dinsiz ilim topaldır.”  Diye ifade ettiği düşüncenin farklı bir deyişinden başka bir şey olmayıp, şu anlamdaki sözlerdi:

“Vicdanın ziyası (ve ışığı) din ilimleri, aklın nûru fen bilgileridir. İkisinin bir araya gelmesiyle hakikat tecellî eder / görünür. Ancak bu suretle talebenin himmet ve gayreti kanatlanır. Ayrıldıkları an; birinden taassup, diğerinden inkâr zuhûr eder. Yâni sadece din ilimleriyle yetinmekten taassup / bilinçsiz inanç; sırf fen bilgileri edinmekten ise, inkâr / materyalizm / maddecilik doğar. Herşey maddeden ibaret sanılır. Oysa her şeyi maddede arıyanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.”

Şüphesiz bir şeyi kabul edip etmemek en tabii hakkımız. Fakat kabul de, red de bilmekten geçmeli. Bilerek kabul etmeli, yine bilerek reddetmeliyiz. Çünküilzam / dâvamızı ispat

mümkün; ikna imkânsızdır.

Yâni anlamak başka, kabul etmek daha farklı bir şey. Zira anlamak kolay, kabul etmek zor. Çok şeyi anlar fakat kabul etmeyebiliriz. Çünkü anlamak aklın işi, kabul etmekde ise hissin de rolü var. Öyleyse muhatabımızın aklına kapı açmalı, isteği ve seçme iradesini eline vermeliyiz. Kısacası: Hz. Ali’nin şu meal ve anlamdaki sözü, bizlere yol gösterici olmalı:

“Hakikati; söyleyenlerine göre öğrenme. Hakikati; bizzat kaynağından öğren. Söyleyenlerin de ne olduğunu öğrenirsin.”

 

Önceki İçerikMillet Belli Bir Irktan İbaret Değildir
Sonraki İçerikBiz Aynı Bahçenin Çiçekleriyiz
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.