Türk’ün Aklı

100

Bugün, bir türlü hazmedemediğim bir darb-ı meseli paylaşmak istiyorum: “Türkün ya kaçarken ya …ken aklı başına gelirmiş.” Yalnız Türklere mal edilse de bu söz, aslında her insan için doğruluk payı taşıyor. Bunu biraz daha kibarlaştıralım: “Ya belada ya helada” daha doğru düşünebiliyoruz. Einstein bile en ilginç fikirlerin, tıraş olurken aklına geldiğini söyler.

Başın belada olması veya kaçar halde olmak, duyguların veya düşüncelerin yoğunlaştığı durumlardır. Kişi, tek bir noktaya odaklanır, onun dışında bir durumla ilgilenmez. Dümen kilitlenmiştir. Bir sıkıntıyı aşmak, bir sorunu çözmek, bir tehlikeyi bertaraf etmek veya ondan kurtulmak artık onun tek hedefidir. Zor, oyunu bozar, denmiş; bu doğrudur. Büyük keşiflerin, icatların zor zamanlarda yapıldığı bir gerçektir. Zor, bir bakıma, yeniliğin, başarının dinamosudur.

Gevşeme halinde de zihin yeni fikirlerin harmanı olabilir. Günlük koşuşturmalar içinde kendimize yeterince zaman ayıramadığımız için düşünmeye, zihin jimnastiğine pek vakit bulamayız.Zihni meşguliyetler, bedeni koşuşturmalar bizi bizden alır; kendisine kul köle eder. Artık biz, o olayların birer figüranıyızdır. Bunlardan kurtulduğumuz mekânlar ve zamanlar, kendimize geldiğimiz hatta bedenimizle ruhumuzu buluşturduğumuz hallerdir. Her insan gibi, Türk’ün de burada aklı başına gelecektir. Bu arada, Darb-ı meselde aklın başa geldiği yer olarak ifade edilen helanın, akıllı telefonlar yüzünden artık bu işlevi de yerine getirmediğini belirtmek zorundayım.

Her ne kadar öz eleştiri taşısa da, her millet için doğru olan bu söz, özelde Türkler için daha doğru görünüyor. “Türk’ün sonradan aklı başına gelir.” atasözünü de hatırlarız. Oluru olmaz haline getirmek, kolayı zorlaştırmak; karakterimiz haline gelmiş. “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez.” sözünü hayatımızın paradigması yapmışız. Öğrenciliğimizde, her gün bir parça çalışmak yerine, sınava bir gün kala hazırlanma hatasını hepimiz yapmışızdır.

Bu atasözünün vurguladığı hakikatte övünülecek taraf yoktur; söz,öz eleştiri olarak da kalmamalı. Bu hakikatin vurguladığı acı sonun yaşanmaması için gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu tedbirler hayatımızı zorlaştıran değil, bilakis kolaylaştıran programlar, tercihler olmalı. İnsani anlamda birbirimize güven, kardeşlik, vefa, dostluk …gibi. Aynı vatanı kutsamak, aynı dili konuşmak, aynı tarihe ve ülküye sahip olmak; şüphesiz, başımız belaya girmeden önce hayatımızı kolaylaştıran zenginliklerimizdir, kazançlarımızdır. Sürekli gündemde tutmamız gereken bu zenginliklerimiz nedense ya başımız belaya girdiğinde ya da kaçarken aklımıza geliyor. Gereksiz bir hamasetle, kendimize hayran oluyoruz. Pahalı kazanılan hayranlıklar ve kahramanlıklar, zamanımızı israf etmekten, olmamız gereken yerin gerisine düşmekten bizi kurtaramıyor.

İnsan olarak dünyada, vatandaş olarak bu ülkede yaşamak zor. Ülkemizin coğrafi güzelliği, konjonktürel önemi zorluğu artırıyor, gafleti bize haram kılıyor. “Su uyur, düşman uyumaz.” düsturu ile yaşamak zorundayız. “Gafil”den geçtik, düşmansız yaşayamayacağımızı kabul etmek durumundayız. İç ve dış düşmanlarımızı millet olarak tanımak için 15 Temmuz İşgal Girişimi’ne ve Zeytin Dalı Harekatı’na gerek yok. Kimliğimizin, varlık nedenimizin farkında olmak yeterli.

Kibirlenme, büyüklük taslama hakkı her kula yasak, millet olarak yerinmenin de gereği yok. Uyanık, dinamik olmak yeterli. Her sıkıntı yaşanmak, her sorun çözülmek, her yokuş çıkılmak, her dağ aşılmak için vardır. Aklımızı başımıza devşirelim. Korkum, aklı başına, helada ya da belada gelmeyenlerin “sala” da gelmesidir. Ondan sonrası, “Son durak, kara toprak”.