Türkiye’nin Büyük Çatısı (7 s)

111

Türkiye’nin Büyük Çatısı ve ortak aidiyet” konunun kapanış konuşmasını Prof Dr. Vamık Volkan yaptı. Burada ifade etmediğim bir çok konuşmalarda oldu. Önemli gördüklerimi derleyip 7 adet yazıma koydum 6. Yazım kendi görüşlerimi ifade ediyor. Kasım 2009 tarihinde Bu toplantının ikincisini yapılacağı haberi geldi ve katılım için davet aldım. Kasım ayındaki toplantının “açılımdan” sonra olması “Türkiye’nin Büyük Çatısı ve ortak aidiyet” kavramı için teorilerin ve pratiklerin nasıl olacağı konusunda yine farklı disiplinlerden gelmiş kişilerin değerlendirmelerinin çok önemli olacağı ve Türkiye’nin demokrasi kültürüne ciddi katkılar yapacağı kanaatini taşıyorum.

Prof. Dr. Vamık Volkan’ın kapanış konuşmasından bahsederek bu konuyu bitirmiş olacağım..

“Otuz sene önce bu Kürt sorunu diye bir şey ortaya çıktığı zaman bana telefon edildi ben de beraber kitap yazdığım tarihçi Norman Itzkowitz ve bir diplomat arkadaşımla Türkiye’ye geldim bu meseleyle ilgili çalışmak için. Bizim düşündüğümüz şey bazı Türk ve Kürt aydınlarıyla bir araya gelerek barış için bir şey yapılabilir mi diye konuşmaktı. Bizi sabahleyin otelden alıp Ankara’da büyük bir salona götürdüler. Orada yaklaşık 300 kişi vardı, bizi onların karşısına oturttular. Beş dakika sonra biri kalkıp dedi ki, siz Türkiye’yi parçalamaya geldiniz, buradan defolun filan denildi.

Demek istediğim bu meseleler kolay kolay konuşulmazdı Türkiye’de, şimdi ise epey mesafe alınmış. Ama tabi ümidimizin olması gerçekleri görmemize engel olmamalı; çünkü problemlerimiz de var. Ve bugün bunlar açıkça konuşuldu. Tabi bu konuşmalar sırasında birçok inkarlarımız da vardı. mesela kaç kişinin öldüğü hiç söylenmedi. Bazı şeyleri insani olmadığı için söylemek istemiyoruz. Ben birtakım hususları burada öğreniyorum.

Benim uzun yıllarım hep farklı yerlerde çalışmakla geçtiği için birçok yere seyahat ettim. Mesela Arnavutluk’a gittiğim zaman ‘neden bu Arnavutlar, Boşnaklar Osmanlı’nın mirasçısı olmasın‘ diye sordum kendi kendime. Adamlardan bir sürü sadrazam vezir filan çıkmış. Ama Türk diye bir şey gelişmiş ve Osmanlı’nın mirasçısı biz olmuşuz. Demek ki bu meselede de farklı bir şeyler var, ona farklı açılardan bakmak lazım.

Ben izninizle tekrar zeytinyağı metaforuna gideyim. Bu tür toplantılar inşallah devam eder, çünkü bakın burada serbestçe konuşuyoruz. Bu toplantılardan sonra Türkiye’de süreçler gelişecek, ama bu süreçlerin nasıl gelişeceğini henüz bilmiyoruz. Benim tecrübelerim daha çok dışarıya ilişkin tabi, o yüzden Türkiye ile ilgili konuşmak için daha çok çalışmak lazım. ‘Düşman grupları‘ bir araya getirdiğiniz zaman onlarla bir değil belki dört beş yıl çalışmanız ve onları konuşturmanız lazım. Benim buradaki vurgum m bir araya getirdiğiniz zaman bazı psikolojik süreçler gelişiyor; ben size bu psikolojik süreçleri saymak istiyorum.

Nitekim Türkiye’de de benzer psikolojik süreçlerin gelişmesi çok mümkün. Türkiye gerçekten çok değişti ve gelişti; ben de inanıyorum ki Türkiye artık parçalanmaz. Bunun imkanı yok, dünya bırakmaz. Zira bu sadece Türkiye’nin problemi değil, her yerde olan bir şey. Yani ulus sistemi devam edecek ama artık ulus sistemi de çok değişti. Özellikle küreselleşme yoluyla birçok yeniden tanımlanmaya başladı. Şimdi beraber yaşama süreci bağlamında yapılacak şeyler var. Şu günlerde yaşanan bir süreç var; işte Kürtçe televizyon açılıyor vs. bütün bunlara alışacağız elbette. Emin olun bütün bunlar tüm dünyada yaşanan süreçler. Ben kısa bir süre önce İspanya’da idim, aynı şeyler konuşuldu. Beraber yaşamak tabi ki iyi bir şey ama bazen ansızın bu işler ters de dönebiliyor fenalıklar ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle bizim bu ‘aramızda konuşma sürecini‘ başlatmamız gerekiyor.

Bu konuşma süreçleri başladığında fena şeyleri insanların inkar ettiğini görürsünüz. Kimse konuşmuyor ama herkes kaç kişinin öldüğünü biliyor. Bir araya gelen travma yaşamış insanlarda önce küçük çatışmalar ortaya çıkıyor. Mesela Araplar’la İsrailliler müzakere ederken Araplar’dan biri der ki, Yaser Arafat’ın öldürülen bir arkadaşı için herkes ayağa kalksın bir dakikalık saygı duruşunda bulunacağız. Tabi İsrailli kalkmıyor. Herkes bu şekilde karşıdakini test ediyor. Biz de dedik ki, herkes ayağa kalksın ama kimi isterse onu düşünsün. Bu şekilde bir orta yol bulduk.

Ülkenin bir yerinde olan bir olay, başka bir yerinde yaşayan aynı gruba mensup insanları da etkiliyor, aynı şeyleri hissediyorlar. Bunlar doğal felaketlerden farklıdır. Gruplar içindeki hissiyat bu şekilde paylaşılıyor. Bir şey yapacaksak bunu da hesaba katmamız lazım. Ve her ne olursa olsun bu sürecin devam etmesi gerekir.

Bu süreçlerde ‘akordiyon fenomeni‘ ortaya çıkar. Bunu biraz burada da gördüm. Buradaki herkes barışçı; ama bu doğru değil. Hepimiz barışçı değiliz, olamayız. Hepimiz ilim adamıyız, burada oturmuş iyi şeylerden ve barıştan söz ediyoruz. Ama gerçek hayatta bir şeyler oldu mu kötü taraflarımız ortaya çıkar. Bunları da göze almazsanız gerçekçi bir şey ortaya koyamazsınız. İnsanlar birbirlerini psikoloji nedeniyle ve yoluyla öldürmüyor; gerçek sebeplerden dolayı öldürüyorlar. Ama eğer siz zeytinyağını temizlerseniz o zaman gerçekçi bir biçimde konuşma imkanınız olur. Peki akordiyon fenomeni ne demektir? İnsanlar anlaşmak için bir araya geldiğinde aynen akordiyonun açıldığı zamandaki gibi geniş bir şekilde konuşup sanki anlaşacaklarmış hissi veriyor. Sakın aldanmayın, o anda karar verilmez. Çünkü bir gün sonra akordiyon kapandığında fikirler sıkışır ve anlaşmazlık çıkar. Bütün mesele, eğer bir sürece girecekseniz o akordiyonu çalmasını bilmektir. En gerçekçi konuşmalar akordiyonun normal olarak çalınmasıyla mümkündür. Büyük gruplar arasında değişmeyen iki prensip var: Birincisi ‘ben sizin gibi olamam‘ prensibidir; insanlar sıkışma zamanlarında kendileri gibi olmayanları ayırır, biz farklıyız der. Bu bilhassa reel politikada çokça gözlemlenir. İkincisi de ‘benimle sizin aranızda bir hudut vardır’ düşüncesidir. Belki siz karşıdakini (aynen delikli peynirdeki gibi) görebiliyorsunuzdur, ama aranızda bir hudut vardır.

Farklı gruplar arasındaki konuşmalarda birbirleri arasında empati olması gerekiyor ki birbirlerini anlayabilsinler. Yoksa hiç kimse karşıdakinin seçilmiş travmasını anlamaz. Bir de en tehlikeli olan şey, bir grubun öteki grubun sözcüsü olmasıdır. Mesela bir İsrailli diyor ki, Araplar şunu şunu düşünüyor. Bu ne demek: Kendi korkularını Araplar’a yansıtmış ve ondan sonra onun sözcüsü olmuş. Eğer buna müsaade ederseniz bu konuşmalar bir yere gitmez. Bu nedenle her grubun kendi isteklerini ve korkularını kendilerinin söylemesi gerekiyor, başkası değil. Bu psikolojik süreçlerin Türkiye’de gelişeceğini tahmin ediyorum. Bir diğer konu da küçük farklılıkların çok büyümesi ile ilgili. Eğer bir toplum üzerinde baskı varsa o toplum diğer insanlarla arasındaki küçük farkları büyütür, böylece kendi farkını ortaya koymuş olur. Ve bunlar bazen korkunç sonuçlara neden olur. Tüm bu süreçler geliştikten sonraki bütün mesele yas tutma meselesidir. Türkiye için bu yas tutma meselesi çok önemlidir. Çünkü biz yas tutamayan bir milletiz. Esas soru şu: Biz neden yas tutamadık? Önce neden yas tutmamız gerekirdi diye soralım.

Çünkü imparatorluğu kaybetmiştik, bu büyük bir meseleydi. Birçok insanımızı kaybettik, bu bir meseleydi, memleketlerimizi kaybetmiştik bu da bir meseleydi. Bu süreçlerden sonra karizmatik bir liderimiz oldu. Abartılmış narsisizm ortaya çıktı. Yavaş yavaş değil de aniden yukarıdan gelen bir değişim oldu. Cumhuriyet ile beraber kimilerine göre sembolik olan kimilerine göre de gerçek olan birçok değişim oldu. Bana göre gerçek bir değişim oldu. Bakın mesela ben Avrupa’ya gittiğim zaman yaptığım, geliştirdiğim her şeyi bir Türk olarak yaptığımı söylüyorum. Bunu biz yaptık. Ve gerçekten yaptık. Bu kimlikle ilgili bir şeydir çünkü. Yas tutma ne demek; kaybettiğiniz şeylere tekrar bakmak demek. İnsanlar birini kaybettiklerinde ağlayıp onun yasını tutar ömür boyunca. Toplumun gözleri olmadığına göre nasıl yas tutacak? Toplum da heykeller yapar, hak edilme ideolojisi geliştirir, mağdurluk kimliği geliştirir ve onun altında ‘ben senden daha iyiyim’ düşüncesini geliştirir. Her toplumun farklı yas tutmaları olur; bizim yas tutmamız insan yapısına daha uygun. Peki biz ne yapıyoruz; eskiye bakıyoruz. Eskiye baktığımız zaman Osmanlı’dan geçiş yaparken arındık ve sevdiklerimizi alıp ötekileri attık. Mesela Fatih Sultan Mehmet’i aldık, ama başka bir padişahı attık. Eskiye bakarken bazı gelenekleri alıyoruz, bunlar da arındırılmış olanlar. Bugün Türkiye’de ikinci bir arındırma oluyor. Bu ikinci arındırma birinci arındırmayı değiştiriyor. Bunu anlarsak aramızdaki anlaşmazlıkları daha iyi anlarız. Psikoloji bunu anlamak için yardım edebilir. Bu hem etnik hem de dini durumlar için olabilir. Bazılarımız geçmişi yüceltiyoruz; bu da bir inkardır aslında. Geçmişte çok güzel şeyler olabilir, ama geçmiş geçmiştir.

Geçmişin bazı bölümlerini devamlılık için alırsak bu iyi bir şeydir. O zaman kendime olan güvenim ve saygım artar. Benim bir geçmişim var. Biz yas tutma işini şimdi yapıyoruz. Bir sürecin nasıl başlayacağını ben size söyleyemem. Eskiden bir takımım vardı ama şimdi öyle değil. Bu büyük meseleleri konuşmak için birçok farklı ülkeden insanları bir araya getirip konuşturmak lazım, o zaman bazı sorunları çözebilirsiniz. Şimdi Obama işbaşına geldi, belki bizim de çalışmalarımızı yukarıya iletme imkanımız olabilir. Türkiye’ye özel şeyler var elbette, ama dünyadaki gelişmelerin etkisini de unutmayalım.

Şimdi dünya değişecek, çünkü bir mucize oldu dünyada. Bu mucize Amerika’da Obama’nın seçilmesidir. Düşünün ki ben uzun yıllar önce Amerika’ya gittiğimde orada aylığım 75 dolardı ve ayrıca ırkçılık vardı. Şimdi Amerika’nın demokratik ve gelişmiş olduğunu filan söylüyoruz ama eskiden böyle değildi. Ama o ülkenin damarlarında bu var; bizi de köle gibi çalıştırdılar. Ben daha fazla para kazanmak istediğimi söyleyince beni iki yıl boyunca sadece zencilerin alındığı bir hastanede çalıştırdılar. Bu yüzden biliyorum ki Amerika’da ırkçılık gerçekten vardı. Bu sebeple diyorum ki Obama’nın seçilmesi bir mucizedir. Türkiye’nin de buna hazırlanması gerekir.

Eğer Amerika’da yolsuzluk ortadan kalkarsa, her şeyi ben bilirim ve idare ederim lafları ortadan kalkarsa, yeni modamız o olacak. Ve o zaman daha gerçekçi bir zemin olacak, buna hazırlanmamız gerekir. Buna hazırlanmamız için kutuplaşmalarımıza daha iyi bakmamız gerekir.”

Vamık hocadan zeytinyağı meteforunu, akordiyon ve delikli peynir fenomenlerinin neyi içerdiğini öğrenme fırsatı yakalamış olduk.  Vamık hoca toplantıdan çok ümitli ayrıldı. Bende Vamık hocanın sözü ile bitiriyorum “eğer bir sürece girecekseniz o akordiyonu çalmasını bilmektir.”