“Türkiyelilik”

62

“Türkiyelilik” vurgusu yapanlar, belirgin bir varlık göstermeye başladılar. Bu ipe sarılmak isteyenler, seslerini gittikçe yükseltir oldular. Aslında yağmurdan kaçarken doluya tutuldular.

Türk Milleti’ni oluşturdukları, kendileri de bu milletin yapı taşlarını teşkil ettikleri halde – ne hikmetse –  Türk Milleti’nin mensubu olduklarından rahatsız oluyorlar.

Bu ismin çatısı altında olmaktan dolayı, kendilerini yersiz ve lüzumsuz, bir o kadar da bilinçsiz olarak bu milletten soyutluyor, dışlıyorlar. Kendilerini ayrı gayrıbir oluş içinde görüyor ve gösteriyorlar.

Hiç yoktan kendilerini büyük bir bağdan yoksun bırakıyor. Kendi kendilerini hariç tutuyorlar. Bu tavırlarıyla boşlukta kimsesiz yapa yalnız kalacaklarını hesaba katmıyorlar. Güvendikleri dağlara bir gün kar yağacağını hiç mi hiç düşünmüyorlar!

Huzur ve emniyet içinde sürdürdükleri varlıklarını, hiçlik okyanusunun öldürücü dalgalarına terkettiklerini  -nedense-  akıl edemiyorlar. Böylelikle mazlum ve masum, büyük kitlelerin başını ağrıtmaktan başka ellerine bir şey geçmeyeceğini hatırlarına bile getirmiyorlar.

Tabii, olan ve olacak olan büyük yığınlara oluyor. Onların yok yere üzülmelerine , tereddüt etmelerine ve şaşkınlık geçirmelerine yol açıyor.

X

Evet ne demiştik: “Türkiyelilik” bilincini yakalamaktan dem vuranlar yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş oluyorlar. Çünkü bu  -kendilerine göre-  cankurtaran hükmünde olan “Türkiyelilik” simidine yapışanlar; telaffuz etmekten kaçındıkları, hicap ve utanç duydukları “Türk” kelimesinden kurtulduklarını sanıyorlar.

Peki “Türkiye” ne demek? “Türk’e ait / Türk’ün” , “Türklerin yaşadığı vatan”  ve  “Türklerin bulunduğu yer” demek değil mi?

Bu durumda Türkiye’de doğan, Türkiye’de bulunan ve Türkiye’de yaşayan herkes “Türk”ü, “Türk Milleti”ni oluşturmuş olmuyor mu? Elbette bu “Türk” şemsiyesi altında yer alan herkes doğuştan Türk demek değildir. Ama Türkleşmiş unsurlardır.

Menşe’ / asıl ve kökleri tabii ki başka başka olacak olan Türklerdir. Çünkü bu vatan, Türklerin önderliğinde, rehberliğinde vatan olmuş topraklardır. Nitekim demiyor muyuz?

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”

Kısaca Türkiye, Türklerin kılıç hakkıdır.

X

Bu toprakları vatan kılanların akıncısı, öncüsü olarak hep Türkleri karşılarında gördükleri içindir ki,  Anadolu’ya bizzat Batılılar “Türkiye / Türk’e ait ülke” demişlerdir. Hem de asırlarca önce.

Tabii ki bu toprakların vatan oluşunda, Dar-ı İslam / İslâm Toprağı kılınışında; Türklerin saflarında yer alan, Türkten başka müslüman milletlerin de dahli / rolü vardır. Zaten onlar da Türk Milleti’nin aslî unsuru sayılmıştır, ki bu gerçek bugün de geçerlidir.

Nitekim Türk Milleti’ni teşkil eden / oluşturan bütün unsurlar birinci sınıf vatandaştır. Üstelik Türk Devletleri’nde, bir yerlere gelmek için kişide sadece liyakat aranır. Bu anlayış bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de tatbik edip uyguladığı bir usûl ve metoddur.

2462

Demek ki “Türkiye”, Türk’e ait yurt anlamındadır. “Türkiyelilik” dâvâsı gütmek ise, Türk’e mahsus ülke olan Türkiye’de yaşayan Türk Milleti’nin aslen / doğuştan veya oluştan ötürü Türk olan bir ferdiyim mânâsına gelir. Yoksa sanıldığı gibi  “Benne aslen / doğuştan, ne de dolayısiyle ‘Türk’ değilim!” demek değildir.

Aslında “Türkiyelilik”; Türk’ten kaçayım derken Türk’ün yanına düşmekten başka bir şey değildir. Türkiyelilik’ten Türk olmayış anlamını çıkararak, ayrılık gayrılık güdenlerin, böyle ters bir mânâ vererek bu kavrama yapışmak istemeleri; yersiz bir kelime zorlamasından başka bir şey değildir.

X

Bütün bunlara ne hacet? Bir ve bütünüz be dostlar!
Doğusundan Batısına, Kuzeyinden Güneyine bu millet; diliyle kaynaşmış, diniyle bütünleşmiş, aynı vatanda oluşuyla özdeşleşmiştir.

Görüldüğü üzere Milletin / Türk Milletinin bölünmez, parçalanmaz birer üyesiyiz be canlar!

Kimilerinin kendilerini bu milletten ayrı göstermek için sarıldıkları, tutundukları kelimeler bile, hattızâtında / aslında, başka değil ancak; bir ve bütün olduğumuzu kanıtlıyor.

X

Öyleyse ne menem şey, bu ülke halkı için demek mozayik!
Sakın  düşme ayrı  milletten; yürü, olsun başın dâima dik.

 

Önceki İçerikToplumumuzun Kaybolmuş Figürleri (II) Kabadayılar
Sonraki İçerik28 Şubat’ı Yargılamak ve Yabancılara Toprak Satışı
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.