Türkiye, sadece iç siyasi hesaplarla değil, uluslararası denklemlerle şekillenen yeni bir dönemin eşiğinde.
Irak ve Suriye’de devletlerin bölünüp, içinden birer Kürt devleti çıkarılması, Bölgedeki İran gücünün geriletilmesi, İsrail’in Lübnan ve Suriye’de kazanımlar elde etmesi ve İran’la savaşı… Bunlar uzun vadeli bir planın uygulanmasından ibaret.
ABD/ İsrail’in bu uzun vadeli planlarının Türkiye bölümünü de bilmek ve gerekli önlemleri almak bizim için bir beka sorunu.
Bunun için ABD’nin kısa ve uzun vadede nasıl bir Türkiye istediğini anlamamız gerekiyor.
Temel dış politika ilkeleri ve bölgedeki değişmeyen stratejisi göz önüne alındığında, ABD’nin TÜRKİYE BEKLENTİLERİ şöyle sıralanabilir:
a. Kısa Vadede (5-10 Yıl): Türkiye’nin SDG/PYD yapısını kabullenmesi, Suriye’nin kuzeyinde kurulacak otonom Kürt yapıya müdahale etmemesi.
İçeride “etnik kimlik temelli siyasetin” meşrulaştırılması.
CHP dahil muhalefet partilerinin de bu sürece direnmeden dahil olması.
b. Orta Vadede (10-20 Yıl): Türkiye’de yerel yönetimlerin yetkilerinin artırıldığı, federasyon benzeri bir sistemin tartışıldığı bir yapı.
Yeni bir anayasa ile Türklük tanımının anayasadan çıkarılması, kimliksizleştirilmiş ama çok kültürlü bir vatandaşlık modeline geçilmesi.
Doğu ve Güneydoğu’da “özerk bölge” benzeri uygulamaların kabul edilmesi (yerel dil, eğitim, güvenlik gibi alanlarda yetki devri).
c. Uzun Vadede (20-50 Yıl): ÖnceTürkiye’nin, üniter milli devlet vasfını kaybettiği, bölgesel ve etnik temelli yönetişim yapılarına ayrıldığı bir form. Akabinde Türkiye’den koparılmış “Kürt federe devletinin” Irak, Suriye, İran parçalarıyla birleştirildiği Büyük Kürdistan’ı kurmak.
Bu vadeler birer tahmindir. Bazı hedefler öne, bazıları bir sonraki aşamaya alınabilir.
ÖZETLERSEK, ABD;
İsrail ile çatışmayan, ABD güdümündeki Kürt bölgesel yapısını tanıyan;
Rusya ve İran ile “denge politikası” yürüten değil, tamamen NATO-ABD çizgisine sabitlenmiş, Batı çıkarlarına entegre olmuş bir Türkiye istiyor.
Türkiye’yi, enerji yolları, askeri üsler ve ekonomi açısından ABD ve AB’ye açık, Çin-Rusya etkisinden uzak bir eksende tutmaya çalışıyor.
**********************************
ABD BÜYÜKELÇİSİNİN HADDİ AŞAN SÖZLERİ
ABD Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, yaptığı açıklamada “Osmanlı İmparatorluğu’ndaki millet sistemi farklı grupların merkezi sistemdeki varlıklarını yüzlerce yıl sürdürmelerine imkân verdi. Osmanlı’nın millet sistemi Türkiye için en uygun modeldir” dedi.
Büyükelçi açıklamasında Türkiye’nin anayasa ile teminat altına alınmış üniter milli yapısının yıkılmasını teklif ediyor. Bu ifadeler diplomatik teamüllere ters, Trump’ın üslubu gibi hadsiz, patavatsız sözler.
Aslında adam ABD’nin niyetini ve planını açıklamış. CIA’in Eski Türkiye Masası Şefi Paul Henze’nin 1990’larda söylediklerini tekrarlamış: “Türkiye daha çoğulcu, etnik ve kültürel çeşitliliği kucaklayan bir yapıya yönelmelidir.”
ABD bize üniter yapının gevşetilmesi, yerel/bölgesel özerkliklerin öne çıkarılması ve etnik kimliklerin siyasi statü kazandığı bir yönetim modeli tavsiye ediyor.
Osmanlı, bu yapıda olduğu için, Tanzimat’tan itibaren Batı baskısıyla yerel özerklikler tanımaya zorlandı. Ermeni Patrikhanesi’nin siyasi statü kazanması, Balkanlardaki özerklik süreçleri, imparatorluğun dağılmasına zemin hazırladı.
Bugün ABD’nin “Osmanlı millet sistemi” dediği yapı, aslında merkezî otoritenin zayıfladığı, etnik-dini yapıların siyasi kimlik kazandığı bir modeldir.
**********************************
İSRAİL’İN VE ENERJİ HATLARININ GÜVENLİĞİ İÇİN
ABD’nin 2000’li yıllarda ilan ettiği BOP, Genişletilmiş Ortadoğu’yu “etnik, mezhepsel ve mikro yönetim birimlerine” ayırmayı öngören bir projeydi.
Irak’ta önce Kürt özerk bölgesi, sonra Suriye’de PYD/SDG üzerinden fiilî bir Kürt koridoru yaratıldı.
BOP’un en temel hedeflerinden biri, İsrail’in çevresindeki tehditleri parçalayarak etkisiz hale getirmek ve enerji hatlarını güvenli kılmaktır.
Türkiye, bu süreçte hem coğrafi konumu hem de Kürt nüfusu nedeniyle “anahtar ülke”dir. ABD’nin beklentisi, Türkiye’nin de tıpkı Irak ve Suriye gibi federal/yarı özerk bir modele geçmesidir.
ABD’nin Türkiye’ye biçtiği rol, “bağımsız bir bölgesel güç” değil, Batı çıkarlarına entegre olmuş, kimliksizleştirilmiş ve parçalanmaya hazır bir ülke olmasıdır. “Osmanlı modeli” benzetmesi bu niyetin tarihsel makyajıdır.
Suriye’de ABD himayesinde şekillendirilen, PKK’nın Suriye koluolan, PYD/SDG yapılanmasının devletleşme hedefi ile Türkiye içindeki “Terörsüz Türkiye” sürecinin eşzamanlı yürümesi tesadüf değil.
Bu süreç, Türkiye’nin yıllardır savunduğu milli üniter yapının gevşetilmesi ve ABD’nin Suriye politikasıyla uyumlu yeni bir iç düzenlemeye geçişin bir adımıdır.
**********************************
CHP’NİN BASKILANMASI
İktidarın (AKP+MHP) DEM Parti ile bir diyalog içinde olduğu açık. Bu ilişkinin, anayasa değişikliği, yönetim modeli tartışmaları ve yerel yönetimlere daha fazla yetki verilmesi gibi konularda ilerleyebileceği öngörülüyor.
Ancak teröristbaşının hapisten çıkarılması, siyasi bir figür haline getirilmesi, PKK’lıların affı gibi konuları halka kabul ettirmek zor.
Bu yüzden iktidarın bu tür bir dönüşümü gerçekleştirebilmesi için CHP ve büyük muhalefet partilerinin de en azından direnişsiz bir tavır takınması gerekir.
İktidar belki de CHP, diğer muhalif kitlelerin ve hatta kendi tabanlarının çoğunluğunun desteğini almayı mümkün görmüyor. Bu sebeple CHP’nin kurumsal kimliğini baskı altında tutarak, CHP’yi yönetenleri sürece zımnen onay verecek hale getirmeyi amaçlıyor olabilir.
Son dönemde CHP’ye yönelik yargı baskısının artması bu çerçevede anlam kazanıyor.
Muhalefeti yargı yoluyla sindirme stratejisi bir “kontrollü muhalefet” yaratma girişimi olabilir.
Böylece kamuoyunun sert tepkisine neden olabilecek anayasa değişikliği, eyalet benzeri yönetim modeli tartışmaları veya bölgesel özerklik gibi konular gündeme geldiğinde güçlü bir karşı ses çıkması engellenmiş olur.
İktidar, muhalefeti baskılayarak, pazarlık masasına çekecek kadar kırılgan hale getirerek bu dönüşüm sürecini nispeten az dirençle geçirmeyi hedefliyor olabilir.
Ancak bu ülkede hâlâ vatansever kamuoyunun iradesi, milli refleksleri ve tarihi hafızası diri duruyor.
Türkiye’nin geleceğini, saraylarda ve büyükelçiliklerde yapılan planlar değil, halkın gerçekleri görüp, sezme ve anlama yeteneği (basiret ve feraseti) belirleyecektir.