Türkiye Türklerin (Değil mi)dir

91

“Delinin biri kuyuya taş atar. Kırk akıllı çıkaramaz!” Dendiğini hepimiz biliriz. Bazı sözler       -aynen-  kör kuyuya taş atmak gibidir. İşin yoksa uğraş dur.

Yine derler: “Söylemediğine sen, söylediğine söz hakim olur.” Özellikle yetkili / resmi kişiler, resmi hüviyeti olanlar, milletin başını çekenler; sözlerini sarfetmeden önce  çok  düşünmelidirler. Yoksa hem kendi başları ağrır, hem de milletin istikrar ve düzeni yara alır.

İşte o zaman “Ayıkla pirincin taşını!”  deyişinde olduğu gibi, o kimseler güç durumda kalır. Söylediklerine belki bin pişman olur. Ama artık nafile, söz ağızdan çıkmış. Ok yaydan fırlamıştır. Sonuca katlanmak mukadder ve muhakkaktır.

Hem sözü söyleyen, hem kendisine söylenen halk rahnedar olmuş / yaralanmış / surda gedik açılmış. Millet istemediği bir dalgalanışın içinde bulmuş olur kendini.

X

“Türkiye Türklerindir.” sözü kimilerinin zoruna gidiyor! Başlıyorlar ver yansın etmeye, ağıza alınmayacak sözler sarfetmeye! Böyle demenin Türkiye’yi böleceği şeklinde laflar söylemeye!  Sonra da  “Türkiyelilik!”  bilincinden dem vuruyorlar! Birlik ve beraberliğin bu kavramı kabulden geçtiğine inanıyorlar! Ancak bu anlayış çerçevesinde dirlik içinde olacağımız dile getiriliyor!

Bu telaşlanmanın sebebi, hala millet mefhumunun ne olup ne olmadığı hususunda birleşemediğimiz yüzünden. Sanki  “Türkiye Türklerindir.”  demekle Türk asıllı olmayanlar dışlanmış oluyor! Oysa  “Türk”  adı, Türkiye’de yaşayan menşei / aslı / nesli / kökeni ne olursa olsun hepsini içine alan / hepsini temsil eden / herkesin müşterek millet ismi / ortak millet adıdır.

Türkiye’de yaşayan  -istisnalar dışında-  herkes müslümandır. Zaten müslüman oldukları için Türkiye’de, Türk kardeşlerinin yanındadırlar. Ve asırlarca süren beraberlik sebebiyle Türkleşmişlerdir. Yani kendi öz kimliklerini muhafaza ederken, aynı dinin mensup ve bağlıları olarak Türklerle aynileşmişler. Türkçeyi ortaklaşa kullanır olmuşlar. Onlarla beraber onlar gibi yaşayıp gelmişlerdir bugünlere.

Yarınlara yine Türk kardeşleriyle, aynı safta yer alarak yürüyecekler. Kendi benlikleri yanısıra TÜRKLEŞMİŞ yani İSLAMLAŞMIŞ olarak, geleceğe doğru, el ele Türk kardeşleriyle yol alacaklar. Çünkü tarihen sabit olduğu, özellikle yabancıların belirttiği gibi,  “TÜRK”  demek zaten  “MÜSLÜMAN”  demektir.

Avrupa asırlarca, ta Haçlı seferlerinden beri Anadolu’nun ve onun şahsında İslam ülkelerinin savunulması sırasında karşılarında, başta hep Türkleri görmüşler. Bunun için  “TÜRK”  ve  “İSLAM”  kelimelerini birbirinin yerine kullanır olmuşlar. Türk denince İslam’ı kastetmişler, Türk denince Müslüman’ı ifade eder olmuşlardır.

Türklerin İslamı müdafaaları ve bu hususta başı çekmeleri öyle iz bırakmıştır ki Avrupalılar üzerinde; Türklerin başbuğ ve liderliği / emri altında bulunan ve Türklerin safında / yanında onlarla beraber yaşayan hangi kavim ve milletten olursa olsun hepsini Türk görür, Türk bilir, Türk kabul ederler.

Bundan dolayıdır ki, bugün bile, herhangi bir millete mensup olduğu halde Müslüman olan birine  “Türk oldu.”  demektedirler. Çünkü onlara göre  “Türk”  eşit  “Müslüman”  demektir.

Bu vasfı Türkler liderlik vasıflarının bir sonucu olarak kazanmışlar. Daha doğrusu bu niteliklerinden dolayı, üstelik düşmanları tarafından bütün müslümanları temsil etme şerefiyle taltif edilmişlerdir. Yani Türkler bu imtiyaz ve temsil payesini bizzat kendileri kendilerine vermiş değil. Aksine yabancılar bunu kendilerine layık görmüşlerdir.    
2458 – 2459

 

 

Önceki İçerikAllah İhsanı Emrediyor
Sonraki İçerikKim Yalan Söylüyor?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.