teknik direktör Ersun Yanal’ı basın üzerinden aşağıdaki çok sert cümlelerle suçlayarak, Fenerbahçe Spor Kulübünün 16 yıllık Başkanı Aziz Yıldırım, geçen sene takımını şampiyon yapan, yollarını ayırdı.
“Takım çalıştırmayı bilmiyor.. Bir bilgisayardır tutturmuş gidiyor. Bilgisayarla şampiyonluk falan olmaz. Biz yönetim olarak zamanında paraları ödemesek, primleri vermesek, sen istediğin kadar çalış olmaz.. Burada başarıyı o değil oyuncular elde etti. Yani kendi kerameti değil takımın kerameti.. Bizi Ersun Yanal değil Galatasaray’ın kötü gidişi şampiyon yaptı..”
Fenerbahçe Başkanı birlikte çalışmak istemiyorsa elbette teknik direktörünün işine son verebilir. Ama şampiyonluğun bütün sebebinin kendisi olduğunu anlatmak gayretiyle “takım çalıştırmayı bilmiyor, Bilgisayarla şampiyonluk olmaz” gibi cümlelerle suçlaması bir yönetim tarzı olarak ilginçtir.
İlginçtir fakat bu yönetim tarzı Türkiye’de çok da yaygındır.
Yanal yaptığı yazılı açıklamada bu yönetim tarzına dikkat çekiyor: “Sayın Başkanın çalışmalarda bilgisayar kullanmamla ilgili eleştirileri bakış açılarımızdaki derin farkı ortaya koymaktadır. Sayın Yıldırım tarafından günümüzde bilgisayar teknolojisini kullanmanın eleştiri konusu yapılması son derece düşündürücüdür. Bilgisayar teknolojisini kullanmam, Türkiye liginde en çok koşan, teknik istatistiklerde en yüksek takımın Fenerbahçe olmasını ve önemli puan farkıyla şampiyonluğu getirmiştir… Geçtiğimiz sezonun başlarında futbolcuları fazla çalıştırmakla suçlanmışken, bugün Sayın Yıldırım tarafından aksinin iddia edilmesi üzüntü vericidir.”
Yanal’ın başka hataları olabilir. Fakat Başkanın O’nun en güçlü yönü olan bilgisayarla, teknik istatistiklerle çalışmasını eleştirmesi eski tarz yönetim anlayışının dışa vurumu olsa gerektir.
Başkan Yıldırım kulübün yönetimi konusunda çok bilgili ve tecrübelidir. Ancak Başkan Yıldırım bildiğim kadarıyla meslek olarak inşaat mühendisi olan bir işadamıdır. Teknik direktörlük konusunda bir bilgi ve tecrübeye sahip değildir.
Kulübü yöneten tek adam olmak, Yanal’ın mesleki birikimi hakkında böylesine tahkir edici suçlamalar yapma hakkını vermez.
Ayrıca yollarınızı ayırdığınız çalışma arkadaşınız hakkında kamuoyuna böyle çirkin ifadelerle beyanat vermek ahlaki de değildir.
Esasen bu hakaretler O’nun saygınlığını artırmaz. Sadece “güç bende” iddiasını vurgulama ihtiyacında olduğunu yansıtır.
*****
ERDOĞAN’IN UZMANLARA BAKIŞI DA AYNI:
Merkez Bankası bağımsız ve uzmanlardan oluşan çok önemli bir kurum. Bağımsız çünkü bütün dünyada siyasilerin kısa vadeli hedefleri için uzun vadede zarar veren politikalara sapma eğilimi vardır. Bu sebeple bütün gelişmiş ülkelerde Merkez Bankaları bağımsızdır.
Enflasyon- faiz- büyüme- döviz kurları- cari açık- sermaye giriş çıkışı gibi parametrelerin ülke ekonomisi için en optimal seviyelerde tutulması çapraz ve karmaşık ilişkilerin kontrol edilebilmesine bağlı.
Bu da üst seviyede uzmanların verileri ilmi usullerle değerlendirip, gerekli tedbirleri alabilmesiyle mümkün olabilmektedir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın bu uzman kuruluş hakkında son aylarda söylediği sözleri hatırlayınız: “Merkez Bankası’nın faiz politikalarını, bir Başbakan olarak kabul etmiyorum. Niye kabul etmiyorum? Faiz oranlarının bu denli yüksek olduğu bir ülkede, girişimci, yatırımcı kalkıp da rahat rahat yatırım yapamaz.”
“Ben bir defa faizin yükseltilmesine her zaman karşıyım.. Faizi yükseltirseniz, enflasyon da yükselir. Düşürürseniz, ikisi beraber düşer.” “Faizi yükseltirken 5 puan birden yükseltiyorsun, şimdi geliyorsun yarım puan indiriyorsun. Sen dalga mı geçiyorsun? Yarım puan indirmekle ne yapmak istiyorsun? Olmaz böyle bir şey. Merkez Bankası’nın bu noktada kendisine çeki düzen vermesi lazım.”
“Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek Merkez Bankası’nın politikalarını destekler mahiyette açıklamalar yaparken, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci ise Erdoğan’ın yanında yer almıştı.”
AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ise “Sırada Merkez Bankası, üst kurul ve yargı vesayetinin kaldırılması var” diyerek Erdoğan’ın yeni hedeflerini ortaya koymuştu.
Bu gelişmeler ışığında, Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, “Merkez Bankası gibi önemli kurumların bağımsızlığının zayıflamasını kilit ekonomik zorluk” olarak değerlendirmektedir.
***
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde rakibi olan Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu hakkında söylediği sözler de Aziz Yıldırım üslubunda idi.
Dünyaca tanınmış saygın bir bilim adamı ve Birleşmiş Milletlerden sonraki en büyük uluslararası kuruluş olan İslam İşbirliği Teşkilatı Başkanlığı yapmış bir değere söylediği sözlerden bazıları şunlar:
“Profesörmüş, Profesör olsan ne yazar”, “Senin hayatında ciddi olarak yaptığın ne var ya? 8 yıl İslam Konferansı Örgütünün başına seni gönderdik ne büyük yanlış yapmışız ya. Şimdi çıkmış monşer aklı ile bize üslup dersi vermeye kalkıyor.”
***
Erdoğan yine bağımsız olması gereken yargının en üst kurumlarından olan Anayasa Mahkemesini Twitter yasağını kaldırdığı için eleştirmişti: “Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu karar milli değildir, bu karara saygı duymuyorum” demişti.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç‘ın AYM Kuruluş Yıldönümünde yaptığı hukuk manifestosu niteliğindeki konuşmasına da çok kızmıştı: “Bir konuşma yaptı, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Başbakan Yardımcısı orada. Herkese ders verdi. Bugünkü konuşma benim üzülerek dinlediğim bir konuşmaydı. Bu konuşmanın altından da Sayın Başkan ömrü boyunca kurtulamayacak”.
***
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında, Erdoğan’ın başdanışmanı aracılığıyla “AKP’nin Erdoğan hariç kimseye diyet borcu yoktur” mesajı verilmesi de, bazı “Erdoğanistlerin” Abdullah Gül’ü “İngiliz Ajanlığıyla” itham etmesi de aynı zihniyetin eseridir.
***
Erdoğan’ın ve “Erdoğanistlerin” bu davranışları, tek adamcı, gerilim üreten ve etik olmayan bir yönetim ve siyaset yapma kültürünü yansıtıyor.
Oysaki ülkeyi yöneten tek adam olmak, devletin en önemli kurumlarını yönetenlerin birikimi hakkında böylesine tahkir edici suçlamalar yapma hakkını vermez.
Ayrıca yollarınızı ayırdığınız eski arkadaşlarınız hakkında kamuoyuna böyle çirkin ifadelerle beyanat vermek ahlaki de değildir.
Bu tarzın toplumda geniş bir taraftar bulmasının sebepleri ayrı bir konudur.
****************************************************************
CEHALET VE ÖZGÜVEN İLİŞKİSİ
Cornell Üniversitesinin iki psikoloğu Justin Kruger ve David Dunning, Türkçe’de “cahil cesareti” diye tanımlanan bir durumu anlatmaktadır.
Bu iki bilim adamının Nobel ödülü alan Dunning-Kruger etkisi denilen teorileri özetle şöyle:
1- “Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır.”
“İşinde çok iyi olduğuna yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!”
“Ancak bu ‘cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur.”
2- “Sonuçta ‘Kifayetsiz muhterisler’ her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler…”
3- “Yetkin olmayan (niteliksiz) insanlar vasıflı insanlardaki gerçek beceriyi fark edememektedirler.”