Orta Asya, Ural-Altay ve Tanrı Dağları, Türklerin ana yurdu. Türk boyları ilk defa burada birleşti. Oğuz Han, Türk birliğini kurarak ülke sınırlarını Hazar Denizinden Hint Okyanusuna, Himalayalar’dan Sibirya’ya kadar genişletti. Bişkek, Buhara, Almatı, Balasagun, Yesi, Taşkent, Semerkant, Aşkabat ve Merv Türk illeri oldu. Zamanla özellikle Talas Savaşından sonra bu şehirler Türk-İslam kültür ve medeniyetinin önemli merkezleri haline geldi. Türkler arasında İslamiyet yayıldıkça bu bölgelerde Camiler, medreseler, külliyeler inşa edildi. Bunun sonucunda Orta Asya ve Türkistan’da önemli şahsiyetler, alim ve mutasavvıflar yetişti. Hoca Ahmet Yesevi, bu ilim-irfan ocaklarında yetişen ilk Türk-İslâm mutasavvıfıdır. Ali Kuşçu, İmam-ı Maturidi, İmam-ı Buhari, Biruni, Şah-ı Nakşibendi, İbni Sina, Yusuf has Hacip, İmam-ı Gazali, Muhammed er-Razi, Yusuf Hemedani ve Abdulhaligü Güjdüvani gibi şahsiyetler bu bölgelerden çıktı ve şöhretleri buradan dünyaya yayıldı. Kafkaslar, Anadolu ve Balkanlar coğrafyasına Türk İslam medeniyetini taşıdılar. Orta Asya’daki Türk boylarından olan ve Güney Sibirya’da Yenisey Irmağı boyunda medeni bir hayat yaşayan Kırgızların yurdu, Türklerin ilk beşiği sayılır. Bundan dolayı destanlarda sık sık adı geçer. Meşhur Manas destanı Kırgızlar için önemli. Onların bu milli destanı, dünya edebiyatının da sayılı şaheserlerinden biri olarak kabul ediliyor. Estetik zarafetine doyum olmayan Isıkgöl Kırgızistan’ın en güzel tatil beldelerinden birisi. Oş’taki Hz. Süleyman tepesi, Orta Asya’daki bütün Müslümanlar tarafından kutsal kabul ediliyor. Talas ve Talas nehri önemli bir olaya şahit oldu. Burada yapılan savaştan sonra Türkler, İslam’la tanıştı ve onu kendilerine din olarak seçti. Türk tarihinin yazılı ilk kaynağı Orhun abideleri, Moğolistan’ın eski Uygur devletinin başkenti olan Karabalsagun’un 30 km kadar kuzeydoğusunda Orhun nehri çevresinde yer alıyor. Ortaasya’da bir başka ilim ve irfan yuvası Taşkent. Özbekistan’ın başkenti Taşkent’in medreselerinde İmam-ı Buhari gibi şahsiyetler yetişti. Ortaasya’nın en eski kentlerinden bir olan Semerkant bölgenin kültür medeniyet merkezlerinden biri. Tilla kari, Şirdari ve Uluğ Bey medreseleri burada. Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve kalem alimi Ali kuşçu Semerkant’ın yetiştirdiği önemli şahsiyetlerin başında geliyor. Ali Şir Nevai ve İmam-ı Maturidi de Semerkant medreselerinde yetişen büyük alimlerden. Buhara, gönülleri fetheheden sultanların yetiştiği Ortaasya’nın bir başka ilim, irfan ve feyiz kalesi. Kuran-ı Kerimden sonra İslam dünyasında en muteber kaynak eser olarak kabul edilen Sahih-i Buhari’nin yazarı İmam-ı Buhari burada dünyaya gelmiş ve ilk eğitimini buradaki medreselerde almış. Tasavvuf kültürünün İslam dünyasında yayılmasına öncülük eden Şah-ı Nakşibendi de Buhara’nın yetiştirdiği gönül erenlerinden.Türk İslam tarihinin yetiştirdiği Müslüman Türk alimi Harezmi ve Biruni, batı dünyasında Aristo’dan sonra ikinci büyük üstad olarak tanınan Farabi, Türklerin anayurdu bu bölgede karşımıza çıkıyor. Dahası İbn-i sina, Hoca Ahmet Yesevi, felsefeci yönü ve tabipliğiyle tanınmış Muhammed El-Razi, burada yetişmiş önemli şahsiyetlerin başında geliyor. Özetle ortaasya İslam kültür ve medeniyetinin dünyaya yayılmasında beşiklik etmiş kutsal bir coğrafyadır. Kültür ve medeniyetimizin cihan şümul olmasında ortaasya coğrafyasına vefa borcumuz vardır.
*CAN AZERBAYCAN’A YOLCULUK BAŞLIYOR
Türkistan coğrafyasını gezmeye Can Azerbaycan’dan başlıyoruz. Kuzeyinde Dağıstan Cumhuriyeti, kuzeybatıda Gürcistan, güneybatıda Ermenistan, güneyde İran ile çevrili bir ülke. Türkiye´yle 11 kilometrelik bir sınırı bulunuyor. Zengin bir tarım ve sanayi ülkesi. Doğusunda 825 kilometrelik boydan boya uzanan Hazar Denizi Ona eşsiz bir güzellik ve zenginlik bahşetmiş. Burası Can Azerbaycan. Bizden bir ülke. İsmini telaffuz ederken bile sıcaklığını hissettiğimiz bir ülke. Kan bağımız olan insanların yaşadığı topraklar. Aynı dili konuştuğumuz ve aynı dini paylaştığımız insanların ülkesi. 8 milyon nüfusunun %54’ü şehirlerde, kalanın köylerde yaşadığı Azerbaycan’ın Başkenti Bakü. 1991´de bağımsız olduktan sonra serbest piyasa ekonomisine geçerek dünyayla bütünleşti. Bu tarihten sonra Kiril alfabesini bırakarak Latin alfabesine geçen Azerbaycan Cumhuriyeti, bugün birçok ülke tarafından tanınmış ebedi bir Türk devleti. Burası Orta Asya´nın kapısı. Anadolu’nun Türki Cumhuriyetlere geçişin köprü başı adeta. Kafkas Dağlarının eteklerine kurulmuş Azerbaycan’ın şanlı bir tarihi geçmişi var. İslam medeniyetiyle tanışması Hz. Ömer zamanında fethedilmesiyle başlamış. Hz. Osman, ülkenin çeşitli şehirlerine asker yerleştirmiş ve İslamiyetin yayılması için yoğun bir gayret göstermiş. Bu dönemde Türk beyleri tarafından idare edilmiş. Bundan sonra Azerbaycan, Türk-İslam kültürünün muhteşem eserlerinin olduğu bir Türk yurdu haline gelmiş. Her ne kadar Hunlar, Göktürkler ve Hazarlar zamanında Türklerin kontrolünde kalmışsa da bütün Azerbaycan’ın tam bir Türk ülkesi haline gelmesi Sultan Alparslan döneminde gerçekleşmiş. Alparslan tarafından ebedi Türk yurdu haline getirilen Azerbaycan, kısa sürede kültür coğrafyamızın merkezlerinden biri haline gelmiş. Azerbaycan, Selçuklulardan sonra sırasıyla Moğollar, Harzemşahlar ve Timurların idaresinde yaşamış. Daha sonra bu topraklar üzerinde Kara ve Akkoyunlu devletleri kurulmuş. Akkoyunluların yıkılışıyla Azerbaycan’da, Şah İsmail önderliğinde yeni bir dönem başlamış.
*AZERBAYCAN OSMANLI YÖNETİMİNE GİRİYOR…
Azerbaycan, 1565 ile 1730 yılları arasında Yavuz ve Kanuni döneminde Özdemiroğlu Osman Paşa tarafından Osmanlı yönetimine dahil edilmiş ve 145 yıl Osmanlı kültür coğrafyası içinde yer almış. İlk defa Kanuni döneminde Azerbaycan Türkleri ile Anadolu Türkleri tek bir bayrak altında toplanmış.Azerbaycan’ın 18. asrı hanlıklar dönemidir. Ülke Ruslar tarafından Bakü hanlığı, Gence hanlığı, Karabağ hanlığı, Şirvan hanlığı, Şeki hanlığı, Buma hanlığı gibi küçük parçalara bölündü. Çarlık Rusya, 1805 yılından itibaren Azerbaycan hanlarının surlarını örmeye başladı. 1822 yılından itibaren can Azerbaycan, Çarlık Rusyasının sömürgesi oldu. Bundan sonra istikrar bir türlü sağlanamadı. Ruslar, Karabağ’a Ermenileri yerleştirmeye başladı. Rusya’nın Azerbaycan üzerindeki emelleri oldukça eskidir. Azerbaycan’ın Türkiye ve İran arasında transit ticaret merkezi oluşu, bölgenin zirai ve hammadde bakımından zenginliği ve Çar Petro’nun sıcak sulara inme projesi Rusya’nın bölgeyle ilgilenmesinde başlıca sebep olmuş. Azerbaycan, özellikle 19’uncu yüzyıl boyunca adeta Rusların sömürgesi haline geldi.
*BAĞIMSIZ AZERBAYCAN CUMHURİYETİ KURULUYOR.
1918 yılında Rusların desteklediği Ermeni kuvvetleri 18 Mart 1918’de Bakü’ye girerek çoluk çocuk, genç yaşlı demeden binlerce Azeri Türkü katletti. Azerbaycan´ın birçok şehrinde kan dökmeye başladı. Ermeniler, günlerce katliamlarına devam etti. Bakü topraklarında Azeri Türklerinin kanlarıyla sulanmayan bir karış toprak kalmadı. Korkunç bir soykırım yaşanıyordu. Bu vahşeti durdurmak için Osmanlı Ordusu harekete geçti. Nuri Paşa komutasında oluşturulan Kafkas İslam orduları, Azerbaycan´a girerek Ermenilerin zulmüne son verdi. Binlerce Mehmetçiğin şehit olduğu bu savaş´tan sonra Mehmet Emin Rusülzade tarafından Azerbaycan devleti kuruldu. Böylece uzun yıllar Rus komünist yönetiminde kalan ülke, 28 Mayıs 1918´de bağımsızlığına kavuştu. Bu uğurda verdiğimiz binlerce şehidimiz bugün Bakü’de Türk şehitliğinde yatıyor. Azerbaycanı Ermeni mezaliminden kurtaran Nuri paşanın 1949’da İstanbul Sütlücede kendisine ait silah fabrikasında esrarengiz bir patlama sonucu çok sayıda işçisiyle birlikte ölmesi akıllarda soru işaretleri bırakıyor. Azerbaycan halkı Nuri paşayı Hoş gelişler ola yaşa Nuri paşa yaşa marşıyla bugün bile hatırlamakta. Aziz şehitlerimizin Ruhları şad olsun.Türkiye tarafından tanınan bağımsız Azerbaycan’ın yeni hükümeti iki yıl süreyle birçok ekonomik ve politik problemlerle uğraştı. Ancak bu sırada Anadolu´da da bir bağımsızlık mücadelesinin var olması, Rusların bu petrol ve endüstri merkezini kendi nüfus alanına dahil etmeye çalışması ve batılı ülkelerin Rus tehdidini görememesi yüzünden, Azerbaycan 1920’de 27 Nisan’ı 28 Nisan’a bağlayan gece Ruslar tarafından işgal edildi. Başta Mehmet Emin Resulzade olmak üzere bazı Azerbaycan aydınları Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldı. Rusların yaptığı bu kanlı baskınla Azerbaycan’ın bağımsızlığı sona erdi. Bu olayda On binlerce Azerbaycanlı Ruslar tarafından şehit edildi. Artık Azerbaycan için 80 yıl sürecek bir Rus yönetimi başladı. Ruslar, 1936’da Azerbaycan topraklarının bir bölümünü Gürcistan ve Ermenistan’a vererek, bölgede kendisine bağlı 3 cumhuriyet kurdurdu. Bundan sonra Azerbaycan’ın bağımsızlığı için, başlatılan 56 isyan, çok kanlı bir şekilde bastırıldı. Ruslar, Azeri halkına görülmemiş zulümler yaşattı.
*AZARBAYCAN’DA RUS MEZALİMİ SÜRÜYOR
1985 sonrası Sovyetlerde uygulamaya konulan yeniden yapılanma ve açıklık politikalarına bağlı olarak Azerbaycan’da otoriter baskıcı sisteme muhalif kitleler halk cephesi safında toplandı. Rusya, Azerilerin Ermenilere yönelik saldırıları ve 2 cumhuriyet arasındaki gerginliği bahane ederek Ocak 1990’da kızıl orduyu ağır silahlarla Bakü’ye gönderdi. Başkent Bakü, binlerce Azeri Türkünün kan ve gözyaşıyla sulandı. Azeri kardeşlerimiz büyük bir kararlılıkla bu zulme direndi ve 30 Eylül 1991’de bağımsızlıklarını ilan ederek hür bağımsız ve demokratik Azerbaycan cumhuriyetini kurdu. Bugün unutulsa da Ebulfeyz Elçibey devlet başkanı seçildi. Bağımsızlığa giden yolda çekilen sıkıntılar, acılar ve bu uğurda verilen binlerce şehide Bakü şehitliği, dünya kamuoyu önünde şahitlik yapıyor. Karanlık günler aydınlığa dönmüştü. 1918’de ilk bağımsızlık girişiminde kabul edilen ancak semalarda kısa bir süre dalgalanabilen bayrak, 70 yıldan sonra tekrar Azerbaycan semalarıyla buluştu. Kısa süren ilk istiklal devrinde büyük hizmetler vermiş olan Mehmet Emin Resulzade’nin bağımsızlık arzusu yıllar sonra gerçekleşmişti. Artık Azerbaycanlı kardeşlerimizin semalarında dalgalanan bayrak ebediyete kadar inmesin. Gök kubbeyi dolduran milli marşın sedaları hiçbir zaman bu kubbeden eksilmesin diyoruz. Azerbaycan bağımsızlık uğruna çok şeyler feda etti. Rusların yaptığı zulmün izleri hala duruyor. Yıkılmış camiler, yarım kalmış minareler. Azerbaycan’ın en büyük camilerinden biri olan İsmail efendi camii önce tuz deposu, sonra askeri kışla, sonra da ahır haline getirilen çileli camilerimizden biri. Rus lider Lenin “din merhametsiz bir dünyanın ruhudur, din halkın afyonudur” diyordu. Merhametsiz Lenin ve arkadaşları Azerbaycan’da sosyalist bir rejim kurmak için 1918 yılında 20.000 kişiyi öldürdü. 1920-1921 yıllarında 48.000 kişi öldürüldü. 1923-1926 yıllarında 6.000 kişi daha öldürüldü. Sonra Stalin 1937-1947 yılları arasında 70.000 Azerbaycan türkünü boğazlattı. Böylece 29 yılda 144.000 Azerbaycan türkünü sosyalizm uğruna yok ettiler, öldürdüler.
* NAHCİVAN VE KARABAĞ AZERBAYCANDAN KOPARILMAK İSTENİYOR
Bugün dahi Azerbaycan’dan koparılmak istenen iki Azeri yurdu var; Karabağ ve Nahçivan. Karabağ, Azeri toprağı. Nahçivan’da nüfusun %95’i Azeri. Karabağ, bazı siyasi hesaplar sonucu Ermeniler yerleştirilmiş, Azerbaycan´a bağlı bu bölgeyi Ermeniler, kendi topraklarına katmak için 1988 yılında başlattığı gösteriler zaman içinde tırmanarak Karabağ topraklarını bir barut fıçısı halin getirmiş. Bağımsızlık ilanından sonra Ermeni çetelerinin ağır silahlarla giriştikleri işgal harekatı Karabağ´dan sonra diğer Azeri topraklarına ve Nahcivan´a yönelmiş.
Ermenilerin Türklere yönelik katliamları Azerbaycan topraklarında hep olmuş. Ermenilerin Azerilere yönelik zulümleri, I. Dünya Savaşı yıllarındaki katliamlarla sınırlı kalmamış, Sovyetler döneminde ve bu devletin dağılmasının ardından kurulan Ermenistan Cumhuriyeti döneminde de devam etmiş. Ermeniler, Azerileri Karabağ ve Nahçivan’dan sürmüş, zorla göç ettirmiş. İki asır devam eden kovma ve göçürme işlemi sonucu, 1.5 milyon Azerbaycan Türkü Ermenistan´daki tarihi yurtlarından kovulmuş ve çeşitli bahanelerle göç ettirilmiş. Bu insanlar, kötü şartlar altında bugün Azerbaycan’da yaşıyorlar. Yurtlarına dönecekleri günü bekliyorlar.Bugün Azerbaycan halkı ve yönetimi, bağımsızlığın yanında milletin varlığına yakışır bir şekilde sürdürmenin en önemli unsurlarından birinin ekonomik ve kültürel bağımsızlık olduğunu biliyordu. Sovyetler döneminde zengin iktisadi kaynaklara rağmen bu kaynakları kullanmada Rusya’ya bağlı olan Azerbaycan, öz kaynaklarını kullanma konusunda kısa sürede büyük mesafeler kat etti. Artık tarlalarda pamuk, tütün, çay filizi ve meyveler hür ve bağımsız Azerbaycan için toplanır oldu. Altın, demir, kobalt ve bakır gibi madenler yeraltından bu ülkenin zenginliği için çıkartılmaya başlandı. Balıkçılar ağlarını Hazar’a bir başka şevk ve heyecanla atıp tuttukları balıkları kendi insanı için kullanır hale geldi. İç pazarda kendi ürettiklerini kendi halkı için serbest piyasa anlayışı içerisinde satar hale geldi.
* RÜZGARLAR ŞEHRİ BAKÜ’DEYİZ.
Burası Bakü. Azerbaycan´ın en önemli şehri başkent Bakü´dür. Bakü Hazar Denizi´nin batı kıyısında Apşeron Yarımadası´nın güneyinde, Bakü Körfezi´nin oluşturduğu geniş yayın üzerinde yer alır. Bakü’nün çekirdeğini, çevresi sularla çevrili olan “Eskişehir” oluşturur. “İçeri şehir” denilen Eskişehir, eski binaları, labirenti andıran dar sokakları ile güzel bir görünüm sergiler. Bakü, vitrinleriyle, cadde ve sokaklarıyla artık o 1990’ların Baküsü değil. 21.yüzyılın şehirlerinden birisi. Daha önemlisi Azeri insanının kendisine olan güveni. O güven 21.yüzyılda daha da katlanmış. Bakü, 2 milyon nüfuslu güzel bir şehir. Hazar denizi ile ve Hazardan esen rüzgarla iç içe. Bundan dolayı Bakü’ye rüzgarlar şehri diyorlar. Bakü, İzmir’e çok benziyor. Bu benzerlik onların iki kardeş şehir olmasını sağlamış. Şimdi Bakü’nün en gösterişli yerinde yer alan bu geniş park, İzmir ismiyle gelenlere gülümsüyor. Geniş caddeler ve yemyeşil alanlarıyla Bakü, kendine gelenlere farklı seçenekler sunar. Hele Hazar Denizi! Bakü’ye ayrı bir güzellik katmış. Bugün müze olarak kullanılan 11. asırdan kalma Şirvan Şahlar Sarayı, Kız Kulesi Bakü’nün gezilecek yerlerin başında gelir.
* ŞİRVAŞAHLAR SARAYI VE KIZ KULESİNDEN BAKÜYÜ SEYR EDİYORUZ.
Azerbaycan’da eski yapılardan biri Şirvan şahlar sarayıdır. Taş duvarları yer yer dökülen ve çatlayan bu saraya şimdi yeniden bir düzen verilmiş. Bu süslü divan kapısı bize Anadolu’daki Selçuklu medeniyetlerinden türküler fısıldar. Sanatkar eller taşı bir dantel gibi süsleyerek şiirleştirmiş. 1920 yılında Ruslar, Bakü’ye girince üzerine mübarek isimlerin yazıldığı duvarları kurşunladı. Şirvanşahlar sarayı alimi Seyid Yahya Baküvi’nin sekizgen kümbeti Selçuklu kümbetlerine benziyor. Sarayın taş avlusundan beş on basamaklı bir merdivenle saray camiine iniliyor. Cami minaresinin taş şerefesi Ruslar tarafından yıkılmış. Kuşların yağmur suyundan içebilmeleri için yaptırılan bu taş oluklar merhametin ifadesi. Şirvan şahlar sarayı kadar eski Kız kulesi 12. yüzyıldan kalma bir eser. 30 metre yüksekliğinde olan bu kule, sekiz katlı. 800 yıl önce Hazar’ın kıyısına inşa edilen kız kulesi, bugün denizin çekilmesiyle içerde kalmış. Taş merdivenler minare merdivenlerini anımsatıyor. Kulenin birkaç katı dünkü Azerbaycan hayatını canlandırmak için düzenlenmiş. Burada dikkat çeken şey dünkü Azerbaycan hayatıyla dünkü Türkiye hayatının hemen hemen aynı olması. Mesut bin Davut tarafından yapılan kız kulesi Bakü’nün sembolü adeta. Bakü’de birkaç kervansaray da var. Buralar yolcuların hayvanlarıyla beraber konakladıkları yiyip içtikleri ve sonra çekip gittikleri huzur yerleri ve güven yuvaları. 14. ve 17. asırlardan günümüze gelen kervansaraylar artık devletin koruması altında. Evliya Çelebi Bakü’den bahsederken diyor ki “deniz kenarında büyük hanlı bin kadar evli bağlı bahçeli camili çarşılı pazarlı mamur bir şehirdir Bakü. Üç kapısı vardır, üç hamamı varsa da Mirza Han hamamı gayet hoştur.”
* SANAT EDEBİYAT VE PETROL BAŞKENTİ BAKÜ
Bakü’ye iner inmez ilkin petrol ve doğalgaz zenginliği dikkat çeker. Kentin içlerine yaklaştıkça yerini görülmeye değer eski taş binalara bırakır. Kent merkezindeki hemen bütün binalar benzersiz taş yapılardan oluşuyor. Binaları süsleyen heykel ve kabartmalardan, gözünüzü almanız mümkün değil. Bakü’de bir süre kalıp insanlarla tanıştığınızda, hiç yabancılık çekmediğinizi göreceksiniz. İnsanların sıcak davranışları, sizi kendi evinizde hissettirir. Bakü güzel sanatlarla iç içe olmuş bir ülke. Her evde bir piyano, keman vb. enstrümanın bulunduğunu, hemen hemen her evde bir müzisyen, bir ressam, ya da bir heykeltraş yetiştiğini öğreniyorsunuz. Konuk ağırlamakta, sofra donatmakta ve sanat sohbetinde eşi bulunmaz bir insan topluluğu tanımak için Bakü’ye gitmeniz gerekir.
* BAKÜ ŞEHİTLER CAMİSİNDA CUMA NAMAZI..
Azerbaycan Müslüman bir ülke. Camiler, minareler yükseliyor bu topraklarda. Eski camilerin yanı sıra yeni camilerde boy gösteriyor. Türkiye, Azeri kardeşlerimizin ibadet yerlerini karşılamak amacıyla cami ve kültür merkezleri inşa etmiş. İşte bunlardan birisi; Şehitler Camii. Bakü şehrinin en müstesna yerinde Bakü şehitliğini süslüyor. Osmanlı mimari tarzında yapılan bu iki minareli cami 1996 yılında ibadete açılmış. Hazar denizine hakim bir tepe üzerine kondurulan Bakü’nün en güzel, Azerbaycan’ın en büyük camisinden yükselen ezan sesleri her taraftan duyuluyor. Her gün 5 vakit ezanın okunduğu Şehitler Camisi, özellikle Cuma günleri Namaz kılmak için gelen binlerce Azerbaycanlı genç ve ihtiyarla dolup taşıyor. İmam, vaaz ve hutbeyi Türkiye Türkçe’si ile okuyor. Şehitler Camiinde namaz kılanlar, namazdan sonra aynı bölgede yer alan ve şehrin önemli ziyaret mekanlarından biri olan Türk-Azeri şehitliğini ziyaret ediyor. Bu Şehitler tepesi insanı başka bir aleme alıp götürüyor adeta. Şehitlikte, şehitlerin anısına yaptırılan Bakü şehitler anıtı yer alıyor. 1918 yılında Rusların desteği ile Azerbaycan´a saldıran Ermenilerin Azerbaycan kentlerinde yaptığı soykırımı durdurmak için gelen Mehmetçikler burada yatıyor. Türk Askeri, Azerbaycan´daki Ermeni vahşetini durdururken 1200 vatan evladını şehit vermişti. Şehitlikte Anadolu coğrafyası resmedilmiş adeta. Türkiye’nin her ilden gelen onlarca şehit Azerbaycan´ı Ermenilerden kurtarmak için savaşmış.Aziz şehitlerimiz için Türk Silahlı kuvvetleri bir anıt yaptırmış. Bu anıt, bağımsızlık uğruna can veren binlerce şehidimizin hatırasını canlı tutuyor.
Türk şehitlerinin ebedileştiği Bakü Türk şehitliğine gelen ziyaretçiler fatihalar okuyarak ayrılıyor.
* TÜRK VE AZERİ ŞEHİTLİĞİNDE FATİHA OKUYORUZ.
Türk şehitliğinin hemen yanı başında Azeri kardeşlerin şehitleri yatıyor. Bu gençler 1991 yılında bağımsızlık ilan edilince Ruslar tarafından bir gece baskınıyla şehit edilen gençler. Bugün Mehmetçiklerle aynı mekanı paylaşıyor. Aynı amaç uğruna savaşanlar şimdi yan yana yatıyor. Mezar taşlarında şehitlerin isimler ve resimleri yer alıyor. İşte bu 5 yaşındaki kız çocuğu annesinin kucağında iken Rus tankları altında ezilmiş. Azeriler şehitlerine sahip çıkıyor ve her fırsatta ziyaret edip fatihalar okuyor. Bakü gezmekle bitmez ama buraya kadar geldiyseniz mutlaka Azerbaycan devlet mezarlığını geziniz. Şairler, devlet adamları ve önemli şahsiyetler buraya defnedilmiş. Buranın özelliği mezarlıkta yatan kişilerin üzerilerine heykellerinin dikilmiş olması. İşte bu eski devlet başkanı Haydar Aliyev’in mezarı ve heykeli. Bu da Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan eden Ebul Feyz Elçibey’in mezarı ve heykeli ve daha niceleri.
* BAKÜ’DEN KAFKASLARA DOĞRU YOLA ÇIKIYORUZ..
Başkent Bakü’deki gezimizi tamamlayarak Kafkas Dağlarına doğru yola çıkıyoruz. Azerbaycan bu bölgede size hanlar ve kervansaraylar şehri Şeki’yi gösterir. Kafkas dağlarında Ruslarla savaşan Şeyh Şamil ve Hacı Murad’ın destanlarını anlatır. Gence şehrinde Nizami Gencevi’den şiirler okur. İlk durağımız Şeki şehri. Şeki, Dağıstan sınırına yakın bir yere kurulmuş. Burası Bakü’ye 300 kilometre mesafede bulunuyor. Dar ve keskin virajlardan geçerken insan kendini adeta Anadolu bozkırlarında hissediyor. Buralar tanıdık yerler. Geçtiğiniz köyler, kasabalar ve yanık benizli Azeriler el sallar sizlere. Şeki yolunda yolculuğunuz bir akşam vaktine denk geldiyse size eşlik eden ovalar ve dağlar kızıla boyanır. Güneş cömertçe verir sıcaklığını. Şehirler ve insanlar size hiçte yabancı değil buralarda. İsimler bizden isimler Şamaha, İsmailli, Gebele, Aksu. Aksu vadisi yüksek dağlardan aşağı inen suların geçtiği bir yer. Derin vadiler ve başı dumanlı yüksek dağlar Karadeniz’i andırıyor. Bu muhteşem tablo, bu güzellikler kolay kolay terk edilmez.
* ŞEKİ ŞEHRİNDE TARİHE YOLCULUĞA ÇIKIYORUZ….
Ve nihayet Şeki şehrindeyiz. Şeki, Kafkas dağlarının eteklerinde yeşil bir saltanatı içinde yaşıyor. Şeki şehri bir yabancı düşünürün ifadesiyle, Azerbaycan´ın gözü ve dağların arasında Kartal yuvası Külek yani Rüzgarlı şehir Bakü’ye inat her yer sakin. Dağlar… zirveleri yüksek dağlar. Bazen bulutlu, bazen dumanlı, yaz aylarında bile karların erimediği dağlar.
Şeki, Azerbaycan’ın 9 hanlığından birisi ve en önemlisiydi. Ruslar, bölgeyi işgal ettiğinde Şeki hanlığı, Osmanlıya bağlı kalmak için uzun süre direnmiş. Ünlü şair Bahtiyar Vahapzade´nin memleketi burası. Şeki, yolların kavşak noktasında yer alıyor. Bu nedenle şehrin çeşitli yerlerine kervanların konaklaması için hanlar ve kervansaraylar inşa edilmiş. İşte Şeki’nin en önemli ziyaret mekanları bu hanlardır. Han Sarayı en ünlüleri, Şeki Kervansarayı görülmeye değer. Şekideki şimdiki durağımız Şeki Han sarayı. Aleksandır Duma’nın ifadesi ile “Kafkasların gözü Şeki ise, Şeki’nin göz bebeği Şeki han sarayı ” diyor.Bizde dar ve tarihi yollardan geçerek Şeki han sarayına geliyoruz.
* KAFKASLARIN GÖZÜ ŞEKİ HAN SARAYINDAYIZ.
Şeki Hanlarının en görkemlisi ve ünlüsü Han Sarayı. 300 yıl öncesinin eseri. Kafkas dağlarının eteklerine, yeşillikler arasına inşa edilmiş, süslü, ahşap işçiliği muhteşem. Dışı olduğu kadar içi de süslü. İç mekan insanı adeta büyüler. Süslemeler genellikle hayvan ve bitki motiflerinden oluşuyor. Bazı duvarlarda savaş sahnelerine de rastlanır. İnsan burada kendini bir çiçek bahçesinde hisseder. Tavan işlemelerindeki zerafet ahşap işçiliğinin nadide bir örneği. 2 katlı Han sarayı demir çivi çakılmadan ve hiç bir yapay malzeme kullanılmadan ahşaptan yapılmış. Çiçek motifleri kök boyalarla süslenmiş. Bahçede yer alan Han çınarı en az han kadar eski.Han Sarayının ziyaretçileri çok. Her taraftan yoğun bir ziyaretçi akını var. Sarayın rehberi gelenlere hanla ilgili bilgiler veriyor.
* ŞEKİ KERVANSARAYINDAYIZ
Han sarayında gezimizi tamamlayıp,şimdide Şeki kervansarayına gidiyoruz.. İpek yolu üzerinde yer alan bu Kervansaray bir anlamda dönemin uluslararası İpek ticaretinin yapıldığı bir merkez konumundaymış. Tarih boyunca birçok tüccar ürettikleri iplikleri satmak için kervansarayın içinde kurulan İpek Pazarına getirip satarmış. Bir zamanlar kervanların yurdu Şeki Kervansarayı, yakın bir geçmişte ressamlara mekan olmuş, onlara ilham kaynağı haline gelmiş.Şeki kervansarayı şimdi turistik amaçla kullanılıyor. Şeki şehrinin yakın bir gelecekte Turizm merkezi olması için çalışılıyor. Şeki şehrinden yaylalara teleferiklerle çıkılacağı söyleniyor. Şeki Kervansarayından Kafkas dağlarındaki yaylaları görebilirsiniz. Karşıda görülen Han yaylası. Zaten Şeki yaylalarıyla da ünlü.
Şeki sokaklarında yürürken birden karşınıza hüzün dolu bir camii çıkıyor. Ama bu cami yıkılmış. Gözleriniz yıktırılmış bir caminin yapayalnız kalan mahzun minaresine takılıp kalır. Tuğladan örülmüş bu sekiz köşeli minare cami ile birlikte 1880 yılında hayırsever bir Anadolu türkü tarafından yaptırılmış. Şeki´de Rus işgalinden önce 13 tarihi cami bulunuyormuş. Bu camilerin tamamı yıkılmış. Bütün camileri yakılıp yıkılan Şeki, 1990 yılından sonra yeniden doğrulmaya, düştüğü yerden yeniden kalkmaya başlamış. Şehrin girişinde sizi karşılayan Cuma mescidi, Türkiye’den gelen hayırseverler tarafından yaptırılmış. Şeki halkının huzur dünyası haline gelen bu caminin minaresi şehrin her taraftan görülsün diye göğe doğru biraz fazla çekilmiş. Cuma mescidinin zerafet örneği mihrabı görülmeye değer.
* HACI MURAD’IN MEZARINI ZİYARET EDİYORUZ..
Azerbaycan´ın Şeki şehrine gelip de Kafkas Dağlarına çıkmamak olur mu? Şeyh Şamil ve Hacı Murad´ın Ruslara karşı mücadele verdiği yerlere. Burası Ruslarla 150 yıl savaş yapılan bölgeler. Bu dağlar çetin savaşlara sahne oldu. Kafkas dağları yeşil mi yeşil, dumanlı puslu zirveler. Ünlü Rus yazar Dostoyeski´nin Hacı Murat Roman´ında anlattıklarına göre Ruslar Şeyh Şamil ve Hacı Murad´ı yakalamak için bu ormanları keserek yok etmişler. Şeyh Şamil´in doğduğu köy buralarda. Hacı Murad’ın şehit edildiği yer ve mezarının bulunduğu mekan Kafkas dağlarında. Oraya ulaşmak için bir hayli zaman lazım. Çünkü Şeki şehrinden uzaklığı 100 kilometre. Ama gitmeye değer. Karlı Kafkas Dağlarından çağlayarak akan buz gibi sulardan içerek ve meşe ağaçları altında dinlenerek yorgunluk atabilirsiniz. Bu dağların arkası Dağıstan. Hacı Murad’ın mezarına toprak bir yoldan geçerek ulaşılır. Burası Ruh bölgesi olarak bilinir. Azerbaycan-Gürcistan yolu üzerinde bir mekan. Hacı Murad’ın mezarına götüren tabelalar asılmış.Yeşillikler arasında bir türbe. Asırlık meşe ağaçlarının altında yer alan mezarlıkta Hacı Murat yatıyor. Mezar taşında Osmanlıca bir yazı ve küçük bir resmi yer alıyor. Hacı Murad’ın hayatı ünlü yazarların romanlarında ve yüzlerce rivayette anlatılmış. Kuzey Kafkasya kahramanı Hacı Murat 19. yüzyıl başlarında Dağıstan’ın Hunzah bölgesinde dünyaya geldi. Çocuk yaşta Hunzah medresesinde eğitim aldı. Hiçbir zaman bir hedefe iki defa ateş etmediği söylenen Hacı Murat, daha genç yaşlarda at binmesi ve nişancılığı ile ün yapmaya başladı. Kafkas-Rus savaşlarında ismini duyurdu. Temirhan Şura’dan Doğu Gürcistan’daki Babaratmiskaya’ya kadar Rus kuvvetleri üstüne sayısız baskınlar düzenledi. Bir süre sonra Şeyh Şamil’in en cesur ve en başarılı yardımcısı olarak anılmaya başlandı. Hacı Murat, Şeyh Şamil’le birlikte Ruslara karşı yıllarca birlikte savaşmış. Bir müddet sonra anlaşmalı olarak Rusları içten fethetmek üzere birbirlerinden ayrılmış, Hacı Murat Ruslara sığınmış gibi görünüp Rusların askeri gücü hakkında şeyh şamile bilgi verdiği bilinmekte. Daha sonra Ruslardan kaçarak Kafkas dağlarında savaşmaya devam etti. Hacı Murad 4 Nisan 1853 günü bu bölgede, çok sayıda Rus askerleriyle tek başına girdiği bir çarpışmada şehit oldu. Bir rivayete göre ihbar ediliyor ve burada yakalanıyor. Şehit edildiği yer de burası. Ruslar, Hacı Murat’ın mezarına birçok kez saldırmış ve piknik tüpleri ile yok etmeye çalışmış. Burası Türk-İslam medeniyetinin bölgeye vurulmuş mührü gibidir. Acaba Hacı Murad, Şeyh Şamil ve Kafkas halkı, Rusları Kafkas dağlarında tutmasaydı, Ortadoğu ve Akdeniz Rus işgali altında kaç yıl inleyecekti? Kafkasya halkına insanlığın çok büyük vefa borcu var.Hacı Murad’ın ziyaretine gelenler onun şahsında Kafkas dağlarında şehit olan aziz şehitlerin ruhlarına Kuran’dan sureler ve fatihalar okuyarak ayrılıyor.
* ŞAİR BAHTİYAR VAHAP ZADE’NİN DOĞDUĞU YER..
Şeki şehrine gelipte şair Bahtiyar Vahapzade’den bahsetmeden olur mu? Söz ustası, gönüller sultanı Dedem Korkud´un torunu Bahtiyar Vahabzade Şeki doğumlu. Yalnız Azerbaycan´ın değil, bütün Türk illerinin büyük şairlerinden olan Vahabzade; klasik ve yeni Azeri şiirinin mevcut bütün özelliklerini şiirinde toplayabilmiş, vatan, millet, aile, tabiat, dil, azatlık hasreti gibi temaları en güçlü en derin ifadelerini onun mısralarında bulmuş. Azerbaycan Türklerine karşı girişilen 19 Ocak Kırgını´na kayıtsız kalmayarak fikrini ve ıstıraplarını açıkça dile getirdiği; milletinin çocukları için döktüğü gözyaşlarını topladığı “Şehitler” adlı eseri, Bahtiyar Vahabzade´nin ölçüsüz vatan sevgisinin bir ifadesidir.
Şehitler bu toprağa, halka secde kıldılar
Haksızlığın üstünden Hakk´a köprü saldılar
Vatanı sevmek için günahkar sayıldılar
Vatanı sevmek niçin günah olmuş ay Allah?
Kendim kaldım çırasız, bin çıraya yağ iken
Tepelere el açtım kendim yüce dağ iken
Çarem kendi kendimden bir yardım ummak ilen
Niçin bize yabancı penah olmuş ay Allah?
Ona umut bana zor fakat demek kime Hak
El ayağım zincirli, baş yumruklu, sine dağ
Yüz yetmiş yıl bu saziş bu birlik bu ittifak
Bir tarafı talaksız nikah olmuş ay Allah
Çeliğe muhtaç iken, yabancıya çeliğim
Bin mermiye tuş olan bir ceylanım, eliğim
Yabancının emrine ben boyun eğmeliyim
Niçin bana yabancı “Allah” olmuş, ay Allah
* ŞEKİDEN GENCEYE GİDİYORUZ..
Can Azerbaycan´ın Hanlar şehri Şeki’den ayrılma vakti. Genceli nizaminin memleketi ve anıt mezarının bulunduğu Genceye gitmek üzere Şeki’den yola çıkıyoruz. Yeşil vadiler, sulu bölgeler geçtikden sonra bozkırların ortasından geçen yolumuz bizi Gence’ye getiriyor. Yolda bize yeşillikler, köyler, Eğri çay eşlik ediyor bize. Gence’de Nizami Gencevi’nin türbesi bizi karşılıyor. Burası 950 yıl önce bu şehirde yaşayan ünlü Türk şairi Genceli Nizami´nin anıt mezarı ve müzesi. Azerbaycan’ın tanınmış şairi güller arasında yatıyor. 1140 yılında yaşamış Genceli Nizami, yazdığı divanı ve kitapları ile Türk kültürüne hizmet etmiş bir büyük şair. Peygamberimizi en güzel şekilde anlatan Genceli Nizami İran’la Azerbaycan arasında bir türlü paylaşılamıyor. Rusya, bu önemli Türk şairini İranlılara kaptırmamak için Muhteşem bir anıt ve abide yaptırmış. Türbeyi gezdiren Rehber Nizami Gencevi ile ilgili kısaca bilgi veriyor. Azerbaycan halkının büyük şair ve alimi Nizami Gencevi, dünya edebiyatının Ömer Hayyam, Homeros, Shakespeare, Dante ve Puşkin gibi büyük kalem ustalarından birisi. Nizami´nin Hamse´si (Beşlik) ve bu Hamse´ye dahil olan eserler kendisinden sonra Fuzuli gibi birçok ünlü şair tarafından taklit edilmiş. İşte yazdığı şiirlerden biri;
Dünyanın damarını kim tutsa Isa gibi,
Insaf ve adalet ile olur dünya hakimi,
Dünyaya fatih olmaz zulüm ile rezalet,
Yer yüzünün fatihi adalettir, adalet!
Dünya bir tarladır dikkatle baksak
Herkes birbirine çiftçidir ancak
Dost ona derler sır saklar perde tutar
Düşman rüzgar gibi her zaman perde yırtar.