Vefatının 5. Yıldönümünde İstanbul Fındıkzade Grand Anka Oteli’nde Doğu Türkistan Vakfı Başkanı Emekli Tuğgeneral Mehmet Rıza Pekin Paşa’yı anma toplantısı yapıldı.
Doğu Türkistan Mücadelesinin fedakâr isimlerinden Hamit Göktürk telefon edince “Koşarak gelirim. Rahmetli Bekin Paşa ile derin sohbetlerimiz olmuştu. Birçok toplantıda ve iftarlarda aynı sofrayı ve endişeyi paylaşmıştık. Bir vefa olarak bile gelmem gerekir!” dedim ve gittim.
Toplantıyı değerli âlimimiz Prof. Dr. Abdülkadir Donuk yönetti, Doğu Türkistanlı Akademisyenler Prof. Dr. Alimcan İnayet, Doç. Dr. Erkin Emet, Yrd. Doç. Dr. Mağfiret Kemal Yunusoğlu Bekin Paşayı anlattılar. Türk Dünyasının her bölgesinde emeği ve hizmeti olan Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş Türkistan Davası ve Rıza Bekin Paşa’yı öyle güzel anlattı ki yüreğinizde bir eylem olduğunu herkes hissetti.
Türkistan’da İnsanlık Katlediliyor
Konuşmacıların anlattıkları dehşet resimlerdi. Son bir haftada Çin yönetiminin yaptıkları şöyle: Türkistan kan revan içinde. 3 Köyde 27 Uygur Türkü şehit edildi. Bunlardan ikisi, baba ve 10 yaşındaki oğlu. Namaz kılmak yasak, gizli de olsa ibadet etmek mümkün değil. Canınızdan oluyorsunuz. Çünkü Pekin yönetimi iyi biliyor ki Türkistanlıları diri tutan dini ve dilidir. Buna mani olunursa mesafe alınacağını, Türklerin asimile olacağı sanılıyor! Canları pahasına da olsa Uygurlar kimliklerini korumak için dininden ve dilinden vazgeçmiyor. Peki, Çin zulmü nasıl azaltılabilir?
Prof. Dr. Abdülkadir Donuk Hoca beni anons etti selamlama konuşması yapmak üzere. Yaşarken görme, birlikte olma, dinleme şansına sahip olduğum Mehmet Rıza Bekin Paşa;İsa Yusuf Alptekin, Hüseyin Teyci ve Mehmet Emin Buğra gibi Doğu Türkistan davasının bayraktarıydı. Tuğgeneral rütbesiyle kadro yetersizliğinden emekli olduktan sonra 25 yıl Doğu Türkistan Vakfı’nın başkanlığını yapmıştı. Tanışmam da bu dönemine denk gelir.(1999)
Türk Dünyasında Sorumluluk Alanlar
“Sevgili Doğu Türkistanlı soydaşlarım, dindaşlarım, ülküdaşlarım, gönüldaşlarım Türk Dünyasına gönül vermiş aziz kardeşlerim” diye söze başladım. Dizlerimin titrediğini hissettim, yüreğimin daha hızlı çarptığını bir kez daha yaşadım Doğu Türkistan fotoğrafı gözümün önüne gelince. Çünkü birkaç gün önce 27 Uygur Türkü katledilmişti. Çin zulmünden kaçan onlarca insan canları pahasına da olsa rüşvetler vererek zar zor geçtikleri Malezya ve Tayland gibi ülkelerden İstanbul’a geliyorlardı. Daha da sırada bekleyen onlarcası bulunuyordu. Dedim ki:
-Bendeniz Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı Başkanıyım. Bugüne kadar 13 uluslararası Türk Dünyasını Aydınlatanlar sempozyumu yaptık. Bugün gördüm ki buna bir de “Türk Dünyasında Sorumluluk Alanlar Uluslararası Sempozyumu” eklenmesi gerektiğine inandım. Rıza Bekin Paşa gibi yeni örnekler çıkması için bu da yetmez, bu yiğit vakıf insanların dramaları ve belgeselleri yapılmalı, beyaz perdeye ve ekranlara yansıtılmalı, romanları yazılmalı; hayatı ve mücadeleleri başta 300 milyon insanın konuştuğu Türk Dili ve bunun değişik şive ve lehçelerine tercüme edilmelidir.
Doğu Türkistan Ne Demek?
Türkistan yazılarımı hatırladım kürsüde konuşurken. Hafızam beni yanıltmadı. Öğen Köyü’ndeki çiftçi Uygur Türkü Niyazem’in Çin’deki “zorunlu doğum kontrolü” hikâyesini anlatmıştım (29 Mayıs 1988) bir yazımda. Çin “her ailede bir çocuk ” politikasıyla halen uyguladığı Türk nüfusu azaltmaya yönelik yeni projeler geliştirmişti. Ailelerin kaç çocuk yapacağı yakın takip altındaydı.Hotem ilinin Karakaş ilçesinde genç annelerin ancak %41’ine anne olma izni verilmişti. Bunu takip için 735 Çinli memur atanarak, Aksu’ya bağlı Toksu ilçesinde de hamile Türk 846 anne mecburi kürtaja zorlanıyordu. Bunlardan 17’si hayatını kaybetti. Doğan bebekler ise Çinli kaymakamın emriyle küvette boğularak öldürülüyordu. İşte Niyazem bütün bu işkencelerden kaçarak üçüncü bebeğini zor şartlar altında da olsa dünyaya getiriyor. Ancak 1200 $ cezaya çarptırılıyor gıyabında. Çinliler bunu tahsil için Niyazem’in evindeki bir inek, 2 eşek, 12 koyun ve bahçedeki ağaçları keserek satıyor, devletten kiralanan 7 dekar toprak da elinden alınıyor. Hikayenin özeti böyle.
Rıza Bekin Paşa ile birkaç defa röportaj yapmıştım.(06 Ekim 1999) Uzun bir öykü ortaya çıktı. Bir hafta sonra yeniden buluştuk Rıza Bekin Paşa ile. Yeni şeyler anlattı. Türkiye Gazetesi’nde Ayhan Katırcıkara imzasıyla yayınladım(14 Ekim 1999);
“11 Ekim 1949’da ata yurdumuz Doğu Türkistan işgal edildi. Ve kitle halinde katliamlar yapıldı. Göçler başladı. Doğu Türkistan Lideri İsa Yusuf Alptekin bunlardan biriydi. Liderlik yaptı yıllarca ve sonra Türkiye’de yaşadı. Bugün 3 milyon kadar Doğu Türkistanlı var ülkemizde.Günümüze gelince Emekli Tümgeneral Rıza Bekin Paşa bu görevi üslendi. Doğu Türkistanlı Göçmenler Derneği’nin kardeş kuruluşu Doğu Türkistanlılar Vakfı Başkanı.
Bu Roman Henüz Tamamlanmadı
Dün Ankara’daydı. Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın Başbakan iken (23.12.1998 tarih ve 36 nolu genelge ile) “Türkiye’deki Doğu Türkistan amaçlı hiç bir toplantıya resmi katılım ve destek verilmemesi emrine” rağmen Rıza Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeydi. Hafta sonu Almanya’nın Münih şehrinde yapılacak Doğu Türkistan Milli Kurultayı’na Mesut Yılmaz’ı davet etti. TBMM kulisinde çay içerken sordum Rıza Paşa’ya hem evvelini, hem ahirini:
-Kızıl muhafızların işgalinden sonra Afganistan’a sığındık. Kabil Büyükelçisi Hikâye Yazarı, edebiyatçı Memduh Şevket Esendal ben dâhil 9 Doğu Türkistanlı gencimizin Türkiye’de okuması için Ankara’ya haber verdi. 1949 yılınınşartları içinde Atatürk’ün emriyle cevap geldi ve harekete geçtik. Suriye’ye varınca Halep’ten trenle İslahiye’ye, oradan da Adana’ya ulaştık. Zeki Sofuoğlu başkanlığındaki bir heyet bizi törenle karşıladı. Rahmetli Sofuoğlu bizi valiye çıkardı. Resmi merasim yapıldı.
Rıza Bekin Paşa biraz soluklandı, sanki o günleri yeniden yaşıyor gibiydi, devam etti Konuşmasına:
-Ankara’da da Kazım Özalp başkanlığında bir heyet karşıladı ve Adana’daki gibi bir tören gerçekleşti. Fevzi Çakmak Paşa bizimle özel olarak ilgilendi. Ben Konya Askeri Lisesi’ne kaydoldum. Okul Komutanımız Kurmay Albay Edip Peköz milli ve dini dokumuzun yaşanması ve gelişmesi üzerinde durdu. Günlerden Ramazan idi. Oruç tutuyorduk. İftar ve sahur listesi askıya çıktı. Teravih namazı için de bir çavuş nezaretinde araçla camiye gidiyorduk. Milli ve dini terbiyemiz her şeyin fevkinde tutuluyordu.
Rıza Paşa o günleri hatırladıkça gözleri doldu. Allah kısmet etmiş. Kahraman Türk Ordusu’nda generalliğe kadar yükselerek hizmet vermişti. “Almanya’daki etkinliğiniz neler olacak? Alman hükümeti “Çin ile ilişkilerimiz bozulur” diye size bir sorun çıkarmasın?” diye sordum Paşa’ya.
-Hayır, tam tersine. Münih’te üç gün sürecek kurultayımız. “Doğu Türkistan’da İnsan Hakları” konulu bir panel yapacağız. Bonn’da da izinli bir yürüyüş. Çin Sefareti’ne siyah bir çelenk bırakacağız insan haklarını ihlal ettiği için.
Rıza Paşa’ya “Daha önce de Kazakistan’da böyle bir program yaptınız!” diye hatırlattım.
-Evet. Uygur Gençlik Kurultayı’nı topladık. Almatı tarihi bir gün yaşadı. Yönetim bize resmi salonlarını bile açarak katkıda bulundu. Sağ olsunlar.
-Türkiye’de de böyle bir etkinliğiniz olacak mı?
-Erzurum Atatürk Üniversitesi bu ay sonu Doğu Türkistan haftası düzenledi. Marmara Üniversitesi de böyle bir programa hazırlanıyor.
-Dünya’da ne kadar Doğu Türkistanlı göçmen soydaşımız mevcut?
-Resmi bir bilgi yok. Ancak 35 milyon kadar Doğu Türkistanlı soydaşımız yaşıyor. Suudi Arabistan’da 50, Kırgızistan’da 350 ve Kazakistan’da 800 bin kadar insanımız hayatını idameye çalışıyor. Amerika’da da öyle.
Hiç Bozulmayan Motivasyon
Çin’in bu şekilde büyümesinden Tokyo yönetimi rahatsız. Bölge ve dünya barışı için ilerde tehlike arz edebileceğini savunuyor. Özellikle Tibet, Doğu Türkistan ve Mançurya işgallerini misal gösteriyor, buradaki insan hakları ihlallerini de örnek olarak veriyor. Hür dünyanın da Hong Kong’un ardından Taipe’yi de Pekin’e teslim edebilmesinden endişelerini dile getiriyorlar. Doğu Türkistan Milli Kurultayı’na Çin Demokrasi Hareketi liderleri de katılıyor. Sordum Paşa’ya;
-Doğu Türkistan’daki soydaşlarımızın moralleri nasıl?
-50 yıldır hiç bozulmadı ki! Şimdi de Urumçi Televizyonu Mesut Yılmaz’ın genelgesini sürekli duyuruyor. Hatta bölgede poster yaparak duvarlara asmışlar. “Türk Devlet Adamı ve Önemli Tarihçi(!) Mesut Yılmaz, Sincan’ın Çin’e ait olduğunu kabul etti!” biçiminde propaganda yapıyorlar. Ama halkımız inanmıyor. İçindeki sesi dinliyor. Özlemle bekliyor.
-Ne diyor?
-Moralini yüksek tutuyor her zaman olduğu gibi. Hatta insan hakları ihlalleri dolayısıyla NATO’nun Bosna ve Kosova’ya müdahalesi gibi bir uluslararası gücün Doğu Türkistan’daki insan hakları konusuna müdahale etmesini, dikkat çekmesini istiyorlar. (Türkeş Paşa’nın partisi iktidara gelmiş. Ankara insan hakları ihlallerinin üzerine gider” diyorlar. Böyle bir yürekle çırpınıyor insanlarımız.
Dr. Devlet Bahçeli’nin Çin’in 50. Kuruluş Yıldönümü kutlamalarında “Dostumuz ve müttefikimiz” demesinin iç burukluğunu görüyorum benim gibi Rıza Paşa’da. Ama sormuyorum.İnsan hakları bütün dünyada yükselen bir değer yönetimin adı ne olursa olsun. Bunu hatırlatmak dostluğa da mani değil, tersine gereği.”
Natoya Paşa Çağrısı
Yazım burada bitiyordu. Ancak bugün politikacılarımız bu gelişmelerden her nasılsa hala ders çıkarmıyorlar. Günümüzde, yani 21. Yüzyılı yaşadığımız günlerde TBMM Başkanvekili, Kayseri Milletvekili Sadık Yakut da bir Çin heyetini kabülde yaptığı konuşmada ve daha sonra TBMM Bülteninde yayınlanan açıklamasında Doğu Türkistan Uygur Özerk Bölgesinin Çin Halk Cumhuriyeti’nin bir parçası olduğunu belirtmesi Doğu Türkistanlılar başta, insanlarımızı çok üzdü.
Sohbetimizin yayınlanmasından birkaç gün sonra, yeniden sütunuma taşıdığım Rıza Bekin Paşa Doğu Türkistanlılar Vakfı Başkanı olarak NATO’ya bir çağrı yaptı ve dedi ki “35 milyonluk Doğu Türkistan’da insan hakları ihlalleri her geçen gün artmaktadır. Katliamlar gerçekleşmektedir. NATO insanlık onuru gereği hemşehrilerimi bu insan hakları ihlallerinden kurtarmak için Kosova ve Bosna örneklerinde yaşandığı gibi müdahale yapmalıdır.”
Sözkonusu yazılarımı arşivimden çıkararak yeniden o günleri yaşamak beni duygulandırdı. Çünkü 81 yaşında Doğu Türkistanlı eski milletvekili 11 çocuğu, 35 torunu, 17 de torununun çocuğunu gören, Çin zindanlarında 31 yıl işkence gören ünlü tarihçi ve akademisyen Prof. Dr. Hacı Yakup Anat ile de bir röportaj yapmıştım. Demişti ki Mersin Anamur’da birlikte katıldığımız panele giderken:
Türkçe Yayın İhtiyacı
-Çin’den kaçmak, Türkiye’ye gelmek için nice rüşvetler verdim. Soyumuzdan, kültürümüzden ve insanımızdan kopmadım. Yıllar önce Milli Eğitim Bakanlığının yayınladığı 4 ciltlik İslam Tarihi’ni Uygur Türkçesine çevirdim. Karahanlılar Tarihi’ni de Uygur Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktardım.
-Doğu Türkistan’da siz yaşarken ne vardı, şimdi neler oluyor?
-Değişen bir şey yok. Doğu Türkistan’da hala baskı ve zulüm had safhada. Sadece doğum kontrolünü dondurmuşlar, öte yandan da topraklarımıza Çinliler yerleştiriliyor. Bizim topraklarımız dünyanın en verimli ve bereketli mübarek topraklarıdır. Petrolden uranyuma kadar çıkarılıyor. Ormanlarımız en görkemli ağaçlarla doludur. 75 milyon koyun, 10 milyon sığır, 5 milyon at besleniyor. Buna karşılık insan hakları bölgemizde sürekli ihlal ediliyor.
-Doğu Türkistanlılar sesini yeteri kadar duyuramıyor mu?
-Türkiye bizim kalbimiz, gözümüz, kulağımız. Yıllar önce Sağlık Bakanı Halil Şıvgın resmi ziyarette bulundu. Kurbanlar kestik. Yollar miting alanına dönmüştü. Pekin yönetimi daha sonra bu tür karşılamaları yasakladı. Başbakan Yardımcısı Prof. D. Ekrem Pakdemirli gelmişti. Bize kurban hediye etti. Bayram gibi kutladık. Artık böyle ziyaretlere ve karşılamalara müsaade edilmiyor.
-Doğu Türkistan’daki kütüphanelerde Türkiye’den hiç eser yok mu?
-Sırf Türkiye’den olsun diye Yaşar Kemal’in eserleri mevcut. Doğu Perinçek’in kitaplarıyla Aydınlık Gazetesi var. Bunlara müsaade ediliyor. Başka da yok.
Türkistan’da Türkçe eser çok az, dini yayınlara da fazlasıyla ihtiyacımız oluyor. Bizi dinimiz ve dilimiz diri tutuyor. Bununla kimliğimizi koruyabiliyoruz.
Prof. Dr. Hacı Yakup Anat bunları söylerken ağlıyor, Türkistan Marşları dökülüyor dudaklarından sonra. Heyecanlanıyor bu yaşta. Sadece Selçuklu, Osmanlı ata dedemizin değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin de dili böyle, ritmi böyle, melodisi ve sesi böyle. Dokunsanız herkesin göz yaşı dökülecek. Benim de gözlerimin nemlendiğini hissettim. İlerde Akdeniz görünüyor. Ama biz arkadaşlarla SSCB’nin nasıl dağıldığını tartışıyoruz. 21 Mayıs 2001″
Batı Biliyor, Görüyor ve Seyrediyor
Prof. Dr. Hacı Yakup Anat Ankara’da yaşıyordu. Bu sohbetimizden birkaç ay sonra vefat etti, Başkent’te defnedildi. Nurlar içinde yatsın. Bazı torunları hala Türkiye’de.
Çığlığımız elbette duyuluyordu. Ancak yeterli mi değildi. Bu sesimize PhilıpBowring yedi ay sonra da olsa(31.12.2001) kulak kabarttı. InternotionalHeraldTribune’de “Çin Uygurları Rahat Bırakmalı” diye başladı yazmaya , “ikiyüzlü yönetimler” başlığıyla sütunuma aldığım makalesinde özetle şöyle diyordu;
“-Çin Doğu Türkistan’daki Uygur Milliyetçiliğini Taliban ve El Kaide ile aynı kefeye koyuyor. Öne sürdüğü tehdide bu şekilde vurgu yapması ters tepebilir. Çin bölgede hak iddia ediyor. Uygular ise Doğu Türkistan’ın en geniş Türk kökenli topluluğu. Tıpkı bölgenin diğer han olmayan grupları gibi Müslümanlar.
Bowring’in tespitleri önemli:
-Çin bazı münferit olayları köktendinciler diyerek kullanıyor. Terörle bağlantılarını gösteren bir kanıt olmadan düzinelerle Uygur Türk’ü infaz edildi. 11 Eylül sonrasında bu sayı 7 olarak açıklandı. Fakat bu açıklama gerçeğin çok altında.
InternatıonalHeraldTribüne’neki yazı şöyle noktalanıyor:
-Pekin Doğu Türkistan’da hem milliyetçiliği bastırması, hem dini ibadetleri engellemesi, Uygur Türklerini, kendilerine açık destek verecek tek kesim köktendincilerin kucağına sürükleyebilir.”
Yazılarımdan Türkiye Gazetesi de rahatsız olmaya başlamıştı, sadece Türk’e karşı duran siyasilerimiz değil. Rahmetli Turizm ve Tanıtma Bakanı Mustafa Rüştü Taşar ile Londra’da bir iş gezisinde iken, gazeteyle olan ilişkimi kesip yazılarıma son verdiler.
Genaralin Hacı Olması
Emekli General Mehmet Rıza Bekin’in vefatının 5. Yıldönümündeki İstanbul toplantısı bana bütün bunları hatırlattı. İstanbul’da da görüşmelerimiz olmuştu değişik vesilelerle. Toplantıda dinlediğimiz Uygur Türk’ü akademisyenler Bekin Paşa’nın verdiği burslarla, gösterdiği sıcak alakayla aşama kaydettiler.
Mütevazıydi ve insana yatırım yapmakta titiz ve öncelikliydi. Mesut Yılmaz’ın yayınladığı genelgeyi ciddiye almadı, çünkü halkını çok iyi tanıyordu ve bu başbakanlık genelgesi mevta bir metin olarak arşivlere girdi. Artık kimse ne bu genelgeyi ve ne de sesi soluğu çıkmayan Mesut Yılmaz’ı hatırlamıyor bile. “Asya Asyalıların” diyen Rıza Paşa saygıyla, minnetle ve şükranla hatırlanıyor, dualara ortak ediliyor.
RabıtatülAlemi İslami (Dünya İslam Birliği) Genel Sekreteri Muhammet Saka Emini de bir Türk’tü. Çok da güzel Türkçe konuşurdu. Ankara’ya geldiğinde Hilal Yayınevi Sahibi Salih Özcan’ın Ankara Mithatpaşa Caddesi üzerindeki ofisinde buluşurduk. Bir defasında İsa Yusuf Alptekin’den sonra Kral’ın konuğu olarak Rıza Bekin Paşa’nın da Hac Farizasını yerine getirdiğini anlattı. Hemen Doğu Türkistanlıları sordum kendisine. Rıza Paşa nüfus olarak Suudi Arabistan’da bulunan hemşerilerini de ziyaret ederek görüşmüş, işlerini takip etmiş, gerekli yerlere aktarmış, sorunlarını dinlemiş, hacı olmaktan mutlu olmuş. Suudi Arabistan’da çok sayıda Doğu Türkistanlı bulunmakta ve çoğu ticaret yapmaktaydı. Sanırım halen de öyledir.
Asimile Politikası
Günümüzde Mehmet Rıza Bekin Paşalara çok gereksinimi var Türk Dünyası’nın. Yeni örneklerinin de çıkmasına şiddetle ihtiyacımız bulunuyor. Belki bunları da Haziran ayında gerçekleştirilecek Hüseyin Teyci panelinde oturup tartışırız. Her ikisi ve hepsi de nurlar içinde yatsın.
Meseleleri çok iyi bilen ancak çözümü de düşünen Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş anlattı. Ankara’dan bir gün Çin Büyükelçisi aramış. Görüşmek arzu ettiğini bildirmiş. İstanbul’da buluşmuşlar. Çinli diplomat Doğu Türkistanlıların protestolarında Çin Bayrağının yakılmasını konu etmiş. “Sayın Yalçıntaş lütfen bayrağımızı yakmasınlar” deyivermiş Büyükelçi. Artık hiç kınamalarda ve mitinglerde bayrak yakılmıyor. Ancak Çin yönetimi hala Uygur Türklerine karşı uyguladığı insan haklarını inciten uygulamalarından ve asimile politikalarından vazgeçmiyor. Peki Doğu Türkistan’daki bu zulüm nasıl gevşetilir? Düşünmeye değmez mi?