“Türkçe, Dil Bayrağımız”

79

“Avrupa Parlamentosu ve AB ülkeleri Türkiye’de Kürtlerin, kendi dillerinde konuşmalarına, eğitim yapmalarına ve kültürlerini yaşamalarına izin verilmediğini söylüyorlar. Kürt sorunu diye adlandırılan sorunun çözümlenebilmesi için etnik hak olarak Kürtçenin kullanılmasının serbest bırakılmasını istiyorlar. Kürtçeyi Anadolu’nun Güneydoğusunda ve Doğusunda yaşayanların kimliğinin temel unsuru sayıyorlar.” (Gündüz Aktan, Goichi Kojima ya da Kürtçeler, Radikal, 23 Aralık 1998, s.11)
Halbuki “Türkiye – Irak – İran üçgeninde yerleşik bulunan çeşitli etnik toplulukların (Zaza, Goran, Lur, Kelhur, Beluci, Asuri, Dürzi, Feyli, Hawramani, Bahtiyari, vb.) ‘Kürt’ adıyla adlandırılmaları ne kadar yanlış ise, bu toplulukların, dilbilimsel açıdan birbirlerinden farklı olan dillerine, genel bir ifade ile ‘Kürtçe’ denilmesi de o derece yanlış ve hatalıdır.
“1597 tarihinde, Bitlis Sancağı Beyi Şeref Han tarafından yazılan Şerefname’de, ‘Kürt’ diye nitelendirilen topluluklar, konuştukları dillere göre; Kurmanci, Lor, Kelhur, Goran (Şeref Han, Şerefname, Çev: M. Emin Bozarslan, İst. – 1971, s. 22) şeklinde tasnif edilmişlerdir.
“Tasnifi yapılan dillerin her biri de kendi içerisinde çeşitli konuşma gruplarına (lehçe, şive, ağız) ayrılmaktadır.” (Ziya Baran, Eğitim Dili Gerçeği ve Kürtçe, Zaman, 12 Ocak1999, s.15)
Rojgi denilen Bitlis Kürtlerinin kendi aralarında kullandıkları sözler vardır ki bunları diğer yerlerdeki Kürtler anlayamazlar. (Mehmet Zıllioğlu Evliya çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Cilt: 3 – 4, Üçdal Neşriyat, İstanbul – (Tarihsiz), s: 1168.)
XVI. asrın meşhur seyyahı Evliya Çelebi, bölgeye ait izlenimlerini aktarırken: “Burada çeşitli (16 farklı) diller konuşulmakta olup bunlar: Zaza, Lulu, Hakkari, Avniki, Mahmudi, Şirvani, Cezrevi, Pesani, Sencari, Hariri, Erdelani, Sorani, Halifi, Cenvani, İmadi ve Roziki lisanlarıdır.” Der.(a.g.e. s: 1152)
“Diyarbakırlı sosyolog Ziya Gökalp de, 20. yüzyılın başlarında bu konuyu irdelerken; Kurmanci, Zaza, Soran, Goran, Lur, Bahtiyari, Kelhur, Feyli, Lek gibi dil / (ve) lehçeleri saydıktan sonra, şu değerlendirmeyi yapar:
“Kürtçenin birbirinin mensupları tarafından kat’iyyen anlaşılmayan dört muhtelif lisana (Kurmanc, Zaza, Soran, Lur) alem olduğu anlaşılıyor. Bu dört lisanın sahipleri birbirinin dillerini anlamazlar. Dolayısiyle aradaki farklar lehçe farkları değil, lisan farklarıdır. Bu dört dilin her biri, lisaniyat itibariyle müstakil bir lisandır. Her biri müteaddit (çeşitli) lehçelerden de mürekkeptir.’ (Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler -Haz: Şevket Beysanoğlu- İstanbul – 1992, s: 24, 25, 95, 96.)
“Irak Kürtlerinden Prof. Tevfik Vehbi’nin tasnifi ise; 1.Zaza, 2.Goran (Hawrami, Zengene, Kakeyi, Bajelan), 3. Lurhi (Mamesani, Kelhori, Feyli, Laki, Baxtiyari), 4. Kurmanci (Bahdinan, Hekari, Asthi, Bohtan, Beyazidi), 5. Sorani (Seneyi, Suleymani, Mukri) (Tori, Ferheng, Kurdi – Tırki, İstanbul – 1992, s: 6,7.) şeklindedir.
“Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi eski Genel Sekreteri Dr. Şıvan da; Kurmanci, Sorani, Zazaki, Gorani, Hevramani lehçelerini saydıktan sonra, ‘Bunların yanı sıra, büyük aşiretlerin ve vadilerin de kendilerine özgü birtakım şiveleri vardır.’ (Dr. Şıvan, Zmane Kurd / Kürt Dili, İstanbul – 1976, s: 28,29.) demektedir.
“Nitekim, yine bir Kürt orijinli olan Mesud Fani’nin; ‘Kürtçe bir göçebe dili sınırını aşamamış, bunun yanı sıra da, biri diğerinden farklı birçok lehçe meydana gelmiştir. (Messoud Fany, La Nation Kurde et son Evolution Sociale, Paris 1933, s:85, 86; Türkçe Basım: Mesud Fani (Bilgili), Kürtler ve Sosyal Gelişimleri, Ankara 1993, s: 44)’ şeklindeki sözlerinin üzerinde de düşünülmesi gerekmektedir.
“Öte yandan; bazı Kürtçü ideologların politik çıkarlar gereği ‘Kürtçe’ye dahil ettikleri
bazı dilleri (Zazaca, Goranice, Lurca, vs.); V. Minorski, David N. Mackenzie, Joyce Blau, Karl Hadank, Oskar Mann, Meyer Benedictsen, Peter Alford Andrews vb. gibi tanınmış bilim adamlarının yanı sıra, bazı Kürt yazarları da Kürtçe’nin dışında tutmuşlardır.
“Örneğin; Şeref Han, Kamuran Ali bedirxan, Ciğerxwin vb. gibi bazı Kürt tarihçi ve dilcileri, Zaza dilini Kürtçe’den ayırmışlardır. Ayrıca, Zaza orijinli yazar ve araştırmacılar da, Zazaca’nın Kürtçe’den ayrı ve bağımsız bir dil olduğu görüşündedirler.
“Mesud Fani’nin deyişiyle; ‘bir göçebe dili sınırını aşamamış olan Kürtçe’nin , onlarca lehçe, yüzlerce şive ve ağız farklılığı yansıtan özelliği, onun ‘eğitim dili’ olmasına imkan vermemektedir.
“Kürt dili için hangi lehçenin temel alınacağı konusu da öteden beri Kürt yazarları arasında tartışma konusu olmuştur. Örneğin, Iraklı Kürtler Soranice’de ısrar ediyorlar. Celadet Bedirxan, kendi dili olan Kurmanci’nin Botan şivesini öneriyor. Kürt tarihçi M. Emin Zeki ise Mukri lehçesinde ısrar ediyor. Ve şu gerekçeyi sunuyor: ‘Etnografik, filolojik, coğrafik durumlar, tarihi belgeler, rivayetler, toplumsal kanıtlar gösteriyor ki, Sabalah bölgesindeki Mukri Kürtleri’nin lehçelerini Kürt dili için temel olarak almamız gerekir. (M. Emin Zeki, Kürdistan Tarihi, İstanbul – 1977, s: 174)’ Başka Kürt yazarları da daha başka lehçeleri öneriyorlar.
“Bir ‘kabile dili’ özelliğine sahip bulunan ve adına ‘Kürtçe’ denilen ‘Kurmanci’yi öne çıkararak, bunu yazı dili haline getirme gayreti içerisinde bulunan çevrelerin yazdıklarını halk okuyamamakta ve anlayamamaktadır. Çünkü, en gelişmiş lehçe olarak kabul edilen Kurmanci bile yazı diline uyarlanamamaktadır. Kurmanci’de karşılığı bulunmayan kelimeler, başka dil ve lehçelerden alınarak dildeki yetersizlik giderilmeye çalışılmaktadır.
“Kürtçe’ adı altında birleştirilmek istenen Kurmanci, Sorani, Gorani, Luri, Zazaki vb.
gibi kabile dillerinin eğitim – öğretim dili olamayacağı gerçeğini, Kürt orijinli yazar, eğitimci ve politikacılar da kabul etmektedirler.
“Bölgenin coğrafi şartları, konuşma çeşitlerini birbirlerinden  büyük farklılıklar gösteren bir biçimde kesin sınırlarla ayırmıştır. Öyle ki, bazı yörelerde, bir köyde konuşulan diyalekt (lehçe) ile komşu köyde konuşulan diyalekt arasında bile anlaşılırlığın olmadığı görülmüştür. Her bir konuşma çeşidi, fonetik ve morfolojik bakımdan ancak kendi içlerinde ortak noktalar ihtiva eden diyalektler grubudur. Her bir diyalektin, bir bölgede veya komşu bölgelerde çok dar bir alanda kendi içinde anlaşılabilirliği söz konusudur.
“Tabii ki dili anlaşılmaz hale getiren bu duruma halk da tepki göstermektedir. Bunun da ötesinde asıl sorun, Kurmanci’nin diğer dil veya lehçeleri (Zazaki, Gorani, Luri, Sorani, Bahtiyari, Feyli, Leki, Kelhuri, Mukri, Şexbızıni, vb.) konuşanlara dayatılmasında yaşanmakta, bölgedeki diğer dilleri / lehçeleri konuşanlar, Kurmanci konuşup yazmaya zorlanmaktadır.
“(Oysa) gerçek dil, kullanıma hazır geniş bir kelime hazinesi olan yazılı – eğitim dilidir.
“Kelime hazinesi çoğunlukla başka bir dile ait ise, cümle teşkili ve ifade şekli başka bir dilden alınmışsa, morfoloji sistemi dengesizse, kendine ait ve dilin özelliklerini koruyan bir alfabesi yoksa, edebiyat ve eğitim düzeyine geçememişse, konuşulduğu yöreye göre değişiklikler arz ediyor ve o belirli yörede sınırlı kalıyorsa, bu ilkel anlaşma dillerinden birini tanımlıyor demektir. Bu iletişim şekilleri, sadece vernaküler olup, eğitim ve kültür dili olamazlar. (Prof. Dr. Mehlika Aktok Kaşgarlı, Kürt Uygarlığı ve Ağızları Hakkında Düşünceler, Ankara 1991, s: 20 – 21) ‘Kürtçe’, buna en güzel örnektir.
“İstanbul’da kurulan Kürt Terakki ve Teavün Cemiyeti (1908) ve Kürdistan Teali Cemiyeti (!918) ile Lübnan’da teşkil edilen Hoybun Cemiyeti’nin (1927) kurucuları arasında yer alan Diyarbakır / Erganili Dr. Mehmet Şükrü Sekban, 1933’te yayınlanan kitabında; Irak’ta, Kürtçe konuşulan Süleymaniye ve diğer bazı kentlerde, Kürtçe eğitim yapılmasına rağmen
hiçbir olumlu neticenin alınamadığını, çünkü Kürtçe’nin en temel ihtiyaçlara bile kafi gelmeyen bir dil olduğunu ve bununla kültürde ilerleme sağlanamayacağını (Dr. Mehmet Şükrü Sekban, …Türkçe basım: Kürt Sorunu, İstanbul – 1970, s: 24 – 25) belirtmiştir.
“Fransa / Strasbourg Üniversitesi’nde dilbilimi profesörü olan Japon asıllı Goichi Kojima, 1970 – 1986 yılları arasında Türkiye’ye hemen her yıl yapmış olduğu seyahat ve incelemelerden edindiği izlenimlerini anlattığı kitabında:
“Kürtçenin bir dil değil, ancak bir diyalektler topluluğu olduğunu, Kurmançça ve Zazacanın gramatik özellikleri ve kökeni itibariyle büyük farklılıklar gösterdiğini ve pek çok alt diyalekte ayrıldığını, dolayısiyle bölge insanının tamamının birbiriyle anlaşmasını sağlayabilecek ortak iletişim yaratma özelliğinden yoksun olduğunu, Türkiye’de üç grup Zazaca, beş grup Kurmançça konuşulduğunu, bunların birbirlerini hiçbir şekilde anlamadıklarını, aslında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da her 40 – 50 km’de yeni bir ‘Kürtçe’ oluştuğunu, tüm bu dillerin yazılı şekli olmadığı gibi, edebiyat ve kültür dili düzeyine de ulaşmadıklarını, bu nedenle eğitimde, ‘Kürtçe’lerden birini seçip öteki gruplara dayatmanın ne pratik ne de insan haklarına uygun bir iş olamayacağını’ (Prof. Dr. Goichi Kojima, Türkiye’nin Bir Başka Veçhesi, Japonya 1991, s: 200) ifade etmiştir.” (Ziya Baran, Eğitim Dili Gerçeği ve Kürtçe, Zaman, 12 Ocak 1999, s: 15)
“Japon asıllı büyük dilci Kojima…Türkçeyi aksansız konuşuyor. Ayrıca 25 civarında dili şarkılarıyla, masallarıyla biliyor. Üç ayda bir dil öğrenebiliyor.
“Türkiye’deki diller konusunda yazdığı 11. 9. 1986 tarihli raporun bir nüshası bende de var. Kendisi o zaman Lyon Üniversitesi’nde öğretim üyesiydi. Tanıştığı dönemin Lyon Başkonsolos’u Büyükelçi Özcan Davas’a bu raporu vermiş.
“Yıllar süren bir çalışmadan sonra 1985 yılına gelindiğinde Kojima, Türkiye’nin yaklaşık yüzde 80’inde konuşulan dilleri ve diyalektleri 56 olarak saptamıştı.
“Dolaşmadığı yüzde 20’lik bölümde de aynı oranda dil olması halinde ülkede 70 – 71 civarında dil olabileceğini iddia ediyordu.
“Kojima’nın bulgularına göre Kürtçe diye tek bir dilden söz etmek doğru değil. Olsa olsa Kürtçeler grubu var. Bu grubun içinde sayılan Zazaca ve Kirmançi iki ayrı dil. Yani Zazaca Kürtçenin bir kolu değil. Zazaca ve Kirmançi gruplarının temel kelime hazneleri karşılaştırıldığında ortak hiçbir kelime yok.
“Ayrıca Zazaca kendi içinde üç, Kirmançi beş alt gruba ayrılıyor. Bu alt gruplara mensup olanlar da kendi aralarında adeta tümüyle farklı diller konuşuyorlarmış gibi anlaşamıyorlar.
“Kojima aslında her 40 ila 50 kilometrede yeni bir Kirmançi oluştuğunu, bu nedenle
sözgelimi Kirmançi’nin 50 çeşidinin türediğini, bölgenin dağlık olmasının buna yol açmış olabileceğini söylüyor.                  
“Paris’teki Kürdoloji Enstitüsü’nün Zazaca yazılı metinleriyle Kirmançi’nin gerçekten tek yazılı türü olan Süleymaniye Kirmançisi’yle yazılmış metinleri Anadolu’da kime okuduysa anlamamış.
“Raporunda Kirmançi diyalektlerinin yeterli kelimeye sahip yazı dilleri olmadıklarından eğitime de elverişli olmadıklarını yazıyor. Bunlardan bir eğitim dili yaratmak için bir Kirmançiyi seçip yoğun biçimde Türkçe kelimelerle doldurduktan sonra, adeta yabancı bir dil gibi diğer Kirmançi bölgelerine dayatarak öğretmek gerekeceğini vurguluyor.” (Gündüz Aktan, Goichi Kojima ya da Kürtçeler, Radikal, 23 Aralık 1998, s: 11)
“Kojima’nın raporunda dendiği gibi, Kirmançi ve Zazaca iki ayrı dil grubuysa, Zazaca Kürtçe değilse, Kirmançi kendi içinde birbiriyle anlaşamayan beş alt gruba, her alt grup da kendi içlerinde hiç veya tam anlaşamayan sayısız gruplara ayrılıyorsa, bunların hiçbiri yazılı eğitim dili değilse ve Türkiye’de böyle 70 civarında dil varsa, bu bulguların ‘Kürt sorunu’ üzerinde çok önemli etkileri olacağı açıktır.
“Nitekim Kojima’nın Le Monde’a 30 Kasım tarihli mektubu, Türkiye’de toplumun Türkler
ve Kürtler olmak üzere ikiye ayrılamayacağını, zira böyle oluşturulan Türk ve Kürt grupların altında çok sayıda birbiriyle anlaşamayan dil ve diyalekt bulunduğunu teyit ediyor.
“Sorun, Kojima’nın işaret ettiği gibi, Kirmançi diyalektlerinin neredeyse sayısız parçaya bölünmüş olması ve temel kelime haznesinin yetersiz bulunması dolayısiyle, dilbilim açısından yarattığı olağanüstü güçlüklerden kaynaklanıyor.” (Gündüz Aktan, Kojima’nın
Düşündürdükleri, Radikal, 30 Aralık 1998, s: 11)
“1996 Mart ayında Başbakan Mesut Yılmaz’ın Iğdır’da yaptığı konuşmadaki açılımından sonra, Kojima’yı Türkiye’ye, Dışişleri Bakanlığı’na davet ettim ve kendisine beş Kirmançi alt grubu için ortaokullarda haftada birkaç saat okutulacak seçimlik ders kitapları hazırlayıp hazırlayamayacağını sordum. Gülerek buna imkan olmadığını, zira her alt grubun altında da çok sayıda birbiriyle anlaşamayan diyalektler bulunduğunu söyledi.” (Gündüz Aktan, Goichi Kojima ya da Kürtçeler, Radikal, 23 Aralık 1998, s:11)
“Bütün bu açıklamalar çerçevesinde söylenebilecek husus şudur: Her şeyden önce, onlarca dil / lehçe / diyalekt ile yüzlerce şive ve ağızı ‘Kürtçe’ adı altında toplamak, bilimsel gerçeklere aykırıdır. Bununla birlikte, Kürt politik çevrelerince öne çıkarılmak istenen ‘Kurmanci’ dilinin, eğitim-öğretim için yetersizliğinin yanı sıra, diğer dil / lehçe / diyalekt ve şiveleri konuşanların da bu dilden (Kurmanci) eğitime tabi tutulmak istenmesi, eğitim dili yaratmak adına yapılan bir zorlamadan ibarettir ve aynı zamanda bölgede diğer dil ve lehçeleri ‘konuşan’ geniş kitleleri de yok sayan anti-demokratik bir yaklaşımdır.” (Ziya Baran, Eğitim Dili Gerçeği ve Kürtçe, Zaman, 12 Ocak 1999, s: 15)
Naklettiğimiz bu bilgiler doğrultusunda, Genelkurmay’ın açıklamasındaki isabet derecesi, her türlü takdirin üstündedir:
“Kürt diliyle eğitim ve TV yayınlarının uygulama alanına konulması pratikte mümkün değildir. Bu zorluk beş lehçe ve çok miktarda ağız farklılığından ileri gelmektedir. Ayrıca Türkiye’de Türk kimliğiyle bütünleşmiş bir çok değişik köken aleyhine Kürt kökenli vatandaşlara ayrıcalık tanınması Anayasa’nın eşitlik ilkesiyle bağdaşmayacağı gibi, eğitim birliği yasasıyla da bağdaşmaz.
“Genelkurmay’ın açıklamasında, Batılı ülkelere (de) şu uyarıda bulunuldu:
“…Türkiye’deki devlet görevleri ve kademelerinin, köken farkı gözetmeden herkese açık olduğuna dikkat çekilen açıklamada: ‘Hangi kökenden gelirse gelsin, vatandaşlarımız istediği okula gidebilir, istediği mesleği seçebilir.’ Denilerek şu görüşlere yer verildi: ‘Hiç kimseye, hiçbir yerde ve hiçbir alanda yaşam, can ve mal güvencesi, hukuk ayrımı yapılmaz. Dillerini, konuşma ve isim koyma gibi kültürel içerikli konularda hiçbir kısıtlama yoktur.’ ” (Ankara – Reuters, Milliyet, 5 Aralık 1998, s: 15)
Sonunda, bu gerçeği kavrayanlardan biri olan mezkur “Dr. Şükrü Mehmet Sekban, 1881’de Ergani’de doğmuştur. 1903 yılında Yüzbaşı rütbesi ile Askeri Tıbbiye’den mezun olmuştur.
“…Emperyalist devletlerin el altından destekledikleri Kürtçülük akımı ülkemizde başlamıştı. Kürtçü çevrelerle temas kuran Dr. Sekban, 1908 İkinci Meşrutiyeti’nden sonra kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti kurucuları arasında bulunmuş, Kürtçülük davasının bir numaralı savunucularından olmuştur.
“Dr. Sekban, ayrıca 1912’de kurulan Kürt Üniversite Öğrencileri Derneği olan Hevi Cemiyeti’nin kurucularından olmuş, bu cemiyeti yönetmiştir. Daha sonraki yıllarda, Mayıs 1918’de Seyid Abdülkadir’in başkanlığında kurulan Kürt Teali Cemiyeti’nde de yönetim kurulu üyesi olarak bulunmuştur. Dr. Sekban, Seyid Abdülkadir, Emin Ali Bedirhan ve cemiyetin diğer üyeleriyle birlikte yabancı elçiliklere gitmiş, muhtariyet için muhtıralar vermiştir…18 Aralık 1923 tarihinde Beyrut’ta ve yine bu sıralarda Kahire’de yayınlanan iki mektubu ile de Kürtlere muhtariyet verilmesini ve Kürtçe’nin resmi dil olmasını savunmuştur.
“Hoybun Komitesi’nin başkanlığını da yapan Dr. Sekban, Cemiyet-i Akvam’a Kürtler
hakkında bir mektup göndermiştir.
“Ancak, derin araştırmalar sonucunda gerçeği gören Dr. Şükrü Mehmet Sekban, 1933 yılında Paris’te Fransızca olarak ‘La Question Kurde’ (Kürt Meselesi) adlı kitabını yazmıştır. …1960 yılında, İstanbul’da hayata gözlerini yummuştur.
“Araştırmasında, Kürtlerin Türk olduklarını ilmi delilleriyle ortaya koyan Dr. Sekban, ayrıca Kürtçe’nin eğitim için yeterli bir dil olmadığını ve Irak’ta Kürtçe eğitim yapıldığı halde hiçbir sonuç alınamadığını da kaydetmektedir.
“Ömrünü, emperyalist devletlerin çıkardıkları mesele uğruna harcamış, ancak aklının ve vicdanının sesine kulak vererek, hiçbir tesire kapılmadan yaptığı derin araştırmalar sonunda hakikati görmüş bir ilim adamı olarak, Dr. Sekban’ın araştırması, hepimize rehber olmalıdır.” (Prof. Dr. İsmet Miroğlu, Tarih ve Medeniyet, Ekim 1996, s: 4)
Eğitim dili gerçeği ve Kürtçe konusunu yakın tarihten bir tespitle noktalayalım: (Muş eski milletvekili Gıyasettin Emre’nin, Menderes’le ilgili hatıralarından bir bölümün özeti:)
“Menderes’in Kürtçe konusundaki tavrı:
“Günümüzden tam 40 yıl önce… Başbakan Adnan Menderes, ilk defa ziyaret ettiği Muş’ta görülmemiş bir kalabalık tarafından karşılanıyor ve tren istasyonu yanında kurulan kürsüde, çok heyecanlı, coşturucu bir konuşma yapıyor.
“Onun ardından, Meclis Başkanı Refik Koraltan halka hitap etmektedir. Birden bire vali, emniyet müdürü, koruma görevlileri ve polisler paniğe kapılıyor. Çünkü, Menderes ortadan kaybolmuştur. Neden sonra, kan ter içindeki koşuşturmalar noktalanıyor ve herkes rahat (bir) nefes alıyor. Menderes, miting alanından hayli uzak bir bostanın çadırı altında, bir vatandaşla sohbet ederken bulunmuştur.
“O sırada, bostan sahibi vatandaş, radyo yayınlarını ve Menderes’in konuşmalarını anlayamadıklarından yakınmaktadır. Çünkü 7-8 kişilik ailesinde, kendisinden başka Türkçe bilen yoktur. Çevredeki tablo da o durumdadır. Kısacası, adam Kürtçe yayın istemektedir.
“Menderes, Kürtçe’nin 4 lehçesi (Kurmançi, Gorani, Sorani, Dımıli) olduğunu, bu ayrı lehçeleri konuşanların birbirlerini zaten hiç anlamadıklarını izah eder. ‘Müşterek bir diliniz yok mu?’ sorusuna ‘Türkçe’ cevabını alınca da: ‘O halde, müşterek dili bir yaygınlaştıralım, herkes öğrensin. Bunun için okullar açalım, böylece birbirimizle rahatça konuşuruz. Dolayısiyle, çocuklarınızın Türkçeyi öğrenmesi daha iyi olacaktır’ der. Ve vatandaşı ikna eder.
“Kürtçe eğitim, Kürtçe televizyon tartışmaları günümüzde oldukça yaygın. Önüne gelen, aklına estiği şeyi söylüyor.
“Aynı konuda, 40 yıl önceki sorumlu bir devlet adamının yaklaşımı işte böyleydi. -Yeni Asya, 5 Ağustos-” (Tarih ve Medeniyet, sayı:30, Ağustos-Eylül 1996, s: 69)
Yani rahmetli Menderes, ta o zamanlarda bile, vatanın birlik ve dirliğini ancak Dil Bayrağımız olan Türkçenin sayesinde ve gölgesinde mümkün görüyor. Ki zaten doğrusu da budur.

Önceki İçerikKocaeli Milletvekili Adaylarına
Sonraki İçerikHocam Nevzat Yalçıntaş, iki konferans ve İki yeni kitap
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.