Kocaeli Türk Ocağının
davetlisi olarak Hilmi Özden 18 Aralık 2021 günü “Türk Romanında Zorunlu Göç”
başlıklı bir konferans vermiştir. Dr. Özden özetle şunlardan bahsetmiştir:
Yıllardır Türkiye
coğrafyasının etrafında devam eden savaşlar sonucu var olan göç gerçeğinin
sosyologları, siyasetçileri ve sanatçıları meşgul edeceğinin görülmesi göç
konusunun edebiyat alanında da incelenmesinin gerekliliğini düşündürmektedir.
Bilindiği gibi “göç” yüzyıllardır insanlığı meşgul etmeye devam etmektedir.
Türkler zorunlu göçe maruz kalan nadir milletlerdendir. Zorunlu göçü ele alan
roman, hikâye vd sanat türleri gayet sade bir dili tercih etmişlerdir. Bunun
nedeni eserlerin yazarlarında sanatsal kaygılardan ziyade gerçeği yaşandığı
gibi okuyucuya aktarma duygu ve düşüncesinin hâkim olmasıdır.
Türk yurtlarından
Türkiye’ye zorunlu göçler roman, hikâye, sinema, şiir gibi birçok sanat dalı tarafından
işlenmiştir. Bu eserler göç öncesi, sırası ve sonrası yaşanan sosyal, kültürel
ve psikolojik sorunları ele almaktadır. Göç sürecine katılan veya ana
vatanlarında geride kalan insanlar olmuştur. Türk göçlerinin önemli bir kısmı
topyekûn sürgün şeklinde gelişmiştir. Bu insanlar yüz yıllardır yaşadıkları
toprakları Kırım sürgününde olduğu gibi bir gecede yahut Balkan ve Kafkasya
sürgünlerindeki gibi haftalar veya aylar içinde kaybetmişler sonrasında Osmanlı
topraklarına gelmişlerdir. Sibirya ormanlarına veya Türkistan bozkırlarına
sürülenler Türk boyları büyük sorunlarla yüz yüze kalmışlardır.
Türk tarihinde Kırım,
Kafkasya, Balkan ve diğer yurtlardan olan göçler çoğunluktadır. Türk
edebiyatında zorunlu göç/sürgün romanlarından Cengiz Dağcı, Emine Işınsu,
Samiha Ayverdi, Sevinç Çokum, Mehmet Niyazi, Osman Çelik gibi yazarların
eserleri bu alanda yazılmış değerli eserlerdir. Romanların tarihî konuları
kapsaması sebebiyle tarihî hakikatlerle uygunluğu da önemlidir.
Eğer Türk milleti yeniden
göç acıları yaşamak istemiyorsa zamanı ve coğrafyayı iyi okuması gerekmektedir.
Türkiye geçmişteki benzerlerini yaşayabileceği göç riski ile karşı karşıya
bulunabilir. Türkiye’ye Libya başta olmak üzere Afrika ülkeleri, Suriye,
Irak, İran ve Afganistan gibi Asya ülkelerinden gelen sığınmacıların statüsü
ile romanlarda görülen Türk yurtlarından göçlerin durumu karıştırılmamalıdır.
Suriye ile Afganistan’dan vd. ülkelerden başlatılan göç hareketinin nedeni
Türkiye’yi bir Türk vatanı olarak bırakmak değil her türlü tehlikeye açık
kültürel gecikmeli halklar ile çatışmaların ortaya çıkabileceği bir coğrafya
oluşturmaktır. Örnekleri Kırım, Kafkasya, Türkistan, Irak ve Balkan
coğrafyasında görüldüğü üzere Türk nüfusu önce azınlığa düşürülmüş sonra
Türkler göçe zorlanmıştır.
Türklerin terk etmek
zorunda kaldıkları coğrafyalar binlerce yıldır Türk vatanıdır. Eğer göç
tarihinden ve göç romanlarının vermek istediği mesajlardan Anadolu Türkleri ve
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ibret almazsa kaderi Kırım, Kafkasya, Kerkük ve
diğer coğrafyalardan farklı olmayacaktır. Türkler binlerce yıllık Türk
yurtlarından Kırım, Kafkasya, Türkistan’da Rusları, Kerkük’te Arapları,
Balkanlar’da diğer Slav unsurları duygusal bir yaklaşımla misafir etmişler daha
sonra o insanların Türkleri yabancı ve azınlık durumuna düşüreceklerini tahmin
bile edememişlerdir. Bunun bedeli Türklerin katliamlara maruz kalması, korku ve
panik içinde yurtlarını terk etmeleriyle ödenmiştir.
Geçmişten ders almayan milletlerin
bugünleri ve yarınlarının olamayacağı bir gerçektir. Edebiyatçılar başta olmak
üzere sanatçılar eserleriyle mensup oldukları milleti tehlikelere karşı uyarmak
zorundadır. Milletlerin felaketi insanlığın felaketine de zemin hazırlar. I.
Dünya Savaşı Osmanlı Devleti’nin paylaşılması için çıkarılmıştır. II.
Dünya Savaşı da Osmanlı’dan kalan Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Doğu Avrupa
coğrafyasının yeni sahiplerini bulma kavgasıdır. Dünyanın her geçen gün
savaşlar yaşadığı ve daha da büyüklerine yaklaşıldığı asrımızda edebiyatçıların
özellikle göçle ilgilenenlerin sorumluluğu büyüktür. Edebiyatçılar ve
tarihçiler aynı zamanda milletlerine uğrayabilecekleri felaketleri önceden
hissederek yahut tarihten örnekler vererek millî şuuru güçlendirir.
Geçen dört yüz yıl boyunca
Rusya, Kazan ve Kırım’da Türklerin nüfusu katliamlarla ve sürgünlerle azaltılmıştır.
Kafkasya, Türkistan, Balkan, Batı Trakya, Girit ve adalar Türklüğü de son yüz
elli yahut iki yüz yıldır asimilasyonla veya işgal sonrasında göçe tabi
tutulmuştur. Gelecekte Türkiye Türklerini bekleyen tehlike Türkiye’de
Türklerin azınlığa düşmesidir. Çünkü emperyalist ülkelerin büyük hedefi
Türkiye’dir. Göç romanlarının sadece dünü anlatmadığını bir kez daha
hatırlatmakta fayda vardır. Türkiye’nin çevresinde ve Afrika ülkelerinde
çıkarılan savaşlar nedeniyle insanlar yurtlarını terk ederek Türkiye’ye göç etmektedir.
Bu göçlerdeki amaç Türkiye Türklerinin sosyal bunalımlara düşürüldükten
sonra Türk kültürüne yabancı kitlelerin Türkiye için sorunlar oluşturmasıdır.
Diğer uluslarla barış
içinde yaşayacağını sanan duygusal bakış sahibi insanların 1990’ların
Bosna-Hersek katliamlarını unutmamaları gerekmektedir. Osmanlı ve diğer Türk
yurtlarındaki devlet idarecilerinin yaptıkları hatalardan ders çıkarılması icap
etmektedir. Türkiye’nin en temel sorunu demografik dengenin Türkler aleyhine
bozulmasıdır. Bu “demografik savaş” gerçeği yani nüfus ve nüfuz oyunu unutulmamalıdır.
Kırgız Türklerinin
tanınmış romancısı Cengiz Aytmatov’un “Ey güzel vatan! Sen varsan bizde varız
sen yoksan bizde yokuz bizde yokuz” veciz ifadesi her zaman hatırlanmalıdır.