Türk Lisanı ve Kundakçıları

72

 

Lisan ve Dil; toplulukların millet mahiyetini almalarında, en büyük payı yüklenen bir unsur hüviyetini dünya durdukça daima muhafaza edecektir.

Lisan; milletlerle meydana gelen fakat hayatiyetini tek başına, kendine has vasıflarla koruyan, böylece canlılığını her devirde her nesille yeni baştan tazeliyen ölümsüz, bir canlı hükmündedir.

Lisan hayatiyetini öyle kendine has kanunlarla kayıt altına almıştır ki, ona müdahale etmek isteyen ilim de mantık da; dalgakırana çarpan, şâha kalkmış dalgaların meyusiyetine uğrar, pişman olur, mahçup düşer. Âdeta arzu ve istekleri kursağında kalır.

Lisan; millet fertlerini yekvücut bir kütle halinde kalmasını sağlayan görünmez bağların mihrak noktasıdır. O yaygın ve bilinir olduğu müddetçe, millet medeniyet yolunda ve âhenkli bir surette yarınlarına güvenle adım atabilir. Ancak onun sıhhat derecesi sayesinde milletçe bir bütünlük arzetmek imkânına kavuşur.

Lisan, insanın varlığıyla kaim olan unsurların içinde, hür kalmaya alışmış, istiklâlini tanımayana yüz çeviren, hele kendisine müdahaleye asla rıza göstermeyen, milletin canlı yegâne uzvu, sanki âb-ı hayatı, can suyudur.

Bu kadar büyük hususiyetleri muhtevi olan, içeren lisanın kıymet derecesini; kalemlerimiz ifadeden âcizdir. İşte böyle meziyetlerle müstakil ve bağımsız bir mâna ve hüviyete bürünen, apayrı bir mahiyet arzeden, lisanların en şereflilerinden biri saydığımız Türk Dili’nin başına gelenler, dünyada hemen hemen başka hiçbir lisanın başına gelmemiştir.

Hür doğmuş, fıtrat ve yaratılışı icabı hür yaşamak isteyen Türk Dili’ne zaman zaman müdahaleler yapılmış, ona karışılmış. Bazen öz vatanında, öz yuvasında bile öksüz ve yetim muamelesi görmüş, unutulmuş ve uzun zaman bir kenara itilerek kaderiyle başbaşa bırakılmıştır.

Yine de ölüm kalım savaşından asla fütur getirmiyerek; asırlarca süren bir mücadele sonunda yine istiklalini, bağımsızlığını kazanmakla beraber, onun temiz sinesinde tünemek isteyen gafiller; gövdesinde yara açmaktan; tedrîcen, yavaş yavaş onu ölüme mahkum edecek tavır ve davranışlardan el çekmemişlerdir!

Şüphesiz asırların ötesinden, Türklerle beraber var olan bu şerefli Türk Lisanı, Türkle birlikte var olmasını bilmiş, yine de bilecektir.

Bundan kuşkumuz yok. Lâkin birer baykuş misali Türk Dili’nin aguşunda, kucağında kendi menhus ve uğursuz seslerini aksettirecek bir melce arıyan, haddini bilmezlere de hadlerini bildirecek, Türk Dili’nin sahipsiz olmadığını haykıracak güçte olduğumuzu göstermeyi en vazgeçilmez bir millî görev sayıyoruz.

Bütün bu maruzattan, söylenenlerden sonra sadede, asıl konuya gelelim.

Lisaniyatçı geçinen acemi, kabiliyetsiz, sözde mütehassıs müsveddeler elinde, yatırıldığı ameliyat masasında didik didik edilmekte; Türk Lisanı art niyetli göstermelik gayretlerle kurtarılma ameliyesi altında komadan komaya sokulmakta, bu hâl her Türk münevver ve aydını dilhun edip, kan ağlatmaktadır.

Halbuki Türk Dili; Türk’ün tarihi kadar eski, bugünkü nesil kadar  yenidir.

Türkler; dünyanın en sarp yerlerinden bir çığ gibi kopmuş, üç büyük kıt’ada kol gezmiş, at oynatmış, çeşitli kavimlerle münasebet kurmuş, kültür alış verişinde bulunmuştur.

1007

Ülkeler fethetmiş, şehirler zaptetmiş, en şaşılası ve göz kamaştırıcı tarafı ise gönüllerde taht kurmuştur. Bunun için kendisini, sevk ve idarede fıtraten, yaratılıştan yetki sahibi sayan Türk Milleti, bu noktadanhareketle, dünya milletlerinin büyük bir kısmını egemenliği altına almış. Onları Türk Adalet Güneşi altında; rahat, müreffeh bir hayat tarzına kavuşturmak için, imanından aldığı güçle, sayı azlığına bakmıyarak cihangirlik aşkıyla, içi içine sığmaz bir hâlde, kıt’adan kıt’aya yel gibi esmiş. Sel gibi akmış. Irmaklar misali coşmuş. Netice itibariyle en sonuncusunu teşkil eden 600 küsur senelik bir imparatorlukla, dünyanın üç kıt’asına Türk’ün Tapusu hükmünde addedilen eserlerini hâk etmiş, kazımıştır.

Tarihin bir daha zor kaydedeceği, erişilmesi imkânsız işleri; Türk’e has bir şekilde başarmıştır. Şanlı Osmanlı Devleti’nin sayısız devletleri bir merkeze bağlamak sonucu elde ettiği maddî  vahdete, birliğe muvazi ve koşut olarak, kültür sahasında yaptığı vahdet de şayan-ı hayret bir azamet ve büyüklüktedir.

Yazık ki: “İlk mektep kitapları acaip halde. Orta mektep ve lise kitapları tam mânasiyle bir facia. Rûhiyat kitaplarının hâli yürekler acısı. Bütün bu acâipliklere bir nihayet vermek ve dil inkılâbı adı altında oynanan bu komedyayı artık tatil eylemek zamanı gelmiş olduğundan dokuzuncu büyük millet meclisi nihayet bu mevzuu ele almak suretiyle çok hayırlı bir adım atmıştır.” (Türkçe’ye Avdet’ten, Son Posta 26 Şubat 1952)

İçimiz kan ağlıyarak okuduğumuz ve sonunda yüreklerimize su serper mahiyette bir kurtuluş müjdesini de muhtevi ve içeren bu satırlar; bundan yıllarca önceki bir İstanbul gazetesinden iktibas edilmiş, alınmıştır.

Şüphesiz:  “…dokuzuncu büyük millet meclisi, nihayet bu mevzuu ele almak suretiyle çok hayırlı bir adım atmıştır.” Şeklindeki yüz ağartıcı müjdenin nasıl bir seyir takip ettiğini, müşahhas ve somut bir şekilde; bugünkü hâlin ibret-nüma vaziyeti; gözler önüne sermektedir. Velhasıl netice hazindir, elîmdir. Üstelik kangrenleşmek üzere olduğu da söz götürmez bir hakikattir.

Aradan uzun bir zaman geçtiği halde; beka ve geleceğimizin en büyük mesnedi, dayanağı addedilen, sayılan millet binasının temel taşlarından en mühim ve en önemlisini teşkil eden lisan ve dil mes’elesi maalesef günden güne şuursuz, mes’uliyet ve sorumluluktan nasipsiz, na-ehil, ehilsiz kimseler elinde oyuncak olmakta. Böylece çocuklarımızın zihni işleyemez hale düşürülmekte yahut bir çeşit mahdut, sınırlı bilgilerden başka bir şey öğrenmesine fırsat verilmeyen bir robot haline getirilmektedir.

Umumî Türk Tarihi profesörlerinden Zeki Velidî Togan hocamızın  -Allah rahmet etsin-  hatırımda kaldığı kadarıyla, dediği gibi: “Türk Dili’nin istikrarlı ve oturmuş bir hâle getirilmesini, evvel-emirde Rusya, sonra da Batı Dünyası istememektedir!”  İstememekte kalmayıp perde arkasından fiilen; fakat dolayısıyla nasıl çalıştıkları ve kendilerine de, maalesef bazı gaflet ve dalâlet içinde yüzen kimseleri âlet ettikleri, hepimizin bildiği acı gerçeklerdir.

Varın sizler bu sözlerin tuttuğu ışık altında lisanımızın son yıllarda geçirdiği mâlum safhaların zihninizde bir muhasebesini yapın ve şöyle bir derin derin düşünün. Netice dehşet-engiz bir durum alacak ve siz tedricen, derece derece vâsıl olduğunuz, ulaştığınız gerçekler karşısında hayret ve dehşete düşeceksiniz.

Bu millete yapılan hiçbir fenalık; lisanına vurulan darbelerin biri mesabesinde bile değildir, desek yeridir. Çünkü cemiyetin teşkiline; tuğla hükmünde olan fertlerin bir araya gelerek aralarında kaynaşmasına vesile olan harç hükmündeki lisanındejenere edilmesi; en evvel mani olunacak şeydir.

Böylece fertlerin her türlü sâhada anlaşıp bir bütün teşkil etmelerine mâni olacak olanın

1008

ancak dil keşmekeşliği olduğunu keşfeden Rusya ve Batı Âlemi; kendi açılarından yerdengöğe haklıdır.

Ya bizim akl-ıevvellere ne oluyor ki, böyle meş’ûmveuğursuz bir tuzağın bizzat tatbikçisi rolünü senelerce muvaffakıyet ve başarıyla uygulamaktan bir an olsun geri kalmamışlar.

Bunlarda birazcık olsun iz’an dahi yokmuş!  Zira bilmiyorlar mı ki Batı Âlemi’ndeki bütün lisanların hamuru genellikle Lâtince’dir. Öyle de Doğu’nun, bilhassa Türk-İslâm Kültürü’nün  -Türkçe zengin bir dil olduğu hâlde-  İslâm olmamız hasebiyle,lisan menbaının  aynı zamanda Arapça olduğu; her birimizin üstelik bütün dünyanın malûmudur.

Pozitif ilmin gösterdiği yoldan şaşmıyacaklarını her fırsatta tekrar eden ilim adamlarımızın bir kısmı, bu bahir ve açık hakikatleri bizlerden çok daha iyi bilmelerine rağmen; sırf İslâm Medeniyetine olan düşmanlıklarından ötürü, hissî hareket etmekte.Binaenaleyh ilim rotasından dışarı çıkmak pahasına Türk Lisanı’na darbe üstüne darbe vurmaktan geri kalmamaktadırlar. Akıllarınca İslâm Medeniyeti’nin kelimelerimizde müşahhas ve somut bir şekilde tezahür eden görüntülerini hâk ile yeksan, yani yerle bir edeceklerini sanıyorlar.

Bu düşüncenin sarhoşluğu içindeyken, Türk Kültürü’nü temelinden sarstıklarını hiç mi hiç düşünmüyorlar. Kendi bindikleri dalı kesmiş olduklarını farkedemiyecek kadar gözleri dönmüş; ilim zihniyetinden mahrum bu tip kimselerin yaptığı fenalıkla, hiçbir dış düşman boy ölçüşemez.

Avrupa’daki lisanların menşeinin Lâtince olduğunu daha evvel zikretmiştik. Fakat buna rağmen, şu veya bu millete mensup hiçbir ilim erbabından:  “Bizim lisanımızdaki kelimelerin pek çoğunun menşei Lâtince’dir. Bunları dilimizden atmalıyız!”  tarzında bir lâfız sâdır olmamıştır. Ne hazindir ki Batı taklitçisi olmakla müftehir olup övünen, kimi ilim adamlarımız bu tip taassubun karanlığında sırf dine karşı hınçları mütemadiyen depreştiğinden, hâlâ mezkûr yolda inat etmekte ber-devam. Devam etmektedirler.

Dün yüzbinlik bir meblâğa, kelime hazînesine yaklaşan lügatımız; bugün maalesef onbeş, yirmi bini geçemiyecek bir seviyeye düşmüştür. Bunun vebali sadece bu tarz kapkara bir zihniyetin zebunu kimselerin üzerindedir.

Halbuki bütün milletlerin gayesi kelime haznelerini zenginleştirmek hususunda tezahür ederken; bizlerin tam aksine bir yolu ihtiyar edip seçmemiz; Batı Medeniyeti’ne yetişme gayretlerinin nasıl bir istikamet göstermekte olduğuna en beliğ, en açık bir misâldir.

 

 

 

Önceki İçerikMarmaray ve Deniz Taşımacılığı
Sonraki İçerikKaliteli Yaşamın Emekliliğimize Bakış Açısı
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.