Türk – Kürt Çatışması!

110

En büyük yanlış ve hata; teröre, Türk – Kürt çatışması şeklinde bakmak ve baktırmaya çalışmaktır.

Problem, ne Kürt ne de Türk problemidir. Yani Kürt problemi olmadığı gibi Türk problemi de değildir.

Mes’ele, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekası mes’elesidir. Bu devleti devam ettirmek istiyor muyuz, istemiyor muyuz?

Şüphesiz, herkes bu devletin devamı ve bekasından yanadır. Fakat, zahiri ve görünüşteki sebep ve bahaneleri gerçekmiş gibi algılayan veya onlara böyle algılatanlar yüzünden Türkiye bir iç gaile içine düşmüş daha doğrusu düşürülmüştür.

Bütün mes’ele, oyuna gelecek miyiz, gelmeyecek miyiz?

Oyuna gelmemek için, bu Devlet – i Ebed – Müddet’in temellerini Kıyamete kadar kalacak şekilde sağlam tutmakla mükellef ve yükümlü müyüz, değil miyiz?

Evet, mes’ele bunu yapacak mıyız, yapmayacak mıyız?

Şüphesiz, kahir ekseriyet ve ezici çoğunluk; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin birinci sınıf (ikincisi yok) vatandaşları olarak aynı gayede bir ve bütündür.

Fakat, ne yazık ki, sayılı da olsa, bir kısım kalem erbabı ve bazı siyasetçiler; nehri tersine akıtmaya çalışıyor. Akıl ve fikirlerine çelme taktıkları kimi gençlere, sözde sebep ve nedenler göstererek, emperyalist devletlerin taşeronluğunu yaptırıyorlar. Tabiatiyle, Türk Devleti’nin ilerlemesine de köstek oluyorlar.

Hangi kökenden gelirse gelsin; Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran tüm halka, Türk Milleti diyoruz. Binaenaleyh, devletine karşı dağa çıkanlar; hiç yoktan kan döküp, can alıyorlar; kendilerini de bu şekilde heba ediyorlar.

Sadede gelirsek; terörle mücadeleyi, Türklerin Kürtleri öldürdüğü şekilde anlar ve anlatırsak; bu vatana ve bu millete en büyük kötülüğü yapmış oluruz.

Nitekim, Türk Ordusu saflarında şehit olan Kürt kökenli kardeşlerimizle, teröristler içinde yer alan Kürt asıllı vatandaşlarımız aynı kefeye konarak; iki taraf ta da, olan Kürtlere oluyor diye yaygara koparanlar; büyük bir demagoji yaparak zihinleri karıştırıyorlar!

Beyler! Mes’ele bir kör dövüş değildir. Devlet’in; vatan ve milleti, kaos ve karışıklıktan koruma ve kollama gayretidir.

Dağa çıkan Türk de olsa, Kürt de olsa fark etmez. Devlet, onların üzerine gitmek zorundadır. Çünkü mes’ele, o ırka veya bu ırka mensup olanların mes’elesi değildir. Devlet’in; Devlete, kökeni ne olursa olsun; karşı çıkanlarla yapmak mecburiyetinde kaldığı bir vatan savunmasıdır. Kısaca, milli nefis müdafaasıdır.

Nitekim, Türk Ordusu menşei ne olursa olsun; millet olarak bütünleşmiş her kökenden Türk erinden müteşekkildir. Türk Ordusu’nda yer alanlar; ırk bağlamında değil; aynı vatanda yaşamış olmanın, aynı müşterek dili konuşmanın, aynı ortak dine inanmanın sağladığı milli birliğin oluşturduğu bir milletin ferdi olarak; vatan borcunu ifa etmek üzere Türk Ordusu’nda saf bağlamış bulunuyorlar.

Bundan dolayıdır ki, Türk Ordusu saflarında vatan, millet ve devlet için vuruşanlar ölürse şehit, kalırsa gazidirler.

Devlet’e karşı vuruşmanın ise, hiçbir haklı yönü  yoktur. Asidirler, bagidirler,  katli vacip olanlardır. Çünkü, yaptıkları asiliktir, fiilleri isyandır. Halbuki İslam’da haklı isyan yoktur. Allah isyanı haram kılıp yasaklamıştır. Nitekim ayet der: “Rabbim, haksız yere isyan ve saldırıyı haram kıldı.” (A’raf: 33)

Yani, teröristler haklı bile olsa  -kaldı ki haklı değildirler-  isyan ederek hak aramaya
kalkışırlarsa  -ki kalkışıyorlar-  haksızdırlar.

İşte bu şekilde isyan ederek, sağa sola saldırarak, yakıp yıkarak hak aramaya kalkan en büyük haksızlığı yapmış olacağından; Allah bu tarz; yani saldırı ve isyan ile hak arayışı haram kılmış yasaklamıştır.

Bu açıklamalar çerçevesinde; Türkiye’de olup bitenlere şöyle bir göz atacak olursak: Polise taş atmalar, molotofkokteyli fırlatmalar, resmi ve sivil araçları yakmalar, şahıs ve devlet malına zarar ve ziyan vermeler, doğal gaz ve petrol borularını patlatmalar, İkiz Mehmetçiğe yani Kahraman Polis ve cansiperane çarpışan Askerimize  -hem de kahpece ve kalleşçe-  kurşun sıkmalar ve bunları yapanları haklı görmek ve göstermek karşısında; emin olun, Yer Gök titremekte, harekete geçmek için sabırsızlanmaktadır.

Güya bireysel ve toplumsal hak veya demokratik haklar peşinde koştuklarını iddia edenler, nihayet ağızlarında sakladıkları baklaları, bir bir çıkarmaya başladılar: “Demokratik Özerklik”, “Federasyon”, “Yerel Yönetimlere kapalı ifadelerle devlet statüsünü verme hazırlık, ima ve istemlerini” yavaş yavaş söylemeye ve dillendirmeye geçtiler. Niyetleri, sözde hak ve hukuk talepleri altında, -Kürt kardeşlerimize rağmen-  Türkiye’yi bölüp parçalamak olduğu; Bayrak karşısında aldıkları tavır ve Türk Bayrağına; gösterilerinde hiçbir zaman yer vermemeleri, mecbur kaldıklarında varlığına kerhen katlanmaları, İstiklal Marşı’na karşı cephe almaları; her şeyi gözler önüne açıkça sermektedir.

Fakat bütün bunlara rağmen ve tüm yapılanlara karşın inanın:
 
                    Türk – Kürt  çatışması, çıkartamazlar asla
                    Böyle emrediyor çünkü, İlahi Yasa

Önceki İçerikİnsanlık Onuru
Sonraki İçerikSümelâ, Akdamar.. Sırada Ne Hinlik Var?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.